Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
larını paylaştığını söyleyip Washington’a döndü; işlerimizin Çin’e ya da başka uzak ülkelere gitmesi için oy verdi. Bildiğinizi sandığınız her şey yalan.” Ülkenin siyasi sınıfına gelince, Trump’ın gözünde hepsi tepeden tırnağa vicdansızlar sürüsü. “Washington çakalları benden, Çin’in işlerimizi çalıp, ülkemizi soyup soğana çevirmesine izin vermemi istedi, ama ben, Amerikan halkına verdiğim sözü tuttum. Bunlar şeytan ve küfrün varlıkları, sadece iktidar düşünen hainler; bıraksanız ülkenin sınırlarını yok etmeye yönelik çılgın programlarını uygularlar, hem de bir küresel salgının ortasında. Göçmenlere sizlerin vergileriyle gayri resmi avukatlık hizmetleri verir, polisin bütçesini yok eder, isyanları cesaretlendirir ve dört yüz bin suçluyu sokaklara ve mahallelerinize salarlar.” Başkan’a göre bu solcular “okulumuzu seçmeyi bize yasaklarken kendi çocuklarını ülkenin en iyi özel okullarına yazdırır. Kendileri dünyanın en güzel semtlerinde güvenlik kameralarıyla izlenen sitelerde yaşar. Polisin bütçesini kısarlar ama kendileri baştan sona donanımlı korumalara sahiptirler. Kasım ayında her alanda başarısız olan bu siyaset sayfasını çevirelim.” Trump’ın bağırıp çağırmaları yalnızca dalga geçebileceğimiz ya da küçümseyeceğimiz anlık çılgınlıklar değil. Uydurmaca bulutlarının ardında gerçeğin tohumu saklı. Bazı ilerici siyasetçilerin ayrıcalıklı sınıfların gözdesi olduğunu bilmeyen yok; prestijli medya kuruluşlarının, zengin üniversitelerin, seçkinlerin uğradığı kültürel kurumların yıllar içinde radikalleşmesi bu gerçeği iyi özetliyor. Bir örnek verelim: Ağustos sonunda kültürlü yöneticilere yönelik radyo NPR “Yağmayı Durdurmak” adlı bir kitabın yazarını davet etti. Bir diğer örnek gözde bir modacı tarafından tasarlanmış üzerinde “hepimiz feminist olmalıyız” sloganının olduğu uçuk fiyatlı tişört. Trump “Bana saldırıyorlar çünkü sizin için mücadele ediyorum” diyor. Hayır Trump bizim için mücadele etmiyor ama ona saldırdıkları kuşkusuz. Ve şayet “onlar” ondan nefret ediyorlarsa, bu, çoğu seçmen için onu desteklemek için yeterli bir gerekçe. O, onların düşmanlarının düşmanı. İşte Amerika’nın büyük bir kısmını meşgul eden şey Russiagate değil ama bu çatışma. Ne teamülleri küçümsemesi, ne askeri gücü abartılı kullanması, ne de sonuçları on binlerce ölüyle ölçülen salgın karşısındaki devasa beceriksizliği bu kendine özgü sınıf mücadelesi kadar ağır basmıyor: ABD’nin aydınlık sınıflarına karşı Trump. Bu sınıflar onun karşısında bugüne kadar görmediğimiz bir birlik oluşturdu. Trump için besledikleri nefret onu iyi bir başkana dönüştürmüyor (bu görev için bariz bir şekilde çok kötü) ancak normalde onun gibi bir şarlatandan uzak duracak milyonlarca insanı arkasına almasını sağlıyor. Esasen Trump’ın yarattığı hınç ona kalan tek özelliği. Bas bas bağırdığı ekonomi karnesi bir ağacın etrafına sarılı dumanlar içindeki bir paçavra; anmayı sevdiği yurttaşlar ve sanayiciler mahzenlerinde televizyon izleyip dünyadaki tüm ülkelerin çok daha iyi başa çıktığı ölümcül hastalığın buharlaşıp yok olmasını bekliyor. Ders vermeyi seven ilericileri reddetmek 3 Kasım seçimleri öncesi son şansı gibi duruyor. Peki Amerikalılar ilericilerden neden tiksiniyor? Cevabı ortada. Liderleri orta sınıflardan bahsetmekten vazgeçtiği için birçoğu azarlama siyaseti diye adlandırabileceğimiz