24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 Akademi 12 Nisan 2017 Çarşamba Hukukta bulanıklık Necmiye Alpay Bu yazı, gündelik hayatımıza gitgide daha çok tasallut eden tehdit yüklü “terör” sözcüğü ile türevlerinin birer hukuk terimi olarak kullanılmasındaki anlam bulanıklığıyla ilgili. İşaret etmeye çalışacağım problem daha bu ilk cümlede kendini gösteriyor. Gerçekte, en azından dilbilimde, bulanıklık yaratan bir kullanımı “terim” sınıfından saymamak gerekir, çünkü “terim” denen söz/sözcük türü bulanık olmamakla, net ve tekanlamlı olmakla tanımlanır. Her ne kadar bu netlik her zaman kolay sağlanamasa da terimler konusunda ideal olan odur, ona yaklaşmaya çalışılır, “terim birliği” adı verilen daha geniş çerçevelerde ulusal ve uluslararası düzlemlerde ortak tanım çalışmaları yapılır. Terimlere en çok uzmanlık alanlarında ihtiyaç duyuluyor. Bir fizikçi ya da kimyacı, “molekül” sözcüğünden herkesin ne anlayacağını çok iyi bilir, bilmek zorundadır, çünkü aksi halde doğabilecek hatalar nedeniyle konusu üzerinde çalışması, çalışmalara katkıda bulunması olanaksıza meyleder. Eğer bilim insanı bir terimi yerleşik olandan farklı bir tanımla/içerikle kullanmak gereğini duyarsa, bunu genel kabul görebilecek güçte bir gerekçeyle açıklamak zorundadır. lHukuk disiplininde terimler Hukuk da terimlere en çok ihtiyaç duyan disiplinler arasında. Başta hükümler olmak üzere hukukun her alanında terimlere en az kavramlar ve ilkeler kadar ihtiyaç duyuluyor. Yazılı sözleşme yapmış olanlarımız bilir: Sözleşmenin ilk satırlarında belirli sözcüklere somut karşılıkların tahsis edildiğini görürüz. Diyelim bir yazar ile yayınevi arasında sözleşme yapılıyorsa, “yazar”, “yayınevi” ve “eser” sözcükleri öylece bırakılmayıp denk düştükleri kişi, yayınevi ve yapıt adları açıkça belirtilir. Artık sözleşme boyunca (“bundan böyle” der terimbilgisi), “yazar”, “yayınevi” ve “eser” sözcükleri her geçtikleri yerde o addaki kişi, yayınevi ve yapıt olarak anlaşılacaktır. Öğelerin böylece somut olarak tanımlanmasının (yani terimleştirilmesinin) nedeni, işin ucunda adliyenin olmasıdır. Sözleşmeyle ilgili bir uyuşmazlık durumunda başvurulacak yargıcın kimden, hangi kurumdan, hangi yapıttan vb. söz edildiği konusunda tereddü Vedat ARIK Gazeteci Ahmet Şık hakkında aynı anda birbirine zıt örgütlere üyelik suçlamasıyla verilen tutuklanma kararı hukukta bulanıklığın en büyük işareti değil mi? de kapılmaması amaçlanır, çünkü tereddüdün giderilemediği durumlarda sözleşme geçersiz sayılacaktır. Sonuçta birer toplumsal sözleşme olan yasaların da berrak olmaları esastır. Bulanıklık belki insan ruhunun en belirgin özelliklerindendir ve edebiyat gibi, ruhbilim gibi iç dünyamızı kurcalayan alanlar en çok bulanık olanla ilgilenirler. Ancak onlar da bulanıklığın ardında ne gibi netlikler olduğunu sezmeye çalışırlar. Hukuk gibi uygulamalı disiplinler ise yine kaçınılmaz bir biçimde sezgilerine başvursalar da sonuçta hükümlerine netlik üzerinden varmaları beklenir. Ve her yargıcın Hz. Ömer olmadığı bir dünyada, yasanın ifadesini yargıcın ve aslında tüm ilgililerin gözünde mümkün olduğunca az tereddüt yaratacak biçimde berrak kılmak yasa koyucunun görevlerindendir. Yasa koyucular bu amaçla yasalara gerekçeler de eklerler. lTerimlerde netlik/ yorumlamanın meşruiyet sınırı Terimlerde netlik sağlamanın her zaman kolay olmayacağı, çoğu