17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

7 5 EKİM 2020 Huawei ile hiçbir ticari bağları olmadığını kanıtlamak zorundalar. ABD borsasında işlem gören Çinli şirketler, hesaplarını yayımlamaları ve Pekin ile gerçekleştirdikleri tüm temasları açıklamaları yönünde uyarıldılar. Washington’ın bu saldırısını birçok ekonomik ve jeopolitik faktör bir arada açıklıyor. Yun Wen’in de hatırlattığı gibi, Edward Snowden’in ABD Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) ile ilgili 2013 yılında yaptığı ifşaatlar jeopolitik açıdan ilginç bir yol haritası sunuyor. NSA 2010’da yürüttüğü “Shotgiant” kod adlı operasyonuyla Huawei’nin sunucularını hack’lerken iki amaç güdüyordu: Şirketle Çin ordusu arasındaki olası bağların izini bulmak (bu konuda medyaya sızan bir bilgi olmadığı için elleri boş kalmış olabilir) ve şirketin cihazlarının güvenlik açıklarını tespit ederek Amerikan istihbarat servislerinin İran ve Pakistan gibi bazı müşteri devletlerle ilgili casusluk faaliyeti yürütmesini sağlamak. Snowden’in ifşa ettiği belgelerde NSA niyetlerini gizlemiyor: “Hedeflerimizin büyük bir bölümü iletişimlerini Huawei tarafından üretilen cihazlar yardımıyla sağlıyor. Bu ürünlerden yararlanmak ve bu hatlara erişim sağlayabilmek için ürünleri iyi tanıdığımızdan emin olmamız gerekiyor.” Huawei’nin dönüşümlü başkanı Guo Ping, bunun üzerine oldukça sağduyulu bir yorumda bulundu: “(Huawei) Washington’ın ayağına batan bir dikendir çünkü aklına eseni gizlice gözetlemesine engel oluyor.” Aslında Huawei 5G yarışını kazanırsa, istihbarat alanındaki Amerikan üstünlüğü büyük ölçüde tehlikeye düşecek. Çinli firma Amerikan istihbarat ajanslarıyla gayri resmi biçimde işbirliği yapmak için daha az istekli olacaktır. Kullanım bedeli... Ekonomik açıdan bakıldığında, 5G’nin gerektirdiği fiziksel altyapıların ötesinde, içerdiği fikri mülkiyet hakları ağıyla da ilgilenmek gerekiyor. Her şeyden önce 5G bir standarttır. Ondan faydalanmak isteyen her ağ veya cihaz, teknik şartnameye uymalıdır; bunun yolu da zorunlu olarak patentli teknolojilerin kullanılmasından geçiyor. Wifi, dokunmatik ekran, işlemci vs sahibi modern bir akıllı telefon en aşağı 250 bin adet patentle korunmaktadır (2015 yılına ait bu rakam görünüşe göre bugün daha da yüksektir). 2013’te yapılan bir tahmine göre, bu patentlerin 130 bini, 5G gibi teknik şartlara uyumlu “standart açıdan temel” patentlerdir (Standardessential Patents, SEP). Mobil teknolojileri alanında SEP sahibi olanların sayısı ve coğrafi dağılımı Amerika ve Batı Avrupa’nın aleyhine, Asya ülkelerinin ise lehine bir gelişim gösterdi. (5) Patent demek, kullanım bedeli demektir. 