02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 YUNANİSTAN YUNANİSTAN 13 GEZEKALIN Mustafa Balbay [email protected] TİRAN’DA BEKTAŞİ TEKKESİNDE Önce bir özür... Bu haftaki Gezekalın’ın fotoğrafını geçen hafta gördünüz! Serez’in Esnaf Çarşısında başlıklı Gezekalın’ın fotoğrafıyla bu haftaki fotoğraf karışınca böyle bir yol kazası oldu. Özür diliyoruz... Bu hafta Hacıbektaş’a da selam verelim, Balkanlar’ın en önemli Bektaşi tekkelerinden biri olan Tiran’daki merkezi gezelim. Balkanlar’daki Saraybosna faciasının bittiği göreceli olsa da genel barışın konuşulduğu bir dönemde Arnavutluk’a gittim. Arnavutlar özellikle Makedonya ve Kosova’daki soydaşlarıyla birlikte nefes alıp veriyor, onların kaderiyle doğrudan ilgileniyordu. Görünen o ki doğal olarak bu davranışları bugün de devam ediyor. Başkent Tiran’da meslektaşlarla konuşurken, Bektaşi tekkesini görmek istediğimi söylediğimde ilk şu tepkiyi verdiler: “Tabii tabii gör, zaten buraya dışardan gelenlerin ilk sorduğu din!” Soran gözlerle bakınca anlattılar. Avrupa kiliseleri, Moskova, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan Arnavutlara yardım ederken terazinin kefesini Hristiyanlardan yana ağırlaştırıyorlarmış. Din tartışmaları o kadar yaygınlaşmış ki, bir meslektaşım önerdi: “Git hükumete; ben de Balbayi dinindenim de, yeni bir dinmiş gibi tescillet!” Bu tartışmalar bir yana, benim derdim Türkiye’de iyi tanınan Tiran’ın kuzeydoğusundaki Bektaşi tekkesinde birkaç saat geçirmek. Bir öğleden sonra tekkeye gittim. Baba Reşat Bardi beni karşıladı. Kare şeklindeki salonun tüm duvarları resimlerle süslü. Söylemeye gerek yok, tabii ki ağırlık Hazreti Ali’de. İki insan, dört insan figürlü resimlerin kimleri temsil ettiğini sordum; Hazreti Ali, Hazreti Muhammed, Hazreti Ayşe deyip devam ettiler. Balkan kültürü resim geleneğini dini anlayışına da katmış! Reşat Bardi, kendisini şöyle özetledi: “1926’da Dede Armet idi. Hacıbektaş‘ta oturuyordu. Tekkeler kapanınca altı dede Tiran’a geldi. Niyazi dede, Kamber dede, Cafer dede, Rıza dede... Türkiye ile bağlarımız bugün de sürüyor. Buraya Türkiye’nin yanı sıra, öteki Balkan kentlerinden, taaa ABD’den gelenler oluyor. Bir dergi çıkarıyoruz, adı Bilgelik...” Derginin birkaç sayısından verdiler, birinin kapağında Kerbela’daki El Hüseyin Camisi pırıl pırıl parlıyor. Dergide Bektaşiliğin hümanizmiyle, bilgeliğiyle, evrenselliğiyle pek çok özelliği yansıtılmış. Sohbetin devamını tekkenin öteki odalarında, bahçesinde yaptık. Ayrılırken “Tiran’a gelirseniz mutlaka buraya da uğrayın” sözü istediler. Yolunuz Tiran’a düşerse Bektaşi tekkesini de programınıza koymayı unutmayın. Gezekalın... Siyah taşları bembeyaz evleriyle Yazı ve fotoğraflar SANTORİNİ kadır... Her gün vapurların gelip gittiği adanın merkezi bir uçurumun kenarına tutunmuş olan “Fira” yerleşimidir... Gemiden motorlarla gelinen o küçücük iskeleye indirildiğinizde önünüze çıkan asansörle bir anda uçurumların üstünden süzülerek adayı yükseklerden selamlayıp Fira’ya çıkmak da bir keyif. Her yaz binlerce turistin akın akın geldiği özellikle jet sosyetenin çok sevdiği bu çılgın adanın garipsi bir çekiciliği var. Depremlerden korkup adım başına her köşeye bir kilise konduran adanın eski sakinleri, nereden bileceklerdi ki burası günün birinde Akdeniz’in en çekici ve de pahalı bir dinlence olup çıksın? Elinizde adanın küçücük bir haritası varsa Santorini’nin her yerini keşfedebilirsiniz! Ancak peşinen belirtelim