Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 Akademi 31 Mayıs 2017 Çarşamba Üniversitenin fonksiyonları üzerine bir tartışma Ahmet Özer Türkiye’nin bugüne değin bunca potansiyeline rağmen hak ettiği demokratik yapılanmayı gerçekleştirememesi ve ekonomik gelişmeyi sağlayamamasının birçok yönetim sorununun ötesinde asıl nedeni genel olarak eğitim sistemini, özel olarak üniversiter yapıyı oturtamamış olmasıdır. Üniversitenin başat işlevi bilimsel araştırma yapmak, bilim insanı yetiştirmek ve nihayet üniversiteye girmiş olan öğrencilere eğitim ve öğretim yoluyla bir dalda uzmanlık ve formasyon kazandırmak; bunun için gerekli temel nitelikteki bilimsel bilgileri aktarmaktır. Böyle bir üniversiter yapının her şeyden önce yönetsel ve mali açıdan özerk, bilimsel açıdan özgür olması gerekir. Akademik özerkliğin ve bilimsel özgürlüğün olmadığı yerde gerçek bilim gelişmez. Göç eden insan gücü kendine değer verilen yere gider yerleşir ve orada gelişir. Arkasında bıraktığı “çorak vasat”ta yaratıcılık gelişmez. Yaratıcılığın olmadığı yerde bilimden, bilimin olmadığı yerde çağdaş üretim ve refahtan söz edilemez. Bunların olmadığı yerde nitelikli araştırma yapılamaz, nitelikli öğrenci yetiştirilemez, nitelikli bir gelecek yaratılamaz. l Türkiye ve bilim Coğrafya ve nüfus açısından dünyanın ilk otuz ülkesi arasında olmasına rağmen Türkiye’nin evrensel bilime yapmış olduğu katkı çok alt seviyededir. Darülfünun’un 1863’teki kuruluşundan bu yana bunca yıllık geçmişine rağmen üniversitelerimizde ve bilimsel hayatımızda (özellikle sosyal bilimler alanında) dünya çapında özgün fikirlerin, teorilerin, buluşların ortaya çıkmamasında ezberci ve zapturaptçı anlayışın payı büyüktür. Türkiye’den şimdiye kadar bilim alanında kimsenin Nobel Ödülü almaması sorgulanması gereken manidar bir durum değil mi? Ülkemizdeki bilimsel gelişmeyle bir ilgisi olmayan Aziz Sancar’ın aldığı ödülle övünüyoruz. Bu durum, bilginin ve bilimin giderek egemen olduğu bir dünyada başta üniversite olmak üzere eğitim sistemimizin sorgulanarak 1933 reformuyla İstanbul Üniversitesi’ne dönüştürülen Darülfunun’un kuruluşundan bu yana geçen bir buçuk yüzyılda evrensel üniversiter düzeye ulaşabildik mı? yeniden gözden geçirilmesi gereğini ortaya koymaktadır. l YÖK’ün fonksiyonu Üniversitelerimizin hem akademik yeterlilik ve yaratıcılık hem eğitim öğretim faaliyetleri hem de üniversitetoplum diyoloğu ve etkinliği bakımından çağdaş üniversite düzeyinin altında bulunduğu genel kabul görmektedir. Bunun böyle olmasında tarihsel ve toplumsal koşullar yanında hiç kuşkusuz genel olarak sosyoekonomik gelişmişlik düzeyinin ve bir bütün olarak sistemin payı büyüktür. Ancak asıl sorun üniversitenin kendi yapılanmasından ve bu yapılanmanın yarattığı sorunlardan kaynaklanıyor. Bunda 1980 darbesinin üniversiteleri kontrol altında tutmak için çıkardığı YÖK yasasının payı azımsanmayacak derecededir. Bu yasayla özerk olması gereken üniversite vesayet altına alınıyor, iktidarlar da bu sayede her dönem üniversiteleri teşvik etmek yerine kendi arka bahçeleri haline getirmeye çalışıyor. Evrensel ölçülerde demokratik bir üniversiteye ulaşmanın önünde engeller var. Üniversiter yapının henüz oturmamış olması, yönetsel