şeye yöneldi. Covid zamanı bu durum daha da yaygınlaştı. Mesela şu sıralar dolaşımda olan bir videoda Black Lives Matter göstericileri bir kafenin terasında yemek yiyen bir kadının etrafını çevirmişler; kalabalık kadının yumruğunu kaldırıp harekete destek vermesini talep ediyor. (7) Suçlama ve ifşaların zirve yaptığı bu tarz olaylar hemen her gün sosyal mecraları işgal ediyor. İlericiliğin tehdit ve karalama üzerinden elitist bir siyasete dönüştüğü fikri giderek yayılıyor. İnsanların bu tarz siyasete korku ve nefret karışımı bir duyguyla baktığını söylemek yanlış olmaz. Panik, kafa karışıklığı, yergi, ses getiren suçlamalar: İçinde yuvarlanılan dünya bu ve bunun için birçok insan Trump’ı suçlu bulmuyor. Zenginleri suçluyorlar, ilericileri suçluyorlar. (*) Gazeteci. Yakın zamanda yayımlanan “The People, No, A Brief History of AntiPopulism”in yazarı, Metropolitan Books, 2020. Çeviri: Okan Urun (1) Bob Fitrakis ve Harvey Wasserman, “Bush 2008 seçimlerini iptal edecek mi”, 31 Temmuz 2007, www.commondreams.com (2) Elizabeth Drew, “Bu Watergate mi?”, 6 Şubat 2017, www.politico.com (3) Okuma tavsiyesi: “Russiagate, fiyasko”, “La valise diplomatique” , 26 Mart 2020. (4) Umhair Haque, “Sizi daha fazla nasıl uyaracağımızı bilmiyoruz. Amerika ölüyor”, Eudaimonia, www.eand.co, 30 Ağustos 2020. (5) Michael Anton, “Yaklaşan darbe mi?”, 9 Nisan 2020, www.americanmind.org (6) Salgın karşısında sadece harikalar yaratmadığı düşünülürse üste hiç oturmayan bir kostüm bu. Mart ayında New York huzurevlerine hâlâ bulaştırıcı olup olmadıklarını test etmeksizin Covid hastalarının alınması talimatı verdi. (7) Lauren Victor, “D.C. restoranında etrafı protestocularla çevrilen kadınım. İşte yumruğumu kaldırmamamın nedeni...”, 4 Eylül 2020, www. washingtonpost.com 3 5 EKİM 2020 Afganistan’da şiddet ve yokluk döngüsünden kaçmak için ‘umuda yolculuğa’ çıkanların bir çoğu sığınmacı kamplarında sıkışmış durumda. FRANSA, AFGANISTAN’DA KENDISINE YARDIM EDENLERI KORUMAKTA ISTEKSIZ Kâbil’in harkileri ANTOINE ORY* F ransa, 2014 yılında Afganistan’dan ayrıldığından beri, müdahalesi sırasında istihdam ettiği sivillerin yalnızca küçük bir kısmına vize verdi. Taliban’ın hain olarak gördüğü bu insanlar bugün iktidarın kapılarında öldürülme korkusuyla yaşıyor. Bu konuda Fransız devletinin ataleti, eski çalışanlarının ülkelerine iade edilmelerine karşı çıkan siyasi iradenin yerini aldı. “Lafayette görev gücü, size bu mükemmellik belgesini çalışkanlığınızın, adanmışlığınızın, hizmet anlayışınızın, profesyonelliğinizin ve NATO ve Fransız ordusu içindeki göreve olan bağlılığınızı takdir ederek sunuyor”... Fransız askerlerinin Afganistan’dan ayrılmasından neredeyse altı yıl sonra, bu madalya, kendilerine olan bağlılığının bedelini hâlâ ödeyen Wahid F’nin gözünde tüm parlaklığını yitirdi. Birçok yurttaşı tarafından dışlanmış, hâlâ Kâbil’de yaşıyor. Şu anda ölüm tehditleri, saldırılar karşısında varoluşunu karısı ve dört çocuğuyla sürekli taşınarak bir hayalet gibi sürdürüyor. Mart 2019’da Taliban’ın “misilleme” olarak kardeşini öldürdüğü Wahid F, “iş bulamıyorum, tanınmaktan korkuyorum, çok tehlikeli” diyor ve bir gün Fransız topraklarına ayak basabilme umudunu besliyor. Yaklaşık sekiz yüz yurttaşı gibi o da“PCRL(Yerel Sözleşmeli Sivil Personel” kısaltma adıyla bilinen Fransız ordusunun Afganistan’da varlığı sırasında çevirmen, mağaza görevlisi, aşçı veya şoför olarak istihdam edildi fakat Fransız ordusu Afganistan’dan ayrılırken onları kendi kaderlerine terk etti. Kendilerini tarjuman (Afganistan’ın Dari lehçesinde tercümanlar) olarak adlandıran bu yerel hizmetliler, Fransız askerleri ile halk arasındaki bağı kurdular, iş sözleşmelerinin amacından bağımsız olarak (1) bazen savaşa katılacak kadar ileri gittiler. 11 Eylül’den sonra ABD öncülüğünde gerçeklesen “Immutable Liberty” (Değişmez Özgürlük) adı verilen saldırıya destek olarak ve BM Güvenlik Konseyi tarafından yetkilendirilen Uluslararası Güvenlik Yardım Gücü (ISAF) çerçevesinde bu iki misyon daha sonra Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün komutası altına geçti. Fransa, 20012014 arasında Afganistan’da görev aldı ve 80’i öldürülen yaklaşık 70 bin askerini orada konuşlandırdı. Bu da süresi açısından bu harici operasyonu en ölümcül operasyonlardan kılıyor. Değerlendirme karmaşası Paris’in üzerinde hiçbir askeri baskısı olmayan esasen Amerikan bu savaş, Washington’a karşı bir vasilik işareti olarak görüldüğü için yanlış anlaşıldı ve hatta yer yer eleştirildi (2). Geçen şubat ayında, tarihindeki en uzun ve en maliyetli silahlı müdahalenin sonunda, Taliban ile varılan barış anlaşmasına göre (3) ABD, Mayıs 2021’e kadar tüm ordusunu geri çekme sözü verdi oysa Taliban ile savaşacaklardı. PCRL’ler konusu devletlerce farklı şekillerde değerlendirildi. Almanya gibi bazı ülkeler Fransa’nın askeri birliğine eşdeğer bir birliğe sahip olanlar neredeyse tamamını kendi toprağına çekme kararı alırken ABD gibi diğerleri ise özel göçmenlik vizelerinin verilmesini sağlayan bir mevzuat uygulamasını seçti. Fransa farklı bir tutum sergiledi ve çeşitli “yeni konumlama” sistemleri uygulama kararı aldı. İlk mevzuat, Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin (20072012) Fransız birliklerinin çekilmesi kararının onaylamasının ardından Ocak 2012’de uygulandı. Bu mevzuat, işten çıkarma tazminatı ödenmesini, Afganistan’a yeniden yerleşme yardımı ve son olarak tehdit altında bulunanlar için, tehdit düzeyine ve sağlanan hizmetlerin kalitesi ve hizmetlinin entegrasyon kapasitesine bağlı olarak Fransa’da “uzun süreli oturum” vizesi verilmesini sağladı. Bu son kriter üzerinden ve dolaylı olarak aslında hizmetlinin dini vecibelerine bağlılık derecesine göre (4) bir değerlendirmenin amaçlandığını düşünmek mümkün. Bu acımasız ve keyfi seçim sonunda, sadece 73 (PCRL) yerel sözleşmeli personelin başvuruları kabul edildi. Bu uygulamanın yönetiminden sorumlu savunma, içişleri, dışişleri, sosyal hizmetlerden sorumlu bakanlıklar memnun oldular ve bu ağır dosyayı kapatabileceklerini sandılar. Avukat Caroline Decroix tarafından oluşturulan Fransız ordusunun eski Afgan tercümanları ve yardımcıları birliğinin harekete geçirilmesi sayesinde, Mayıs 2015’te ikinci bir uygulamaya geçildi. Hak ettiği tanıtımı yapmamaya özen gösteren ve eski yerel hizmetlilerin dosyalarını bir araya getirmeleri için sadece birkaç haftalık bir süre tanıyan yönetimin saptırdığı bu süreçte, 103 PCRL personele sözleşmeli yerel eski personele ve ailelerine vize verilmesini mümkün kıldı; diğer 149 talep ise gerekçe gösterilmeden reddedildi. Son olarak, Kasım 2018’de; 2015’te reddedilen başvuruların yeniden incelenmesine odaklı üçüncü bir süreç, 51 tercümana vize verilmesini sağladı. Toplamda, 800 hizmetliden yalnızca 227’si Fransa’ya ilticaya hak kazandı (5). Ancak Eski Tercümanlar Derneği’nin, gönüllü avukatların da yardımıyla (6) ret kararlarına itiraz edebilmesi engelliydi: Eski hizmetliler için öngörülen genel bir vize başvuru hakkı söz konu değildi. İdari yargıç, herhangi bir başvuru incelemesinde olduğu gibi, duruma göre karar veriyor ve özellikle, başvuranların Fransız ordusu nezdindeki görevlerinin yanı sıra ileri sürülen tehditlerin düzeyini de dikkate alıyordu. Taliban’ın misillemelerinin yoğunluğunu tercüman tarafından yerine getirilen görevlerin niteliğine uyarlaması olası görünmediğinden yargıcın durum değerlendirme ölçütü belirsizlikten de öte başlıca bir sorunu oluşturuyordu. Çalışanlar ayrım gözetmeksizin hain olarak algılanıyordu. Danıştay’ın 2018 ve 2019 yıllarında aldığı iki karar (7) Devleti “görev nedeniyle korunma” kuralına uyarak bu görevden dolayı tehdit altında bulunan müstahdemi korumaya mecbur kılabilir ve umut olabilirdi. Tarihte Kral’ın memurlarını yasal kovuşturmadan tasarlanmış olan bu mevzuat, günümüzde devlet memurlarının genel statüsünü çerçeveleyen 11 Temmuz 1983 tarihli Le Pors yasasınca yönetiliyor. Yasa Danıştay’ın, söz konusu izni yalnızca tehdit altında bulunan ve işlevsel koruma talep etme hakkına sahip eski PCRL’lere vermekle kalmıyor, sözleşmeler yerel hukuka tabi olsa da yurtdışında işe alınmış ve görevleri daimi olmayan kamu çalışanlarını da kapsıyor. Başka bir deyişle, PCRL’ler, Fransız ordusuna hizmetlerin kendilerini, tehditlere maruz bıraktığını ve korunmak için kendilerine vize verilmesi gerekliliğini savunarak Savunma Bakanlığı’na “görev nedeniyle koruma” talebinde bulunabilirler. İkinci aşamada, olası ret kararını dava da edebilirler. Çoğu zaman üstü kapalı yürütülen bu soruşturmalarda, bakanlık onlara yalnızca istisnai olarak cevap verme zahmetine giriyordu. Ancak, bu alandaki büyük ilerleme bakanlık tarafından oynanan sinsi manevralarla süratle sınırlandı. O zamana kadar, eski çalışanlarına muamelesinde ihmale eşdeğer olarak görülebilecek davranış, gerçekte onların korunma taleplerine sistematik olarak karşı çıkmaya yönelik siyasi bir iradeye dönüştü. Ekip kuruldu Bakanlık, bu nedenle, tercümanlardan (8) gelen dosyalardaki tüm hassas çizgilerinin izini sürmeye adanmış yedi avukattan oluşan bir uzman grubu istihdam etti. İz sürme ekibi görev nedeniyle korunma talebi dosyalarını zayıflatmak için her belge üzerinde ister kira sözleşmesi ister tehdit mektubu, tıbbi sertifika titizlikle çalışıyordu. Bakanlık, halen temsil edildiği duruşmalarda, eski çalışanlarının mağduriyet iddia ettikleri tehditlerin abartıldığını, hatta hayal edildiğini ve bunların geçmiş görevleriyle ilgisiz olduğunu varsaydığını belirtti. Oysa Ulusal Meclis’in (9), Avrupa İltica Destek Ofisi’nin ve Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (10) gözlemleri aksi yönde. Temmuz 2019’da Danıştay görev nedeniyle korunma sağlama taleplerinin koşullarını açıkladı: O tarihten itibaren, tehditlerin kişisel, güncel ve doğrudan tercümanın (11) eski görevleriyle bağlantılı olduğunun kanıtlanması gerekiyordu. Bu da gerekli kanıt düzeyini neredeyse erişilemez bir eşiğe yükseltti. Eski bir hizmetlisine görevi nedeniyle korunma sağlayan nadir mahkeme kararlarının neredeyse tamamı, artık niyetlerini gizlemeyen bakanlığın temyiz başvurusuna konu oldu. Amaç eski Afgan