ki adanın en ilginç köşesi merkez Fira’nın kuzeyinde kalan “Oia” köyüdür. Oraya Fira’daki taksicilerden biriyle pazarlık yapıp güneşin batışını izlemeye gitmek çok harika bir gelenek .. Özellikle güneş batışının alkışlayan bronzlaşmış aşıkların burayı tercih etmesi de başka bir ayrıntı? Yamaçlara tırmanan basamaklar ve tepelere kondurulmuş peynir kalıbı gibi evlerden oluşan bir yerleşim, harikulade bir mimari turistik köy Oia... İster inanın ister inanmayın uçuruma tutunmuş daracık sokakların yarattığı bu gizemli yer için vampirlerin köşesi deniliyorsa da(!) bu da bir rivayet olmalı? Aslında 1956 depreminden önce Oia, bir ticaret merkeziymiş. Bugünse turizmden kazanıyorlar yaşamlarını... Orada hemen önünüzdeki hayal meyal gözüken Kaldera adacığına karşı akşam güneşini uğurlarken rehberlerin sözünü de mutlaka hatırlayın “.....Santorini’de gün batımları müthiştir, o anda elinizde şarap kadehiniz ve kolunuzda sevgiliniz olsun yeter....”derler. Santorini bambaşka bir yer... Öyle üç beş saatte filan gezilip anlaşılacak bir yer değil... Eğlenceyi sevenlerin bayıldığı güney kıyıları bir yana Adanın batısındaki plajlarıyla ünlü Kamari de görülecek bir yer. Oraya hiç de uzak olmayan antik kent Thira ise mutlaka görülmesi gereken bir yer... Orada Hellenistik ve Roma çağından kalma koca bir kenti keşfedebilir mozaikli evleri ve tapınakları görebilirsiniz... Ayrıca “Fira”daki arkeoloji müzesi de tavsiye edilir. Yine adanın güney batısında Akrotiri yerleşimi tarihe meraklı olanları sevindirecek zenginlikte. Son yıllarda anadan doğma güneşlenenlerin buluştuğu Perissa plajları da enteresan... Aslında yukarıda da değindik Santroni bir marka. Depremlerin yıkıp yok ettigi bir volkanik adadan düşsel bir turistik cennet yaratmış komşular... [email protected] Erol Özkan kdeniz’de yıllardır geziye çıkanların düşlerinden hiç çıkmayan kolay koA lay unutulmayan bir Yunan adası varsa oda Santorini’dir. Kim görse çarpılır... Gezi kitaplarında yıllar önce fotoğraflarını görüp bayıldığım Santorini’yi gidip gördüğümde ise iki kat şaşkına uğramıştım... Süngertaşı ve balçıktan oluşmuş bir tatil cenneti bu ada ve Akdeniz’in ortasında eşsiz bir marka! Akdeniz’in laciverdi ile o kayalıkların tepesine beyaz güvercinler gibi konduruluvermiş bir örnek beyaz evleriyle daha geminizle yaklaşırken bile içinizde bir şeyler kıpırdar... Bir defa çılgın turizme açılmış adeta para basan bu volkanik kara parçası depremlerin yutmaya çalıştığı masalsı geçmişi ile bile insanı büyülüyor. Milattan önce 3000’de Minoslularca kolonileştirilen bu garip volkanik adanın milattan önce 1450’deki patlamasıyla Santorini’nin hilal biçimi oluşmuş ve ardından Dorlar milattan önce 8. yüzyılda adaya yerleşmişler ve adaya “Thira” adını vermişler. Esasında adanın adı bu olmasına karşın daha sonraları 13. yüzyılda Venedikliler adayı ele geçirince Azize İrene’nin anısına adaya “Santorini” deyip çıkmışlar ve o gün bugündür ada Santorini olarak akıllara girmiştir. Kim ne derse desin bu Santorini denen yer siyah kumlardan oluşmuş plajları ve yukarlarda ise volkanik kayalara tutunan bembeyaz köyleriyle alışılmışın dışında bir yer? Ve ilginç!Kısacası insana adeta gülümseyen mimarisiyle romantizmin harmanlandığı bir kara parçası orası. Çerçeveleri çivit mavisiyle güzelleşen o süt beyaz evlerde uyanmak ya da romantik mimariyi tamamlayan minik kiliselerin fotoğrafını çekmek bambaş
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle