Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
7 ARALIK 2020 4 SORUMLULUKTAN SONSUZA KADAR MUAF TUTULAN BIR MASKOT... Rakipsiz İngiliz monarşisi Bugün, Birleşik Krallık’ta eşitsizlikler artmaya devam ederken monarşi, popülaritesini korumuş gibi görünüyor. Üç Britanyalıdan neredeyse ikisi monarşinin sürekliliğini onaylıyor. Başlıca düşmanı İskoçlar olmak üzere monarşinin ortadan kaybolmasını dileyen Britanyalı oranı sadece yüzde 22. Şaşırtıcı bir paradoks ama zor zamanlarda Kraliyet ailesi, halk nezdinde bir eğlence ya da teselli görevi görmeye devam ediyor... Windsor Evi olan ve Prens Philip tarafından “Şirket” olarak adlandırılan Kraliyet’in küresel yatırımlarını yürüten yasal ve finansal oluşum, dünyanın en başarılı markalarından biri olmayı da sürdürüyor. LUCIE ELVEN * İ skoçya, Kuzey İrlanda ve Galler’den sonra, İngiltere’nin kuzeyi bağımsızlık lehine gelişen siyasi bir harekete tanıklık ediyor. Milliyetçi gerilimler, Brexit vesilesiyle parlamentoda yaşanan kaos, Covid19 ile mücadelenin fiyaskosuyla fırtına, Birleşik Krallık’taki her şeyi savuruyor gibi görünüyor. İngilizlerin çoğunluğuna hâlâ bir uyum hissi vermeye devam eden krallık tacı hariç her şey sürükleniyor. 1953’te Kraliçe’nin taç giyme töreni gününde, Londra sokaklarında neşe içinde dolaşan sosyologlar Michael Young ve Edward Shils, olayı “büyük bir ulusal özdeşleşme eylemi” olarak adlandırıyorlardı. Nazi Almanyası’na karşı zaferin kutlanışını anımsatan bu etkinliğin, binlerce aileyi bir halk coşkusuyla birleştiren “bireysel değil kolektif bir deneyim” olarak tam anlamını kazandığını yazdılar. Hava, insan sıcaklığıyla ısınıyordu; yankesiciler bile çalışmayı bırakmıştı ve “zamanımızın eğitimli insanlarının rasyonalist önyargılarına sahip olanlarını, özellikle de radikal veya liberal siyasi eğilimli olanlarını” (1) dehşete düşüren bir özdeşleşme ruhu vardı. Bugün, Birleşik Krallık’ta eşitsizlikler artmaya devam ederken monarşi, popülaritesini korumuş gibi görünüyor. Üç Britanyalıdan neredeyse ikisi monarşinin sürekliliğini onaylıyor. Başlıca düşmanı İskoçlar olmak üzere monarşinin ortadan kaybolmasını dileyen Britanyalı oranı sadece yüzde 22. Şaşırtıcı bir paradoks ama zor zamanlarda Kraliyet ailesi, halk nezdinde bir eğlence ya da teselli görevi görmeye devam ediyor. Geçen on yılın kraliyet nikâhları her seferinde ulusun moralinin artması gerektiğini iddia eden bir seyirci buldu. Walter Bagehot’un 1867’de yazdığı gibi “İngiliz Anayasası’nda” insanlar Kraliçe’nin “doruk noktasını” oluşturduğu bir “toplumun teatral gösterisine” boyun eğiyorlar. Sünger benzetmesi... II. Elizabeth, görünürlük için ülkeyi kayısı, mor veya açık yeşil renkleriyle kuşanarak dolaşmaya devam ediyor; nüfusun yüzde 30’u onu daha önce gördüğünü veya onunla tanıştığını iddia ediyor. Kraliçe kısa ve sınırlı aralıklarla da olsa insanları canlandırma görevini yükümlülüklerinin bir parçası kabul ediyor. 