özerkliğin ve bilimsel özgürlüğün var olmaması önemli bir sorun olarak önümüzde duruyor. Mevcut engellerden en önemlisi bugünkü yapısı ve işleyişiyle YÖK’ün varlığıdır. Bu sorun çözülmediği sürece bilimsel araştırmalardan istenilen sonuçların alınması, yaratıcı eğitim ve öğretimin hayata geçirilmesi ve nite likli öğrencilerin yetiştirilmesi zor görünmektedir. Bu sorunu etraflıca ele alıp sorgulamak, gerekirse bu alanda radikal değişikliklere gitmek gerekir. Çağımızda bilgiyi üretenler ile onu tercüme ya da transfer edenler aynı safta ve düzeyde olmayacaklar. Bilgiyi üretenler dünya çapında yönetecek, onu ithal edenlerse yönetilmeye mahkum olacaklar. Türkiye bu bağlamda bir yol ayrımındadır. Ya evrensel bilimin kural ve kurumlarını içselleştirerek yoluna devam edecek ya da bilim kuruluşu olan üniversiteyi iktidar erkinin aracı olarak kullanarak geleceği kendi elleriyle heba edecek. Çünkü mevcut süreç ister istemez bilimsel gelişmeyi engelleyen bariyerleri güçlendirecek. lBilimsel gelişmeyi engelleyen bariyerler Bilimsel yaratıcılığı engelleyen üç temel bariyer otorite, gelenek ve kişinin kendisidir. Kişi bir otorite korkusuyla hareket ederse (ki YÖK bunlardan biridir), ister istemez korkar, siner ve bir süre sonra otosansüre başvurur. Bu onu yaratıcılıktan uzaklaştırır. Türkiye’de durum hâlâ bu düzeydedir. İnsanlar sürülüyor, işlerinden atılıyor, ideolojik ve siyasi mülahazalarla ayrımcılığa tabi tutuluyor. Bunun olmaması için öncelikle bilimsel çalışma yapan kurumların kurumsallaşarak kişilik kazanması gerekir. Bu da çağdaş bir üniversitenin zorunlu olarak sahip olması gereken özel ?KİMDİR Ahmet Özer, Hacettepe Üniversitesi’nde felsefe okudu. Aynı üniversitede Sosyoloji, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde bilim ve siyaset felsefesi alanında yüksek lisans yaptı. “GAP’ın SosyoEkonomik, Kültürel ve Politik Boyutları” adlı doktora tezi ile 1995 yılında sosyoloji doktoru oldu. 1993’te İsrail’de, 1994’te Almanya ve İtalya’da yerel yönetimlerle ilgili inceleme ve araştırmalarda bulundu. 1995’te Avrupa Topluluğu’nun davetiyle Portekiz’de konferanslara katıldı. 1996’da İstanbul’da Birleşmiş Milletler tarafından düzenlenen HABİTAT II Zirvesi’ne delege olarak katıldı. 1997’de ABD’de yerel yönetimler, insan hakları ve başkanlık sistemi, Kürt sorunu konularında araştırma ve incelemelerde bulundu. 2009’da “11 Eylül, ABDTürkiye ve Küreselleşme” tezi ile profesör oldu. Yayımlanmış 27 kitabı ve çok sayıda makalesi vardır. Toros Üniversitesi’nde öğretim üyesi. likleri gerektirir. Bilimin özgür, yönetimin ise özerk olması gibi... Türkiye’deki yükseköğretim paradigması içinde maalesef ne bilim tam özgürdür ne de yönetim tam özerk... Kimi zaman resmi ideoloji her şeyin üstündedir. Resmi ideolojiyi eleştirmeden bilimi geliştirmek, üniversiteye saygınlık kazandırmak mümkün değildir. Bilim üretmenin en önemli koşulu, özgür düşünce ortamıdır. Böyle bir ortam yoksa bilimi üretenler riskleri göğüsleyip bu ortamı yaratmak durumundadır. Çünkü nereden gelirse gelsin direktiflerle, emirlerle, yasaklamalarla bilimsel çalışma sürdürmek mümkün değildir. Bunlarla ancak resmi ideoloji üretilir, bilim üretilemez. Yeni bir model ihtiyacı ayan beyan ortadadır. >>