çalışanlarının gelmesini engellemek. Adil olmayan bu tavrın birçok nedeni var: Finansal maliyet, yasadışı bir göçmenlik ağı üzerinden sızma korkusu veya gizli bir terörizmin gelişmesi. Olay yerindeki tehlike azalmadığı halde, prosedürlerin belirsizliği ve yavaşlığından cesaretini yitirenler Afganistan’ı kendi başlarına terk etmeyi seçiyor ve bu “umuda yolculukta” tehlikeli göçmen rotasını takip ediyorlar. Bu yolculuk onları bazen İran’da, Hindistan’da veya Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yüz binlerce göçmenin sınır dışı edilme tehdidini canlı tuttuğu Türkiye’de durduruyor. OcakEylül 2019 arasında (12) 32 bin Afgan kendi ülkesine iade edildi veya Avrupa ülkelerine gönderildi. Eski hizmetlilerin kurtuluşu artık yalnızca Fransa’ya sığınma başvurusunda bulunabilecekleri yasadışı yollarla gelme ihtimalinde yatıyor. Çünkü eski PCRL’ler bir çeşit paradoksla karşı karşıyalar: Devlet onlara Fransa’ya gelebilmeleri için vize vermeyi reddediyor ama yasadışı bir şekilde girdikleri takdirde, Ulusal İltica Mahkemesi’nin sürekli olarak belirttiği gibi mülteci statüsü veya ikincil koruma haklarını alacaklar. Eski işverenleri tarafından terk edilen tercümanlar, hak ettikleri korunmadan yararlanmak için tek başlarına tehlikeli bir sürgüne mahkum ediliyorlar. Meclis’te bu konuyu Eylül 2020’den itibaren araştırmaktan sorumlu komisyon, hataların bir değerlendirmesini yapmayı, şeffaflığı artırmayı ve görev nedeniyle korunma sistemine erişimi mümkün kılabilir. Çünkü yasal zeminde gelişme kaydedilemezse, sorun yarın aynı şekilde Fransız ordusunun Sahel’de (Sahra) çalıştırdığı hizmetliler için ya da başka yerlerde de ortaya çıkar. Facebook’taki 16 Şubat 2017 tarihli bir kampanya videosunda, Cumhurbaşkanı adayı Emmanuel Macron, Harkiler (Cezayirli yerel işbirlikçiler) ve Afgan tercümanlar arasında bir paralellik çizdi. Fransız devletinin onlara karşı “kusur” işlediğini kabul etti. Ahlaki ya da hukuki olsun, böyle bir kusurun bir tür sorumluluk gerektirip gerektirmeyeceği meçhul. (*) Paris barosunda avukat. Çeviri: Diane Dilek Cat (1) Brice Andlauer, Quentin Müller, “Tercüman. Bir Fransız ihanetine soruşturma”, Bayard, Paris, 2019. (2) Alain Gresh, “Fransız ordusu neden Afganistan’dan çekilmeli?”, Nouvelles d’Orient, site du Monde diplomatique, 18 Eylül 2008. (3) Georges Lefeuvre, “Afganistan’ın kaderini sarsan üç gün”, “Afganistan’da Amerikan izdihamı”, Le Monde diplomatique, Nisan 2019 ve Nisan 2020. (4) Serge Slama, “Tercümanın hizmetinde görev nedeniyle koruma” Plein droit, n° 124, Paris, Mart 2020. (5) “Meclis’ten JeanChristophe Lagarde’nin sorusuna Savunma Bakanlığı’nın yanıtı”, 17 Aralık 2019 (6) Makalenin yazarı da bu grupta. (7) Danıştay, n° 424847, 14 Aralık 2018, et n°421694, 1 Şubat 2019. (8) Quentin Müller “Grande Muette’in Unutulan Tercümanları”, l’Express, Paris, 5 Mart 2020. (9) Philippe Meunier ve Philippe Nauche, “Afganistan’dan çekilme hakkında bilgi raporu”, Ulusal Meclis, 26 Şubat 2012. (10) ) Avrupa İltica Destek Ofisi’nin 2016 raporu ve “Başvuru sahiplerinin uluslararası koruma ihtiyaçlarının değerlendirilmesi için uygunluğa ilişkin BMMYK Kılavuz İlkeleri, Afgan iltica”, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, 19 Nisan 2016. (11) Danıştay, n ° 430056, 12 Temmuz 2019. (12) Karş. Delphine Minoui, “İstanbul’da Afgan mültecilere tuzak”, Le Figaro, 24 Eylül 2019.