1992’de BBC belgeselinde tebaasıyla olan ilişkisine atıfta bulunarak, “İnsanın kendisini bir sünger gibi hissetmesi güzel” dedi. “Sünger”, sıradan bir hükümdar imajıyla ilişkilendirilen ve halka yakın olan (2), onlara karşı yerine getirmesi gereken hizmet sorumlulukların bilincinde olduğunu gösteren bir metafordu. Yazar Zadie Smith, Vogue dergisindeki bir makalesinde, “Bayan Windsor’un” Corgi köpekleri, at yarışları ve EastEnders televizyon dizisi operası (3) bağımlılığı gibi küçük orta sınıflara has zevkleriyle büyük beğeni topladığına dikkat çekiyordu. Siyasete mesafe... Kraliçe tahttan kendisine kalan birkaç ender yetkiden biri olan onur dağıtımı görevini üstleniyor. 1992’de hâlâ “İnsanların cesaretlendirilmeye ihtiyacı olduğunu” söylüyordu ve “yoksa dünya çok karanlık olurdu” diyordu. Bu söylem kamu hizmeti aleyhine ve hayırseverlik lehine bir tercihine işaret ediyor. Hayır kurumlarının arkasında, Kraliyet desteği var. Öte yandan monarşinin 16881689’un görkemli devriminden bu yana siyasetten uzak durması gerekiyor. Kraliçenin hakları Walter Bagehot’ın ifade ettiği gibi “istişare etmek, desteklemek ve uyarmak” ile sınırlı. Ancak Kraliyet ailesinin ilgilendiği konular her ne kadar politik olurlarsa olsunlar, derhal apolitik olarak algılanırlar. Prens William, örneğin akıl sağlığı veya iklim değişikliği konularının Y kuşağı için (1980’lerin başı ile 1990’ların sonları arasında doğan insanlar) çok değerli olduğunu savunduğunda, söz konusu talepler anında kabul görerek kansere karşı araştırma veya Kızılhaç’a destek gibi büyük kavramlar kategorisine alınıyorlar. Ekim 2020’de, kölelik ve imparatorluğun mirası üzerine hararetli tartışmalar yaşanırken aynı yıl Kraliyet ailesinden uzaklaşan Prens Harry, sistemik ırkçılık konusunda bilinç “uyanışınII. Elizabeth, görünürlük için ülkeyi dolaşmaya devam ediyor; nüfusun yüzde 30’u onu daha önce gördüğünü veya onunla tanıştığını söylüyor. dan” bahsetti. Oysa ünlü Lady Di olan annesi Diana Spencer’in insani yardım görevine bakışındaki daha militan ve duygusal yol örneğin, fotoğrafçıların flaşları altında bir AIDS hastasıyla el sıkışmak için bir hastaneye gitmesi Windsor Hanesi’nin yaşlı üyelerinin kendisine nefretini artırıyordu. Kraliyet ailesi kurumu genellikle kültürel savaşların ön saflarında siyasi amaçlar için kullanılır. Koruma zırhı... Ağustos 2019’da Brexit tartışmaları yaşanırken (4) Başbakan Boris Johnson, Kraliçe’den parlamentonun feshedileceğini ilan etmesini isterken muhalifleri tarafından “Kraliçe’ye yalan söylemekle” suçlandı. Jeremy Corbyn 2015 ve 2020 yılları arasında İşçi Partisi başkanlığında görev aldığı sürede Kraliçe’ye saygı göstermemesi, başını eğmeyi reddetmesi, ulusal marşı söylememesi veya Noel’de kraliyetin televizyon konuşmasını dinlememesi nedeniyle defalarca eleştirildi. Corbyn’in bu tutumu dayanılmaz bir vatanseverlik eksikliği olarak değerlendirildi. Elizabeth’in ailesini hesap sormaya yönelik her türlü girişimden koruyan bu tuhaf