2G’nin ve başka önemli standartların kazananı olan Amerikalı Qualcomm böylece cirosunun üçte ikisini Çin’den ve büyük oranda da Huawei’den sağlamaktadır. Huawei tek başına 2001 yılında 6 milyar dolardan fazla kullanım bedeli ödedi; bu rakamın yüzde 80’i ise Amerikalı şirketlere gitti. Bu orantısız meblağlar karşısında harekete geçen Pekin, 2015 yılında Qualcomm’u hâkim konumu kötüye kullandığı için 975 milyon dolarlık bir cezaya çarptırdı. Bundan üç yıl sonra, Qualcomm’un Hollandalı NXP’yi alma girişimini şirketlerinin manevra alanını daha fazla daraltacağını öne sürerek engellemeyi başardı. Ama artık durumlar değişti. Huawei, 5G’ye bağlı temel standart patentleri elinde bulunduran en büyük şirketler arasında yer alıyor. Bu durum yine de fikri mülkiyet alanındaki küresel sisteme karşı eleştirel olmasına engel teşkil etmiyor. Telif ücretlerini “eşkıyanın yoldan geçiş için zorla aldığı haraca” benzeten Guo Ping, “uluslararası kulübe” kuralları herkes için adil ve kârlı olacak şekilde yeniden gözden geçirmesi için çağrıda bulundu. Elbette bir şirketin sahip olduğu patentin ne derece “temel” bir özellik taşıdığı ihtiyata tabi bir konudur. Bir analistin de vurguladığı gibi, eğer akıllı telefonlar bir uçak olsaydılar, Nokia ve Ericsson’un patentleri motor ve navigasyon sistemlerini kapsarken Huawei’nin patentleri sadece koltukları ve yemek servisi arabalarını korumaya alabilirdi... Huawei, buna rağmen, patentlerinin gücü ne olursa olsun, kendini bağımlılık konumundan çıkarmayı başardı. Çin için, patentler konusunda borçlanmak yerine borç vermek ekonomik açıdan daha mantıklı. Çin işte bu şekilde ABD ile arasındaki net telif geliri uçurumunu daraltmayı başardı: Amerikalı şirketler 1998 yılında Çinli şirketlerden 26.8 kez daha fazla patent kullanım geliri elde ederken 2019 yılında bu oran 1.7’ye düştü. (6) Pekin’in böylece dünya standartlaştırma kurumlarındaki ağırlığı da artmaya başladı (7). Uluslararası Elektroteknik Komisyonu ve Uluslararası Telekomünikasyon Birliği kurumlarının yönetiminde Çinliler bulunuyor. Uluslararası Standartlar Örgütü’nün (ISOInternational Organization for Standardization) ilk Çinli başkanının üç yıllık görev süresi 2018 yılında son buldu. Çin, Birleşmiş Milletler’de yüz tanıma teknolojileri ile ilgili kuralların belirlenmesinde son derece aktif bir rol aldı. ISO bünyesinde ise bağlantılı kentlere özel bir ilgi gösterdi; Alibaba’nın tercihli alanına giren bu konu Japonya’da kaygı uyandırmaktan geri kalmadı. (8) Çin ayrıca, 2020 yılında büyük törenlerle tanıttığı “China Standards 2035” programı aracılığıyla, kendi çıkarlarına uygun uluslararası kuralların geliştirilmesi için teknoloji şirketleri ve hükümet ajansları arasındaki işbirliğini iyleştirmeyi amaçlıyor. Peki şimdi ABD ne yapacak? Bazı gözlemciler şu anki Çin karşıtı kampanya ile Washington’ın Japon devlerini yola getirmeye çalıştığı 1980’lerdeki dönem arasında bir paralellik kuruyor. 1986’da, Japon Fujitsu, ünlü Amerikalı yarıiletken üreticisi Fairchild Computing şirketini satın alma niyetini açıkladığında Reagan yönetiminin birçok üyesi ve sanayiciler, boğazlarının sıkıldığını zannettiler. Sektördeki üst düzey bir yetkili o dönemdeki genel hissiyatı şöyle özetliyor: “Japonya’ya karşı savaştayız bu silahlarla ve kurşunlarla yürütülen bir çarpışma değil; cephanesi teknoloji, verimlilik ve kalite olan ekonomik bir savaştır.” (Los Angeles Times, 30 Kasım 1987) Bundan birkaç yıl önce de Beyaz Saray’ın teşvik ettiği ticari yaptırımlar başka bir Japon devi olan Toshiba’nın, Amerikan pazarında bilgisayarlarını