Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Günler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 Akademi 30 Aralık 2017 Cumartesi Antibiyotikli etler, GDO’lu yemler ve doğuda bir köy Bülent Şık Bu yazıda vegan beslenme ile ilgili konulara girmiyorum. Amacım en önemli toplumsal meselemiz olan barış ile sağlıklı beslenme arasındaki bazı ilişkilere dikkat çekmek. Hayvanları yaşam hakkı olan bir canlı olarak değil de işlenecek bir malnesne olarak gören ve beslenme ihtiyacımız ile bağı kopmuş gıda üretim sistemlerinin insan ile hayvan arasındaki binlerce yıldır süregelen refakat ilişkisini nasıl tarumar ettiğini de bir mesele olarak görmeli elbette. Bitkiler hayvanlarla bir ortak yaşam ilişkisi kurmuştur. Hayvanların baharda meraya çıkarılması sadece hayvan sağlığı için değil hayvanların saçacağı gübreler vasıtasıyla meraların sağlığının korunması için de gereklidir. Yaşadığımız coğrafyanın ekolojik şartlarına göre tarım yapmak, insanların sağlıklı gıdalara erişimini de kolaylaştıracaktır. Ancak sağlıklı gıda maddeleri üretmek sadece ekolojik ve teknik bir yöntem meselesi değildir. Toplumsal barış ile de ilgilidir. Çocuklarda hormonal sağlığı tehdit eden kimyasallar, yetersiz beslenme, toprak ve su gibi hayatın teminatı olan ortamlardaki toksik madde kirliliği veya yıldan yıla ülkemiz çocuklarında çığ gibi büyüyen obezite sorunu gibi, bir toplumun geleceğini ilgilendiren hayati meselelerin görünür kılınması ve tartışılabilmesi, toplumsal çatışmalarını en azından asgariye indirebilmiş bir toplumda mümkün ancak. Ülkemizde bu konularda en küçük bir ses seda çıkmıyor. Bu meseleleri dert edinen az sayıda insanın da başı devletle dertte zaten. Bu bir genelleme ve doğruluğu tartışılabilir elbette. Ama emin olduğum şey şu: Devletin yurttaşlarına şiddet uygulamakta hiç zorlanmadığı, yasaların bu konuda herhangi bir sınırlama oluşturmak şöyle dursun genellikle yapılan şiddetin üzerini örtmekte kullanıldığı, faillerin korunduğu, mağdurların suçlandığı bir ülkede, insanların sağlıklı beslenmesini teminat altına alacak gıda güvenliği çalışmalarının iyi yapıldığından söz etmek mümkün Herkesin bildiği hakikat: Anadolu coğrafyası bozkırdır. Büyükbaş hayvancılığa değil koyun yetiştiriciliğine uygundur. Harita, MEB Temel Eğitim Programı, 5. sınıf Sosyal Bilgiler, Folyo Nu. 10 11 12’den. değildir. Hukuk dışına kolayca kaçabilen, sınırlanamayan, hesap sorulamayan bir kamu idaresi kamu sağlığını da koruyamaz. Aksine, kamu sağlığı için ya da çok daha daraltılmış bir açıdan konuşmak gerekirse gıda güvenliği için birincil tehdit olarak görülmelidir. Söylediklerime bir örnek olay üzerinden açıklık getirmek istiyorum. lAntibiyotik kalıntısı içeren tavuk etlerine ne oldu? Geçen ay Rusya’ya ihraç edilen tavuk etleri antibiyotik kalıntısı içerdiği için ülkemize iade edilmişti. Konu TBMM gündemine taşınarak Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’na antibiyotikli etlerin iç pazara sürülüp sürülmediği soruldu.1 Geçmişte pestisitler, ağır metaller, poliaromatik bileşikler ve antibiyotikler gibi gıdalarda ve sularda bulunması muhtemel çeşitli toksik etkili kimyasal madde kalıntıları hakkında da çeşitli soru önergeleri verilmişti. Tıpkı onlarda olduğu gibi bu önergeye de ilgili kamu kurumundan tatminkâr bir yanıt gelmeyecek. Çoğu kez olduğu gibi belki bir yanıt bile gelmeyecek. Gıdalardaki toksik madde kalıntıları gibi insan (özellikle de çocuk) sağlığını ilgilendiren böyle kritik bir konuda devletin sorumlu kurumlarından doğruluğundan emin olabileceğimiz bir yanıt alabilmek olanaksız. Bazen tek bir olayı ele alıp bağlantılı olduğu diğer meseleleri görünür kılmak nasıl bir hayatın içinde olduğumuza ışık tutabilir. Bu bağlamda etlerdeki antibiyotik kalıntılarına biraz yakından bakalım. lHayvancılıkta antibiyotik kullanımı Dünyada üretilen antibiyotiklerin yarısından çoğu hayvan yetiştiriciliğinde kullanılıyor. Antibiyotikler kitlesel ya da endüstriyel hayvan yetiştiriciliğinde hayvanların kesime kadar hayatta kalmalarını garanti altına almak ve az yem ile çok kilo almalarını sağlamak için kullanılıyor. Bir sığırın pazarda satılabilir ağırlığa gelmesi için yemesi gereken yem miktarını, yemin içine antibiyotik katarak %17 oranında azaltmak mümkün.2 Kullanılan antibiyotikler hayvanlardan elde edilen et, süt ve yumurta gibi ürünlerde kalıntı bırakıyor. Bu ürünleri yediğimizde antibiyotikleri de bünyemize almış oluyoruz. Dünya Sağlık Örgütü, gereksiz antibiyotik kullanımının hastalık yapıcı bazı bakterileri antibiyotiklere dirençli kıldığını ve insanlarda ölümcül enfeksiyonlara yol açan bu bakterilerle mücadele etmek için elimizde etkili bir ilaç kalmadığını belirtiyor.3 Tedavi edilemeyen enfeksiyon hastalıkları meselenin sadece bir kısmı. Nedensonuç ilişkilerini incelediğimizde ortaya başka meseleler çıkıyor. l Bitkiler ve hayvanlar Bir coğrafi bölgenin iklimi ile bitki örtüsü, o bölgede yapılabilecek hayvancılık şekli üzerinde en belirleyici öğe. Anadolu coğrafyası bozkırdır. Büyükbaş hayvancılığa değil, koyun yetiştiriciliğine uygundur. ?KİMDİR Bülent Şık, 22 Kasım 2016 tarihli 676 sayılı KHK ile ihraç edildi. Akdeniz Üniversitesi’nde öğretim üyesiydi. Gıda mühendisi. Zira bozkırda yetişen otlar kısa boylu ve bu nedenle de koyunun diş yapısına daha uygun. Koyunlar kış aylarında hayvan barınaklarında kuru ve kaba yemlerle beslendikleri dönemler dışında meralarda güdülebilir. Ülkemizde yüzyıllardır yetiştirilen sığır çeşitleri de az otla idare edebilen, kanaatkâr hayvanlar. Hayvan yetiştiriciliğinde kullanılan ilaçların büyük bir çoğunluğu, çok sayıda hayvanın bir arada tutularak, yemle beslendiği toplu besicilikte kullanılıyor. Açık arazide, serbestçe otlayan hayvanlarda hem bağışıklık daha kuvvetli hem de hastalıkların yayılması daha zor olduğu için ilaç kullanımı düşük. Bütün bunlar yıllardır bilinmesine rağmen özellikle son 2530 yıl içinde ülkemizi GDO’lu soya ve mısır gibi yem için kullanılan maddelerde dışa bağımlı kılan, ithal “kültür ırkı” büyükbaş hayvanlardan oluşan besicilik yaygınlaştırıldı. Bu yıkıcı dönüşümün pek çok nedeni var. Ama kanımca en önemli iki nedeni şunlar: Devletin koyun gibi gezdirilip otlatılma ihtiyacı duyulmayan, yerele sabitlenmiş büyükbaş hayvan yetiştiriciliğini ve onlarla birlikte insanları kontrol etmesinin daha kolay olması. Ve bu dönüşümün küçük çiftçilerin tarımda kendine yeterliliğini ortadan kaldıran neoliberal politikalarla uyum içinde olması. Bu dönüşümde çatışma ve şiddetin baskın bir rolü var. Buna, çok geriye gitmeden, şu sıralar gözümüzün önünde gerçekleşen bir olayı anarak yakından bakmak gerekli. l Doğuda bir köy Birkaç yıl önce bir kırsal kalkınma programı çalışmasını yerinde görmek için doğuda bir köy ziyaretine gitmiştim. Hayvancılık, çoğunlukla da koyun yetiştiriciliği ve balcılık yapılan bir köydü. Yaklaşık 500 nüfuslu bu köy, Kürt sorununa şimdi >>