dokunulmazlık, siyasi alanda da zemin buluyor: Johnson, Prens Andrew’la ilgili soruşturmalarında ABD yargı makamlarına yardım etme fikriyle alay etti (işadamı Jeffrey Epstein’ın cinsel saldırılarına yardım ve yataklık ettiğinden şüpheleniliyordu) oysa söz konusu Julian Assange olunca aynı tavrı sergilemedi. Nazi Almanyası’yla ilişkiler... II. Dünya Savaşı sırasında Almanları mağlup ederek geri püskürten küçük kahraman adaya bilinçli olarak odaklanan İngiliz vatanseverlik romanı, Kraliyet ailesinin Nazilerle olan birçok bağının ışığında daha karmaşık hale geliyor ve hanedan hiyerarşileri arasında paylaşılan bir inancın ötesine geçiyor gibi görünüyor. Kraliçe’nin kocası Prens Philip’in Almanya’ya yerleşen iki kız kardeşi, Nazi Partisi’ne o kadar yakındı ki, biri oğluna Adolf adını verdi. Elizabeth’in amcası Edward VIII, boşanmış bir Amerikalıyla evlenebilmek için 1937’de tahttan çekildikten sonra Reich’ın daveti ve masraflarını karşılaması üzerine Almanya’ya gitti ve orada Führer ile bir mühimmat fabrikasının önünde şahsen tanıştı. Edward VIII, İskoçya’daki Balmoral Kalesi’nde bulunan aile ikametgâhında yeğenlerine Hitler selamı öğretirken görüntülendi. Daha sonra Bahamalar’a yerleşti ve ABD’yi Almanya’ya karşı savaşta tarafsız kalmaya ikna etmeye çalıştı. Adolf Hitler’in bir başka hayranı ve Elizabeth’in babasının kuzeni olan SaxeCoburg Dükü Kral’ın cenaze törenine bir Sturmabteilung generali üniformasıyla (Sturm ‘fırtına’ müfrezesi) katıldı. En uzun hükümdarlık... Hem İngiliz hem de Avrupa tarihindeki en uzun hükümdarlığı süren Kraliçe aslında belirli bir zamansızlık biçimini temsil ediyor. İmparatorluğun dağılmasından punk hareketine ve Brexit referandumuna (2016) kadar, Kraliçe’nin sadece yaşı değişti. Bugünlerde, gerçek kürklere tercih edilen sentetik kürkleri giyiyor ancak Kraliçe aslında buzda tutulmuş bir tarih gibi. Afetler sırasında halkına güven vermek için zaman zaman ortaya çıkıyor. Mart ayındaki Covid19 salgını nedeniyle ilk karantina uygulanırken donuk yüz ifadesiyle gerçekleştirdiği konuşmasında, Vera Lynn’in We’ll Meet Again (“Tekrar görüşeceğiz”) isimli savaş şarkısını hatırlattı. Monarşistler için süreklilik çok kıymetli bir değerdir. Filozof Edmund Burke, “1790 Fransız Devrimi Üzerine Düşünceler” adlı çalışmasında, Fransız Aydınlanma kampının devrimci ateşini kendi meslektaşları ve yurttaşlarının daha ölçülü eğilimleriyle kıyaslıyordu. Ülkesinin bir asır önce yaşadığı kargaşayı, özellikle de I. Charles’ın infazıyla ilgili kısmını biraz hızlı bir şekilde geçerek “Anayasa ulusal yapımızın sadeliğinden doğdu. İngiltere’de bu tür komplocu yapılanmalar yoktur” diyordu, “Her biri kendi düzeyinde olmak üzere yerleşik bir Kilise, yerleşik bir monarşi, yerleşik bir aristokrasi ve yerleşik bir demokrasiyi sürdürmeye kararlıyız. (…) Sanki ülkemizin anayasası bir kutlama vesilesinden çok bir tartışma konusu olacakmış gibi her şeyi tartışmaya açmak o zamanların talihsizliğidir (ve bu tartışmayı açmak beylerin zannettiği gibi bir zafer değil).” Gelenek kültü, örneğin, “kraliyet imtiyazları” olan tuhaf bir hukuk kavramının kalıcılığında tasvir ediliyor. Bu sayede hükümet, daha önce krallığa verilmiş ve ona yasaların dışında hareket edebilme imkânı sağlayan yetkiler üzerinde hak iddia edebiliyor. Bu bağlamda, siyaset teorisyeni Harold J. Laski’nin de belirttiği gibi, “Taç asil bir hiyerogliftir (5)”, birçok yetkilinin bir gizem perdesinin arkasına gizlenerek sorumluluklarından kaçmasına izin verir. Gordon Brown’ın neoİşçi hükümeti tarafından 2009 yılında hatırlatılan bu ilke adına, söz konusu ayrıcalıkları yeniden düzenleme girişimleri başarısız oldu: “Anayasamız yüzyıllar içinde organik olarak yapılandı, dolayısıyla onu basit değişim arzusu (6) uğruna değiştirmeye gerek kalmadı.” Tarihçi David Cannadine’e göre bugünün ritüelleri ile uzak geçmişin ritüelleri arasında kurulan süreklilik “büyük ölçüde yanıltıcı olur .” (7) Bu süreklilik Kraliyet ailesinin güç anlamında zayıflamasını ve imparatorluğun nihai parçalanmasını telafi etmek için 19. yüzyılda geliştirilen abartılı geleneklerin bir kalıntısı da olamaz. Bu açıdan monarşinin, birkaç yıl içinde önüne çıkabilecek zorlukların üstesinden gelmek istiyorsa, daha da abartılı gelenekler icat etmesi gerekecek. Tahtın vârisi Prens Charles, kısa bir süre önce hükümeti mimarlık, iklim değişikliği ve sosyal sefalet konularında duyarlılığa davet eden mektuplara boğdu ancak kendisi annesinin sahip olduğu siyasi nezaket duygusundan son derece yoksun. Prens Charles yüzde 47’lik popülerlik oranıyla en sevilen kraliyet figürleri arasında, ancak altıncı sırada yer alabiliyor. Bazıları Elizabeth’in ölümüyle tüm monarşinin sarsılmasından korkuyor. Diğerleri sosyal medyada onun zaten öldüğüne dair tuhaf teoriler yayarak devletin kişileştirilmesi olarak frengiye yakalanan (Henri VIII), bakire kalan (Elisabeth I) veya gut hastası olduğu varsayılan Ana Kraliçe üzerinden İngilizlerin kendi hükümdarlarının bedenine ilişkin hastalıklı takıntısını güncelliyor. Roman yazarı Hilary Mantel, medyanın Prens William’ın karısı Kate Middleton’un fiziğine olan saplantısını (8) göz önünde bulundurarak “Bugün artık kraliyet hanımlarının kafasını kesmiyoruz ama onları neştere feda etmeye devam ediyoruz” diyor. İngiliz monarşisi parlaklığını uluslararası sahnede de kaybediyor. Birkaç yıl önce, II. Elizabeth’in Charles’ın halefliğini şimdiden kabul ettirmesini engellemek amacıyla, Kraliçe’nin saltanatının sonunda, Commonwealth’in (9) her bir üyesi tarafından dönüşümlü olarak veya tanınmış bir siyasi figür tarafından yönetilmesini isteyen sesler yükselmeye başladı. Günün birinde, sadece yirmi kadar ülke (10) Kraliçe’nin portresini banknotlarının üzerine koymak zorunda kalacak: Commonwealth eyaletlerinin yarısından fazlası 54 eyaletten 31’i artık Cumhuriyet rejimine kavuştu. Barbados Adası geçen eylül ayında Kraliçe’nin devlet başkanı unvanını geri çekme kararı aldı. Avustralya 1999’da konuyla ilgili bir referandum düzenledi ve bu referandum, Cumhuriyetçi rejimin destekçileri tarafından kıl payı kaybedildi. Benzer bir oylama, Başbakan Jacinda Ardern’e bakılırsa Yeni Zelanda’da da düzenlenebilir. Ayrıca Kanadalıların yüzde 44’ü, İngiliz Kraliyetiyle yollarını ayırmaktan yana olduklarını ifade ediyor (tersini isteyen yüzde 29’a karşı). Oysa, Windsor Evi olan ve Prens Philip tarafından “ Şirket” olarak adlandırılan bu yasal ve finansal makinenin modern zamanlara uygun olmadığı kesinlikle söylenemeyeceği gibi, dünyanın en başarılı markalarından biri olmaya da devam ediyor. Los Angeles’a kaçışlarından bu yana, Harry ve eşi Meghan Markle prenslik statülerini, sponsorluk yapmak kadar anorak çizimleri için de kullandıkları bir ticari marka olan Sussex Royal’e dönüştürdüler. Bu peri masalı, iş çevrelerinin kutsal kitabı olan The Economist’in Karl Marx’ın kapitalizmin feodalizmin izlerini yok edeceği yönündeki önermesini tersine çevirerek İngiliz monarşisinin “kapitalizmi çökertmek (11) yerine güçlendirdiğine sevinmesini sağlıyor. Kraliçe kendini apolitik, çalışkan ve özverili olarak göstermeyi seviyor ve bunlar bir startup patronunun tereddüt etmeden sahipleneceği pek çok erdemi hatırlatıyor: 1992’de BBC’de yaptığı açıklamada “Çoğu insanın bir işi var ve sonrasında insanlar evlerine dönüyor, oysa benim hayatımda iş ve yaşam birdir. Bazen keşke kendime ayıracak daha çok zamanım olsaydı diye düşünüyorum” diyordu. Diana’nın ölümü... Bununla beraber Kraliyet ailesinin üyeleri 20. yüzyılda televizyon ve paparazziler sayesinde dünya çapında ün kazandılar. Kraliyet kabilesi 21. yüzyılda, kendilerini sosyal medyada sıradan bir şekilde ifşa edenlerle iktidarlarının büyüyen gizemini korumakta ısrar edenler arasında parçalanmış durumda. Kraliçe basına hiçbir zaman röportaj vermemiş ve monarşi bilgi özgürlüğünden etkilenmeyen tek devlet organı olarak kalırken Kraliyet Prenses Diana’nın 31 Ağustos 1997’de Paris’teki ölümünden beri gizlilik yeminini bir şekilde çiğnemek zorunda kaldı. Le Monde diplomatique’in eski müdürü Ignacio Ramonet’in belirttiği gibi Alma tünelindeki kaza, basın tarihinde bir dönüm noktasıydı, “küresel duygusallaşmaya” tanıklık eden bir “gezegen psikodramı” idi. İnternetin mümkün kıldığı sürekli akış, magazinlerde gözlemlenen ayrıntılara gösterilen manik ilgi ve ana akım medyanın geniş kapsamında bir araya gelmesi, benzeri görülmemiş bir krizi tetikledi: “Diana halkın sınırlı ve folklorik çevresini siyasi basının günlük gazetelerinin ana ve asil bölümlerine doğrudan girmek üzere terk ediyordu.” Ölümü “bu yeni küresel bilgi çağının ilk perdesini”(12) oluşturdu. Buckingham Sarayı, Birleşik Krallık’ın bayrağı Union Jack’i yarıya indirmeyi bariz şekilde ihmal etti ve onlara göre Kraliyet ailesinin fertlerinden biri öldüğünde yerine getirilmesi gereken bu gelenek basında öfkeli manşetlerin (13) atılmasına yol aç