satmasını engellemeyi başarmıştı. Trump’ın pazarlık kozu “Savaştayız” sloganı gerçekte pek değişikliğe uğramadı. ABDJaponya arasındaki ticari anlaşmazlık barışçıl bir yolla çözüme kavuşmuştu; pek çok Çinli de olayların buna benzer bir şekilde gelişeceğine ve bazı tavizler verilmesi pahasına sürdürülebilir bir anlaşmaya varılabileceğine inanmak istedi. Ancak böyle bir sonucun çıkma ihtimali gittikçe azalıyor. Trump yönetimi bu konuda üç cepheye ayrılmış durumda. Bunlardan ilki başkan Trump’ın cephesi. Tüm gelişmeler, Trump’ın Huwaei ve ortaklarına yönelttiği saldırıların Pekin’e karşı ticari bir avantaj elde etmek amacıyla yürütülen daha geniş bir stratejinin parçası olduklarını düşündürüyor. Zaten eğer gerçekten amaç Çin’in 5G üzerindeki hegemonyasını engellemek olsaydı, hedef tahtasına Huawei yerine devlete ait bir şirket olan ZTE oturtulurduoysaki ZTE sadece 1 milyar dolarlık bir cezayla paçasını sıyırdı. Huawei, Trump için, ticari müzakerelerde kullandığı bir pazarlık kozudur ve ayrıca bir kampanya sloganıdır. Şahinlerden oluşan ikinci cephenin öncülüğünü başkanın ticari danışmanı Peter Navarro ve ticaretle ilgili Amerikalı temsilci Robert Lighthizer yapıyor. Çin’in gücünü artırmasını engellemenin yaşamsal bir zorunluluk olduğuna inanan bu cephe, Huawei’ye bugüne kadar yapılanlardan daha ağır bir darbe vurmak konusunda tereddüt göstermeyecektir. Yaptırımların etkilediği Çinli şirketler yelpazesini genişletmeyi amaçlayan bütün önerilerin arkasında olanlar da yine onlar. Ve son olarak askersanayi blogunun oluşturduğu üçüncü cephe ise barış güvercini rolünü oynuyor. Bunun da elbette bir nedeni var: Çin bu blok için kârlı bir pazar oluşturuyor. Tek başına Huawei 2019 yılında Amerikalı üreticilerden 19 milyar dolarlık elektronik malzeme satın aldı. Ulusal sanayicilerin Çin’le ticaret yapması engellenirse, bundan fayda sağlayanlar yabancı rakipler olacaktır. Çin ve Amerika arasında geçen ocak ayında imzalanan ticaret anlaşmasının tam olarak uygulamaya geçeceği yönündeki umut devam ettikçe, içerisinde Maliye Bakanı Steven Mnuchin de yer aldığı güvercinler cephesi, Navarro ve Lighthizer’in Çin karşıtı ateşli çıkışlarını yumuşatmayı başarmıştı. Jeopolitik durumun kötüleşmesiyle ve Trump’ın Çin’i sorumlu tuttuğu Covid19 kriziyle birlikte, bu perspektif artık zayıflıyor. Üstelik Huwaei hiçbir zaman gerçekleşmeyecek görüşmelerin pazarlık kozu olma riskiyle karşı karşıya. Bu arada misilleme önlemlerinin sayısı da artıyor. Pompeo, ağustos ayı başında, interneti Çin Komünist Partisi’nin “zararlı etkisinden” temizlemeyi amaçlayan Temiz Ağ (Clean Network) programının güçlendirileceğini açıkladı. Washington, bundan birkaç gün sonra, Huawei’nin Amerikan şirketleriyle yakından veya uzaktan ilgili olan teknolojileri kullanma olanaklarının tümünü geri çekti. Bu durum, üretimini sürdürmek konusunda Huawei’in başını ağrıtacağa benziyor. Çünkü araştırmaya ayırılan devasa miktarlara, mühendis ordusuna ve “ev yapımı” yenilik üretme mazeretine rağmen, Huawei’nin kendinin üretemeyeceği ya da Çin’den tedarik edemeyeceği parçalar bulunuyor. Çin’de tasarlanan