vakada az ya da çok yoruma ihtiyaç duyulacağı açıktır. Bunun bir nedeni, sanık ya da yargıç, biz insanların halle rindeki sonsuz çeşitlilikse, diğer bir nedeni, tıpkı dilin diğer öğeleri gibi terim dediğimiz sözlerin/sözcüklerin de bazı “oluş ve bozuluş” süreçlerinden geçmeleridir. Ancak her yorumun kaçınılmaz bir meşruiyet sınırı vardır, olmalıdır. Yargıçlar her ne kadar yasa hükümlerini uygularken yorumdan büsbütün kaçınılamayacağını bilseler de kararlarında bir yandan metin içi ve metin dışı “bağlam”lardan, hukukun genel ilke ve kavramlarından yararlanırken, bir yandan da dayanacakları en sağlam temelin hukuk terimleri olduğunu bilir ya da sezerler. Elbette, güvenilen dağlara kar yağmamış, hukukun terimleri siyasal basıncın ağırlığı altında eğilip bükülmüş, tanınmaz hale gelmiş değilse. Bizim ülkemizde “terör” sözcüğünün başına gelenler, on yıllar boyu “anadili” sözcüğünün başına gelenleri misliyle katlamış durumda. Bunlar yalnızca dilsel olmaktan fazlasıyla uzak, uğradığımız haysiyet ve can kayıplarıyla fazlasıyla ilgili olaylardır. Bugün mahkemelerde bir gazetenin, haber dilinde dolaylı kip (aktarma kipi) kullanırken bir cümleyi “söyledi / ifade etti” fiilinin yerine “hatırlattı” fiiliyle bitirmiş olması, “terör propagandası”, hatta “terör örgütü üyeliği”ne kanıt olarak dosya ?KİMDİR Necmiye Alpay, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1969’da mezun oldu. Doktorasını ParisNanterre Üniversitesi’nde uluslararası iktisat alanında yaptı (1978). Kısa süreli öğretim üyelikleri dışında, çevirmen, dil danışmanı ve yazar olarak çalıştı, çalışıyor. lanabiliyor. Bu tür durumlarda mahkemeler artık bilirkişiye başvurmak gereğini bile duymuyor. Belleğimizde kalan son bilirkişi örneği, Hrant Dink’in bir yazısından ötürü “Türk düşmanlığı”yla yargılandığı davadır. O davada haklı olarak Dink lehine görüş bildiren bilirkişi dikkate alınmamış, mahkeme aleyhte karar vermişti. Böyle bir durumda, hukukun temel ilkelerinden olan “şüphe sanığın lehine değerlendirilir” ilkesi akla gelmeyebilir mi? Ve “ölçü”nün bulanıklığına temel ilkelerdeki bulanıklık eşlik etmiş olmuyor mu? Peki “yorum”un uyması gereken temel ölçüler neler? İşte bu son soruya yanıt için bir ipucu: ... hukuk normu başlı başına ve tek bir metin olmayıp hiyerarşik özellikler gösteren bir sistemin parçasıdır. Tıpkı bir pazıl gibi yapılan yorumun pozitif hukuk1 sistemi içinde uyumlu olması beklendiği gibi genel ve hukuk normunun yöneldiği idesi ile de uyumlu olmak durumundadır.2 lTanımda oybirliği olmadığı efsanesi Böyle iken, ülkemiz hukukunda uzun bir süredir ceza hükümlerine, hatta Terörle Mücadele Kanunu gibi bütün bir yasaya esas kılınacak kadar çok kullanılan “terör” sözcüğüyle ilgili olarak tanık olduğumuz bulanıklığa yıllar önce uydurulmuş bir kılıf var: Bu sözcüğün tanımında oybirliği olmadığı efsanesi. Efsane diyorum, çünkü gerçek şu: “Hükümetlerin kendilerine muhalif olanlara ‘terörist’ demesiyle terörist olunmuyor. Terörün uluslararası alanda genel bir kabul gören tanımı var.” Yukarıdaki iki cümleyi, olabilecek en yetkili kaynakların birisinden, ünlü uluslararası yargıç Rıza Türmen’in 6 Mart 2016 tarihli “Terör ve hukuk” başlıklı, belirleyici önemdeki yazısından aktardım3. Türmen bu makalesinde sözünü ettiği tanımı 1999 tarihli “Terörizmin Finansmanının >>
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle