02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

nüllü katkılar verebilir. Donald Trump’ın peşi sıra pek çok ülke de Pekin’i DSÖ’ye yeterli katkı vermemekle suçladı. Zorunlu katkısı GSMH ve nüfus nedeniyle önemli bir oranda olsa da (yüzde 22), gönüllü katkısı çok zayıf (1.4). En çok katkı sağlayanlar ise ABD, Bill ve Melinda Gates Vakfı, Birleşik Krallık, Almanya, Japonya (15)... Yeni İpek Yolu’na destek Şanghay Uluslararası Araştırmalar Enstititüsü’nde araştırmacı Mao Ruipeng, Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerini yürüten UNDP’ye yatırılan katkı paylarını incelemiş (16). Ruipeng’e göre, bu fonlar Çin’in BRI (Yeni İpek Yolu) için daha çok yardım talep etmesine olanak sağladı. Öte yandan UNDP, 2016’da BRI hakkında imzaladığı mutabakat belgesi ile BM içinde projeye Pekin’in hayal ettiği meşruluğu kazandıran ilk kurum oldu. Bu bölümün hemen hemen tüm BM organlarından girdisi olduğu düşünülürse, Mao Ruipeng, Çin’in, cömertliği karşılığında, içinde DSÖ, DESA, FAO, UNAIDS ve Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin de olduğu on üç ajans ve programın BRI’ye katılımını sağladığını ima ediyor. Ancak çalışmasının sınırlarının da farkında olan araştırmacı “Çin’in UNDP’nin bütçesine katkısı geleneksel bağışçılara oranla zayıf” diyor. Bu bağışçılar ise gelişmiş kapitalist ülkeleri aynı çatı altında toplayan Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD). Sonuçta Çin’in gönüllü katkısı o denli zayıf ki genelleştirmek ve Pekin’in kurumları satın aldığı çıkarımını yapmak güç. BM Genel Kurulu’nun bütçeden sorumlu beşinci komisyonunda çalışan üst düzey bir memur bize şu açıklamayı yapıyor: “Almanya gönüllü olarak çok daha fazla miktarlar vermekte ve Çin’den çok daha fazla harcama yapmakta. Bütçe Çin için varlığının ve meşruluğunun bir göstergesi, bir etki aracı değil. Elbette bu demek değil ki durum yıllar içinde evrilmeyecek”. Eski UNESCO çalışanı Çinli diplomat Şu Bo, “Çin’in bütçe katkı payının artırılması istekli değil, zorunlu bir durum olarak yaşandı. Çin DNA’sında para vermekten pek hoşlanılmaz; o parayı Çin’deki yoksulluktan çıkmak için kullanmak tercih edilirdi” diyor. ‘Çok taraflılık ilkesi’ Çalışan memur sayısı bakımından yetersiz temsiliyet, ticari çıkarlarının söz konusu olduğu karar mekanizmalarında sınırlı etki, bütçe araçlarının zayıf kullanımı... “Çin’in BM’deki varlığının ekonomisi ve nüfusuna göre göreceli olduğu düşünülebilir” diyen M.P.F., “Ancak Çin’in kendini, 150 kalemden oluşan bir programı yürüttüğü, kalkınma aşamasındaki ülkelerden oluşan G77’de ifade ettiği unutulmamalı. Çoğunlukla kararların çıkış noktası olmasa da bu devletler, doğrudan kendilerini ilgilendirmeyen konularda Çin’in itici gücüyle hareket ediyorlar” diye açıklıyor. Çin’in New York’taki BM bünyesindeki daimi diplomatik temsilciliği sorularımızı yanıtsız bıraktı. Öte yandan Şu Bo, başkalarına oy kullandırma ve hâkimiyet isteği düşüncelerini reddediyor. “Ne zaman bir karşı karşıya gelme durumu olsa Çin’in dünya düzenini değiştirmek için saldırdığından bahsediliyor. Bu doğru değil. Amerikalılar dünyanın jandarması rolünü oynarken Çin katkı payını ödeyip BM gibi bir kurumun varlığından istifade ediyor.” Bu duruş akla Şi Jinping’i getiriyor; kendisi geçen 22 Eylül’de BM Genel Kurulu’nda yine “çok taraflılık” ilkesini savundu. Hani kendisinin çok işine yarayan şu Çin usulü çok taraflılığı... (*) Gazeteci Çeviri: Okan Urun (1) Wan Jingzhang, “BM’nin Çinli memurlarının gizli hayatları”, Radio Chine International, 20 Aralık 2005, http://news.cri.cn (2) “Sekreterliğin Yapısı: Personel demografisine dair bilgiler”, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, New York, 22 Nisan 2019, https://undocs.org (3) “Koordinasyan Yönetim Kurulu”, BM, 31 Aralık 2009 ve 2019, www.unsystem.org (4) “Ekonomik başarıda Çin modeli, BM DESA, BM, 23 Şubat 2012. (5) “Sürdürülebilir kalkınma hedefleri için ortaklaşa ‘Kuşak ve Yol’ inşa etmek”, BM, 16 Ağustos 2016. (6) “Hükümetler arası mekanizmalar için destek ve koordinasyon ofisi”, BM DESA, www.un.org (7) “Tehlikeli alan: BM İnsan Hakları Mekanizmalarında Zorbalık ve Engelleme”, Temsil Edilmeyen Diplomatlar Projesi, Brüksel, 15 Temmuz 2019, https://unpo.org (8) Valérie Segond, “FAO’yu ele geçirmek isteyen Çin’in ilginç pratikleri”, Le Figaro, Paris, 21 Haziran 2019. (9) Martine Bulard, “Guangzhou’da Afrikalılara coplu karantina”, Planète Asie, 14 Nisan 2020, https://blog.mondediplo.net (10) “Avrupa Parlamentosu BM internet kontrolüne karşı uyardı”, BBC News, 22 Kasım 2012. (11) “Asker ve polis desteği sağlayan ülkeler”, BM DPO, 31 aout 2020, https://peacekeeping. un.org (12) BM Genel Kurulu’nda 22 Kasım 2018’de alınan karar. (13) “20202021 mali dönemi için değerlendirme ölçeği”, Onudi, Viyana, 1 3 Temmuz 2019, www. unido.org (14) “UNESCO’nun normal bütçesine katkı”, UNESCO, Paris, 1 Ocak 2020, https://teamsnet. unesco.org (15) “Katkıda Bulunanlar Finansal Akış”, DSÖ, Cenevre, 2019, http://open.who.int (16) Mao Ruipeng, “Çin’in gelişen bir ülke olarak UNDS ile artan ilişkisi: Değişen gerekçeler, finansman tercihleri ve gelecekteki eğilimler”, Deutsches Institut für Entwicklungspolitik, Bonn, 2020. 3 7 ARALIK 2020 İsrailliler, BAE ile İsrail arasındaki bağların normalleşmesinin ardından, Tel Aviv’den Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki Dubai Havaalanı’na ilk uçuşlarını gerçekleştirdi. Körfez ülkeleri ile İsrail arasındaki saf aşk... AKRAM BELKAID Baş tarafı 1. sayfada B arack Obama kendi döneminde, 14 Temmuz 2015’te İran’ın nükleer çalışmaları konusunda Tahran’a uygulanan yaptırımları kaldıran bir anlaşmanın imzalanması için çalışarak, Körfez’de paniğe demesek bile büyük bir tepkiye neden olmuştu. Elbette onun ardılı Donald Trump, Amerika’nın 8 Mayıs 2018’de Viyana anlaşmasından çekilmesini emrettikten sonra, bu yaptırımları yeniden getirmişti. Fakat onun monarşilerin korunmaları için ödemelerini “nakit” yapmalarını isteme ve Amerika’nın artık “sonu gelmeyen savaşlara” girmemesi gerektiğini yineleyip durma eğilimi, Körfez yöneticilerini, bölgelerinin Amerika Birleşik Devletleri için artık o kadar stratejik olmadığına inandırdı. Bu nedenle, İsrail ile normalleşme İran tehdidi, hatta yeniden silahlanan bir Irak tehdidi karşısında bir hayatta kalma sorunu olarak algılanıyor. Ve Arap dünyasının geri kalanının bu rota değişikliğini izlemesi isteniyor. 9 Eylül’de Suudi Arabistan’ın, BAE’nin ve aynı zamanda Mısır’ın baskısı altında, Arap Birliği’nin İsrail ile normalleşmeyi mahkum eden bir karar teklifi, dışişleri bakanlarının olağan toplantısında suya düştü. Filistin ile ilgili davranış şeklinin “şahinler” (Cezayir, Irak, Sudan ve Yemen) tarafından dikte ettirildiği bu yapının zirve toplantılarına sürekli katılan Magripli bir diplomat şöyle söylüyor: “Arap Birliği’nde Körfez ülkelerinin sözü geçer. Başka tarafta iktisadi bunalım ya da iç savaş olduğunda, onların parası vardır. Suudilere ya da Emirliklere hoş görünmek için, artık Filistinlilerden söz etmemek yeterlidir”. Çağımızın bir özelliği; artık hiç kimsenin Arap Birliği’ne bağlı olan İsrail’i Boykot Bürosu’ndan söz ettiği duyulmuyor. Onun yönetim merkezinin de Şam’da olduğu doğrudur... Kraldan veliahta uyarı Sürmekte olan evrimin zafer işaretini simgeleyen defne yapraklarını kendisine mal etmekte vakit kaybetmeyen Trump, 24 Ekim tarihindeki bir tweet’inde “diğer beş ülkenin (Arap ülkeleri) Abu Dabi’ye, Hartum’a ve Manama’ya çelme takma niyetinde olduklarını” yazdı. Umman Sultanlığı’ndan, Moritanya’dan, Katar’dan ve Fas’tan başka (zira bu ülkelerin daha önceden Tel Aviv ile yarı resmi ilişkileri vardı), Beyaz Saray’ın kiracısı Suudi Arabistan’ı eşiği resmen atlamaya ikna etmeyi umuyordu, fakat Kral Selman bin el Suud’un temkinliliği üstün geldi. 2018’de, Veliaht Prens Muhammed bin Selman (“MBS”) sık sık “İsraillilerin kendi topraklarına sahip olma hakkı (3)”nı dile getirdikçe ve İsrail’i destekleyen beyanlarda buBahreyn, BAE ile İsrail arasındaki normalleşme adımlarıyla Mart 2002’de Beyrut’taki Arap Birliği zirvesinde kabul edilen barış girişimi için ölüm çanları çalıyor. Birlik, 1967’den beri işgal altında bulunan topraklardan tamamen çekilmesi ve Filistinli sığınmacılar sorununa adil bir çözüm bulunması karşılığında İsrail ile “normal ilişkilerin” tesis edilmesini öngörüyor. Fakat bu yapı içindeki güç dengeleri bundan böyle aralarında BAE, Bahreyn, Mısır ve hepsinden önemlisi, onu henüz resmen tanımasa bile, Suudi Arabistan’ın bulunduğu normalleşme taraftarlarını avantajlı hale getiriyor. lundukça, Selman bin El Suud onu derhal uyardı. Geçen ocak ayında, Suudi Dışişleri Bakanlığı İsrailFilistin sorununun çözümü için Trump yönetimi tarafından hazırlanan “yüzyılın planı”nından övgü ile söz ettiğinde (4) hükümdar, Kral Abdullah’ın (Ürdün Kralı, Ç.N.) bu husustaki girişimini hatırlatarak Filistinlilere güven vermekte gecikmedi. Riyad’da görüş ayrılıkları İhtiyar hükümdar için özellikle görüntüyü kurtarmak ve bu sorunun tahtın vârisi konusundaki belirsizliklerle ve Veliaht Prens’in kurulu düzeni sarsma arzusuyla şimdiden gerilmiş olan bir iç durumu daha da ağırlaştırmamasına dikkat etmek söz konusu (5). Suudiler, ifade özgürlüğünün yokluğuna geçici bir çözüm sunan sosyal ağ olan Twitter üzerinde bölünmüş bulunuyorlar. Her ne kadar kimileri Filistinli yöneticileri sert bir biçimde yargılayarak İsrail ile bir yakınlaşma için açıkça görüş bildirse de kimileri de tersine, bunu şiddetle reddediyor ve Doğu Kudüs’ün Filistinlilere geri verilmesini istiyor. İsrail kökenli Amerikalı milyarder Haim Saban’a göre, bizzat Muhammed bin Selman “kendisini İran tarafından, Katar tarafından ya da (kendi) halkı tarafından öldürtebilecek” olan bir normalleşmenin bilincinde (6). Şunu da unutmayalım ki Kraliyet ailesinin diğer üyeleri, onun tahta çıkmasını engellemek için bu bahaneyi öne sürebilirler. İran’a, ama aynı zamanda Müslüman Kardeşler örgütüne de düşman olan Muhammed bin Zayed El Nahyan (“MBZ”), İsrail ile normalleşmenin diğer lokomotifi. Birleşik Arap Emirlikleri’nin veliaht prensi ve fiili yöneticisi, yurtiçiyle ilgili düşüncelerden dolayı Suudi mevkidaşı kadar rahatsız değil. Onun sayıca az ve federasyonun altı milyon nüfusunun yüzde 90’ını temsil eden bir yabancı nüfusun içinde erimiş olan tebaası, son yirmi yılda yavaş adımlarla seyreden bir normalleşmeye alışmış durumda. Abu Dabi’nin ve Dubai’nin lüks otellerinde İsrailli mücevhercilerin az sayıda dükkânı vardı. Her iki kentte düzenlenen bilimsel toplantılarda “misafir gözlemci” olarak gelmiş İsrailli üniversite öğretim üyeleri ile karşılaşmak ender rastlanan bir durum değildi. Nisan 2011’de, aylar süren yoğun lobi faaliyetinden sonra Abu Dabi, daha yeni kurulan Yenilenebilir Enerjiler Uluslararası Ajansı nezdinde resmi bir İsrail temsilciliğinin açılmasına izin vermeyi taahhüt ettikten sonra, bu kurumun yönetim merkezi oraya yerleşiyordu. Ve ağustos ayından beri de işler iyice hızlandı. Gün geçmiyordu ki basın iki yanlı bir bakanlar toplantısını ya da bir Emirlikler İsrail olayını haber geçsin. Birleşik Arap Emirlikleri Stratejik Etütler ve Araştırmalar Merkezi (ECSSR), Abu Dabi’de Körfez ya da Yakındoğu’da “İbrahim Peygamber barışındaki” gelişmeler konusunda bir konferans düzenledi. Bir iletişim ajansı orada kısa sürede her iki ülkenin kadın yöneticileri ki bunlardan biri İsrail ordusunun yüksek rütbeli eski bir mensubudur arasında bir buluşma ayarlıyor. Dubai’de büyük oteller, yakında bir vize muafiyetinden yararlanacak olan İsrailli turist gruplarının çıkarma yapmasını sabırsızlıkla bekliyor. Bu ticaret kentinde, İsrail riskli yatırım sermayesinin büyük ismi Erel Margalit’in yönetimindeki bir iş insanları heyeti büyük bir coşku ile karşılandı. Dubai televizyonunun yıldız sunucusu Youssef Abdulbari de Margalit’i kabul ettikten ve İsrailliler ile karşılıklı ilişkilerin çoğalması nedeniyle kendinden geçtikten sonra, “Bu tıpkı âşık olmak gibi” diyordu (7). Emirliklerin bronz tenli gençleri eğlence geceleri Beyrut’un ya da Kahire’ninkilerin yerini almaya aday olan Tel Aviv ile büyülendikleri için, bu romantik aşk daha tutkulu hale geliyor (8). Dahlan’la BAE ilişkisi Peki, Filistinliler tüm bunların neresinde?.. 1950’li yıllardan beri Birleşik Arap Emirlikleri’nde yaşayanlar bazen dikkatleri hiç çekmemek zorundalar. Onlardan biri bize, adı gizli kalmak kaydıyla, “komşularının aksine, Filistin toprakları geri verilmediği sürece Tel Aviv ile her türlü ilişkiyi reddeden bir monarşi” olan Kuveyt’te yaşamaya gitmeyi düşündüğünü söylüyor (8). Emirliklerin yetkilileri özellikle Covid19’la savaşmak için Filistinlilere vermekten vazgeçmedikleri mali ve insani yardımda ısrar ediyorlarsa da siyasal sorun hakkında fazla konuşmuyorlar. “MBZ” için, normalleşmenin karşılıklarından biri Tel Aviv’in Batı Şeria’yı ilhak etme projesinden vazgeçmesi. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, buna sadece “ertelenmiştir” yanıtını veriyor. Görüntüyü kurtarmaya yönelik olarak uygun görülmüş olan bu sahte sağırlar diyaloğu, şu anda Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin Yönetimi İsrail’le “barış” a karşı çıktığı sürece devam edecek. Daha uzlaşmacı bir lider ise yerine geçer ve yeni tavizler vermeyi kabul ederse, Emirlikler’den Filistin yanlısı hiçbir teklif gelmeyeceği kesin. Abu Dabi’ye göre, El Fetih’in eski lideri ve Gazze’deki güvenliğin eski şefi Muhammed Dahlan ideal adaydır. Abbas ile olan anlaşmazlığı nedeniyle Dubai’de yaşayan bu kişi, BAE ile İsrail arasındaki anlaşmayı eleştirmedi. Hatta onun mimarlarından biri olabilirdi. Bahreyn’de normalleşme hem Emirlikler’in hem de Suudi Arabistan’ın durumunu çağrıştıran bir görünüme sahip. Birinciler gibi, Körfez’in Sünni bir monarşi tarafından yönetilen küçük adası, 2009’dan itibaren orada uzun zamandan beri, yarı resmi bir İsrail büyükelçiliğinin açılmasını kabul etmeye kadar giden fiili bir normalleşme yürüttü (9). 2011’deki halk protesto hareketinin vahşi bir biçimde bastırılması ile muhalefet zayıfladıysa da kaybolmadı ve Suudi görüşünün bir kısmı gibi, İsrail ile yakınlaşmayı mahkum etmekte geç kalmadı. Sudan için veriler tamamen farklıdır. Kararsız bir demokrasiye geçiş bağlamında (10), iktidardaki generallerin üç önceliği var: Ülkelerinin teröre destek verenler listesinden çıkarılması, özellikle Darfur’da gerçekleşen katliamlara bağlı uluslararası yaptırımlara artık maruz kalmaması ve uluslararası finansmanlara erişmesi. İsrail ile normalleşme, bu hedeflerine ulaşabilmesi için Hartum’a Washington’ın desteğini garanti ediyor, fakat askerler ile 2019’da Ömer el Beşir rejimine karşı çıkışı yönetmiş olan partilerin ve örgütlerin ittifakı arasında gerilimlere yol açıyor. Bu ittifak, böyle bir karar almanın bir geçiş hükümetine ait olmadığı değerlendirmesinde bulunuyor. Fakat bu itirazların nereye kadar gideceği bilinmiyor. Çeviri: Ahmet Öylek (1) “İsrail ile hesaplanmış yakınlaşma”, Le Monde diplomatique, Mayıs 2020. (2) Cezayir, Mısır, Irak, Ürdün, Kuveyt, Lübnan, Fas, Sudan ve Suriye. (3) Jeffrey Goldberg, “Suudi Veliaht Prens: Hitler, İran dini liderinin yanında daha iyi görünüyor”, The Atlantic, Washington, DC, 2 Nisan 2018. (4) Alain Gresh, “İsrailFilistin, bir savaş planı”, Le Monde diplomatique, Mars 2020. (5) Florence Beaugé, “Suudiler iyice hesaplanmış bir kurtuluş”, Le Monde diplomatique, Haziran 2018. (6) Çevrimiçi konferans “Biden’lı Beyaz Saray’da İsrail’in güvenliği”, Florida Jewish Vote Team, 21 Ekim 2020. (7) Isabel Kershner, “Aşka düşmek gibi: Duba’de İsrailli girişimciler memnunlukla karşılandı”, New York Times, 7 Kasım 2020. (8) Mona Farrah, “Sayıları azımsanmayacak olan Kuveytliler İsrail ile normalleşmeyi reddediyorlar”, Orient XXI, 13 Ekim 2020, https://orientxxi.info (9) Barak Ravid, “İsrail’in Bahreyn’deki gizli elçiliği”, Axios, 21 Ekim 2020, www. axios.com (10) Gilbert Achcar, “Sudan’daki Aralık devrimi nereye gidiyor?”, Le Monde diplomatique, Mayıs 2020.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle