Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sakin ve telaşsız zamanlarımızı, böyle kitle ayaklanmaları olduğunda nasıl politikalar belirleyeceğimizi kararlaştırmak için bu sorulara kafa patlatmak, daha net politik pozisyonlar belirlemek için kullanmalıyız bence. Öyle ki, görünen yüzeyin altında daima muazzam miktarda öke birikimi olduğunu, her zaman farklı bir dünya talebi olacağını ve tehlikeli durumlar yaratacağını kestirmek mümkün. Bu noktada benim düşündüğüm şey şu: İsyanın itilini ateşlemektense, bunların meydana geldiği zaman, ökenin nasıl dizginlenebileceğini düşünmeye hazır olmak, yani alternatif politikaları elde hazır tutmak önemli. Global olarak yaşanan sorunlardan biri şu bence: Beklenmedik bir anda, hazırlıksız yakalandığımız için telaşa düşüyoruz. Bir yandan büyük protesto hareketlerinin düzenli gitmesinin mekanizmasını sağlamaya çalışırken, bir yandan da devletin baskısıyla baş etmeye çalışıyoruz. Oysa daha sakin ve telaşsız zamanlarımızı, böyle kitle ayaklanmaları olduğunda nasıl politikalar belirleyeceğimizi kararlaştırmak için bu sorulara kafa patlatmak, daha net politik pozisyonlar belirlemek için kullanmalıyız bence. Yeryüzünde ekonomik, sosyal ve ırklararası adaleti sağlayarak bunu yapabilmemiz mümkün. Bu MuAzzAM BİR YüK AMA AYNI zAMANDA MuAzzAM BİR fIRSAT Kitabınızın ikinci bölümünün başlığı üzerinde konuşalım mı biraz da? “Sihirli” düşünce kavramı. Bu, sanki hepimizin kendimizi içine hapsetmiş olduğumuz bir kafes gibi. Bence kendimizi içine tıktığımız hapishane, kapitalizmin, yeni liberalizmin mantığı. Toplumu örgütleyip düzenlemek üzere serbest piyasayı hayatımızın her köşesine ve bucağına zorlayarak sokan bir mantık. Bu kolonizasyon (sömürgecilik) beyinlerimizi öylesine etki altına alıyor ki, bir çeşit matris (matrix) içine sokulmuş oluyoruz ve buradan çıkış için hiçbir yol da hayal edemiyoruz. Krizler açıkça gösteriyor ki ekonomik sistemimizin kurallarını değiştirmek zorundayız. Sabit olarak ekonomik büyüme, yayılma gerektiren bir sistem ile, kendi terimleriyle kendisini çökertecek kaynak tükenişi arasında apaçık bir çatışma var. Gezegen sistemi, kaynak kullanımımızı sınırlamamızı zorunlu kılıyor, aksi takdirde gezegen çöküşü gelecek. Ekonomimizin çalışma tarzını değiştirebiliriz elbete ama matris içine hapsolmuşluğumuz o kadar tam ki, ekonomik kurallardansa, doğanın kurallarını, izik kurallarını değiştirmek gözümüze daha kolay görünüyor… Kısacası sihirli düşüncenin üç biçimi ile de mücadele etmeyi sürdürmemiz gerek: Piyasaların bizi kurtaracağı, teknolojinin bizi kurtaracağı, dolar milyarderlerinin bizi kurtaracağı gibi üçlü bir sihirle mücadele etmemiz gerek… Gerçek işimizi yapmamızın önünde duran asıl engel bunlar… Ekonominin işleyiş mantığını değiştirmemiz gerekiyor asıl. Bu sihirli düşüncelere belki bir dördüncü kategoriyi de ekleyebiliriz: Yazar ve aktivist Rebecca Solnit geçenlerde Guardian gazetesinde çıkan bir makalesinde sihirli bir politikacının, bir liderin de iklim değişikliğini durduramayacağını söylüyordu. Onu durduracak güç sadece biziz, diyordu… SADECE HAYATTA KALABİLMEK İÇİN SAVAŞMAK GEREKECEK Kitabınızın birçok yerinde belirttiğiniz gibi önümüzde gittikçe daha az zaman kalmışken, bu dar fırsat penceresi içinde böyle davranmak büsbütün bir zorunluluk halini alıyor galiba, değil mi? Aynen öyle. İklim değişikliği bu aciliyeti önümüze getirip dayıyor. Pek çoğumuz toplumsal adaletsizliklerin dayatığı aciliyetin farkında tabii ama konu iklim değişikliği olunca gezegenin izik kurallarının dayatığı çok acil mühletler, “son teslim tarihleri” çıkıyor karşımıza. Eğer harekete geçmeyi ertelemeye devam edersek, sonunda sadece hayata kalabilme mücadelesinden başka bir şey yapamayacak hale gelir, gerçek mücadele fırsatını kaçırırız. Bu devrilme noktasını atlar ve insanlığı gelecekte 46 derecelik bir ısınmaya mahkum edersek –ki o yolu tuturmuş gidiyoruz şu anda– o zaman, görmeyi umut etiğimiz gelecek çok sınırlanır. Şu andaki ısınmayı önlemek imkansız artık ama gerçekten felaketle sonuçlanacak sera gazı salımlarını kısıtlamak için hâlâ çok geç değil. Naomi Klein Şu andaki ısınmayı önlemek imkansız artık ama gerçekten felaketle sonuçlanacak sera gazı salımlarını kısıtlamak için hâlâ çok geç değil. Yeryüzünde ekonomik, sosyal ve ırklararası adaleti sağlayarak bunu yapabilmemiz mümkün. Siz de kitabınızda artık aktivistlerle diğer insanlar diye bir ayrımın ortadan kalktığı bir dünya olduğunu söylüyorsunuz zaten… Peki sizce dünya nereye gidiyor? Açıkçası çok açık seçik iki eğilim görülüyor. Bu tuturduğumuz yol bizi yalnızca çok daha büyük sıcaklıklara ve büyük felaketlere götürmekle kalmayacak, ekonomik sistem de dünyayı “feda edilmiş/ gözden çıkarılmış bölgeler”e de sürükleyecek gibi görünüyor… Bu yolda devam edersek daha fazla kasırgalar, hortumlar, sıcak hava dalgaları ve kuraklıklar içinde yaşamakla kalmayacağız sadece. Aynı zamanda daha fazla ihtikâr (aşırı kârcılık), daha fazla özelleştirme, daha fazla tahkim edilmiş ve duvarlar çekilmiş sınırlar, daha fazla ırkçılık ve ayrımcılık, daha fazla devlet şiddeti göreceğiz. Sistemimiz bunu gerçekleştirmeye göre ayarlanmış çünkü… Ama öte yandan, geleceğe uzanan ikinci bir yol da var: Gezi Parkı ayaklanmasının da bir parçası olduğu mücadele hareketinden doğacak ikinci bir yol. Fosil yakıtlardan yatırımların çekilmesini isteyenlerin ve hafriyatçılığa karşı dört bir yanda direnenlerin hareketleri, gelecek ay Papa’nın iklim değişikliği hakkında tüm Katoliklere bir “genelge” çıkarıyor olması, Almanya’da yenilenebilir enerjiye dönüşüm… Tabii zamanında yetişebilecek miyiz, ayrı mesele. Zamanla yarışıyoruz çünkü. Ama tarihi zamanlarda yaşadığımız kesin. Önümüzdeki birkaç on yılda yapacaklarımız, dünyanın geleceğini kuşaklar boyu etkileyecek. Bu da muazzam bir yük tabii, ama aynı zamanda muazzam da bir fırsat. 11 31 MAYIS 2015