ama başka ülkelerde kaydedilen ve yapay zekâya dayalı özellikler için büyük önem taşıyan ultramodern Kirin çipleri buna bir örnek teşkil ediyor. Silikon Vadisi’yle on beş yıldan beri yarış halinde olan Çin, bu alanda büyük ilerlemeler kaydetti; hatta yüz tanıma sistemi gibi bazı teknolojilerde açık ara üstünlük sağladı. Bu arada, Çin’in bugüne kadar elinde tuttuğu esas koz, otomatik öğrenme algoritmalarını beslemek ve çalıştırmak üzere devasa veri hacimlerini toplama kapasitesiydi. Çin’in dijital devleri tarafından yapılan bu büyük veri toplama işlemini ayrıca mümkün kılan öğrencilerden oluşan ucuz işgücünün sömürülmesi olmuştu. Oysa bu model, Çin’in Tayvan veya ABD’de üretilen yüksek performanslı malzemelerin kesintisiz teslimatına güvendiği bir önceki dünyaya göre tasarlanmıştı. (9) Tedarik zincirlerinde bugün yaşanan kırılma Çin’in tüm yapay zekâyla ilgili üretimini tehlikeye soktu. Amerikalılar Huawei’ye savaş ilan ederken onun 5G alanında ilerlemesini frenlemekten ziyade, belki de yan şirketi HiSilicon aracılığıyla kendi yarıiletkenlerine sahip olmasını engellemeye çalışıyordur. Amerikalılar, sanayi politikası konusunda da saldırı pozisyonuna geçtiler. Meclis üyeleri, zamanla Huawei ve rakiplerinin sahip olduğu ağların yerini alabilecek açık mimarili ağların inşası için fon ayırmayı kararlaştırdı. Buna paralel olarak, halen Kongre’de tartışılmakta olan bir yasa kapsamında Amerikalı yarıiletken üreticilerine tahsis edilen bütçe, 10 milyar dolara çıkarıldı. Washington, jeopolitik gerilimlerin yaşandığı bir dönemde dijital öncülerini zayıflatmanın uygun düşmediğini anlamışa benziyor. Bu durumdan yararlanan ise Silikon Vadisi oldu: Trump, belli ki ABD hükümeti, 2018 yılı sonunda Ren Zhengfei’in kızı aynı zamanda Huawei’in finans müdürü olan Meng Wanzhou’nun Kanada’daki bir aktarma sırasında tutuklanmasını talep etmişti. Tutuklanan Meng’in cezası daha sonra ev hapsine çevrilmişti. Facebook’un patronunun tavsiyeleri sonucunda, TikTok uygulamasına karşı saldırıya geçmeye karar verdi. Pekin’in tepkisi genel olarak daha az saldırganca oldu. Çin’in, henüz Amerikan saldırısıyla karşı karşıya kalmadan çok daha önce, milyarlarca dolar kamu parası kullanarak teknolojik egemenliğini güçlendirdiğini söylemek lazım. (Bu arada bu fonların bir kısmı sağlık krizinde kullanıldığı için 5G’nin yayılmasında bir gecikme de yaşanmış oldu.) Mayıs ayında, Trump yönetimi tarafından Huawei ve tedarikçilerini etkileyen yeni kısıtlamaların açıklamasının hemen ardından Şi Cinping, 2025 yılına kadar birçok kilit teknolojide Çin’in liderliğini sağlayacak 1400 milyarlık bir planı gündeme getirdi. Bu aralar Çin’de çok moda olan iki deyimden biri tedarik zinciri ve teknolojik altyapıda hedeflenen “Amerikansızlaştırma”. “Çift şeritli ekonomi” deyimi ise yeniden iç pazara odaklanılmasını ve ihraç edilmeye müsait en yeni teknolojilerin geliştirilmesini bir arada sağlayacak yeni bir politik yönelimi ifade ediyor. İki yıla dayanacak stok TikTok’un Amerika’daki faaliyetlerinin gelecekteki satışı konusunda tartışmalar hızla devam ederken Pekin, ihracatını kontrol etmeyi hedeflediği teknolojiler listesini daha uzun hale getirdi. Listede içerik önerme algoritmaları, ses tanıma sistemleri ve birçok yapay zekâ uygulamaları da yer alıyor. Pekin ayrıca, Amerikan Temiz Ağ programına tepki olarak, Amerikan gözetleme ve casusluk faaliyetlerinin engellenmesine yönelik Global Data Security Initiative adlı kendi uluslararası internet ağını kurma girişimini duyurdu. Şimdilik Huawei direniyor. Meng Wanzhou’nun tutuklanmasından sonra yaptırımların sertleşeceğini öngören şirket, on ay ila iki yıl dayanabilecek bir stok yapmaya başladı ancak bazı parçalar bu zaman zarfında miadını doldurmuş olacaktır. Huawei’nin de çantasında çok sayıda 5G ağı sözleşmesi var. Cihazlarının çoğunun yakında Android güncellemelerine erişim sağlayamayacağının farkında olan şirket, kendi işletim sistemini geliştirmeye karar verdi: Harmony OS. Huawei’nin yakın gelecekteki akıbeti ne olursa olsun, Pekin, Moskova ve diğer başkentler mesajı doğru anladılar: teknolojik egemenlik bir zorunluluktur. Çin bu gerçeği zaten Trump’ın savaş ilan etmesinden çok daha önce anlamıştı. Trump’ın savaş ilanı sadece durumun aciliyetiyle ilgili hissiyatı güçlendirmiş oldu. Şaşırtıcı olsa da Pekin’i Ren Zhengfei’nin “Teknolojik bağımsızlık olmadan, ulusal bağımsızlık olmaz” vecizesini uygulamaya iten böylece Washington oldu. Durumun ironisi şu: ABD’nin Huawei’ye karşı yürüttüğü savaş, tedarik zincirinden Amerikalı üreticileri tamamen çıkarmış olan, teknolojik alanda daha ileri ve daha özerk bir Çin’in doğmasına yol açıyor. (*) The Syllabus portalının (thesyllabus.com) kurucusu ve editörü. “Her şeyi çözmek için buraya tıklayın” kitabının yazarı. Teknolojik çözücülüğünün sapması, FYP Yayınevi, Limoges, 2014. Çeviri: Zeynep Peker (1) Yun Wen, “Huawei Modeli. Çin’in Teknoloji devinin yükselişi”, Champaign, Illinois Üniversitesi yayınları, (Kasım 2020’de yayımlanacakAşağıdaki Huawei yöneticilerine ait alıntılar bu kitaptan alınmıştır). (2) Philipp S. Golub, “ABD ile Çin arasında jeopolitikten daha az ticari bir savaş”, Le Monde diplomatique, Ekim 2019. (3) Linda Weiss, Amerika AŞ? Ulusal güvenlik devletinde inovasyon ve İşletme, Ithaca, Cornell Üniversitesi Yayınları, 2014. (4) Yun Wen, op. cit. (5) Dieter Ernst, “Çin’in standart temel patent sorunları: Geç kalandan eşit oyuncuya mı?”, Uluslararası Yönetim İnovasyon Merkezi, Temmuz 2017, Waterloo (Kanada), www.cigionline.org (6) Gregory Shaffer ve Henry Gao, “Yeni bir Çin ekonomik düzeni mi?”, Journal of International Economic Law, Oxford, (yakında yayımlanacak). (7) John Seaman, Çin ve yeni teknik standardizasyon jeopolitiği, IFRI, Paris, Ocak 2020. (8) “Japonya, Çin’in akıllı şehir küresel standartlarına karşı ihtiyatlı davranıyor”, Nikkei Asian Review, 11 Ağustos 2020. (9) Paul Triolo ve Kevin Allison, “Yarı iletkenlerin jeopolitiği”, Eurasia Group, New York, Eylül 2020 ve Dieter Ernst, “Yapay zekâ çiplerinde rekabet: Teknoloji savaşı ortasında Çin’in mücadelesi”, Uluslararası Yönetim İnovasyon Merkezi, Mart 2020, Waterloo (Kanada), www.cigionline.org
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle