Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
İSTANBUL 15 GEZEKALIN Mustafa Balbay ankcum@cumhuriyet.com.tr OHH OH OHRİD! Bu köşede Balkanlar’ı sık sık konu ediyoruz. Ohrid’e daha önce de “Gezekalın” yaptık ama, böylesine güzel bir gölkente bir kez gidiş yetmez... Balkanlar’ın en güzel yerlerini say deseler, bir çırpıda on yer aklıma gelir. İlk üçün içinde de mutlaka Ohrid olur. Önce adından başlayalım... Söylence o ki; Osmanlı, dağları aşıp Makedonya’nın Arnavutluk sınırındaki bu bölgeye geldiğinde böylesine güzel bir göl ve çevresi görünce baştaki komutanın ağzından ilk şu çıkmış: “Ohhhhh Oh...” Derken efendim gölün adı Ohrid olmuş. Ördeklerin süzülüş sesinden kendinizi ayırıp başınızı kaldırdığınızda suyun yeşiliyle gökyüzünün maviliğini mayalamış dağlarla göz göze geliyorsunuz. Sanki o koca dağlar, koynunda güzel bir sevgili saklar gibi Ohrid’i sarıp sarmalamış. Arşivimdeki Ohrid resimlerine ne zaman baksam; her seferinde başka bir duygu akar içimden... Gölün kıyısındaki kent, Balkanlar’ın en eski yerleşim yerlerinden biri. Kiril alfabesinin yaratıcısı Aziz Kyrillos ve kardeşi Methodis burada yaşamış ve alfabeyi üretmiş. İnsan burada yaşarken değil bir, üç beş alfabe birden üretir. Hızını alamaz, doğanın dilinden de anlar, çiçekçeden ördekçeye kadar oluşturmadık dil bırakmaz... Başınızı kaldırınca karşıda dağlar dedim ya; dağlardan gözünüzü alınca da güzel eğimli bir tepenin başındaeteklerinde Ohrid kentini görürsünüz... Ohrid için kullanılan tonlarca tanımdan biri de şudur: Avrupa’nın ve dünyanın bitki hazinesi! Bunu sadece gölün kıyısında değil, kaldığım pansiyonun penceresinde de duyumsadım... Yurtdışı görmetanımayazma gezilerinde geceleme için ortalama standardım; kent merkezine yakın, üç yıldızlı bir oteldir. Küçük yerlerde de temiz bir pansiyon... Ohrid’de de göle 10 dakikalık yürüyüş mesafesinde küçük bir pansiyonda kaldım. Odaya girdim, gözüm hemen geniş pencerenin ötesindeki bahçenin çiçeklerine daldı. Aman Allah’ım ne çiçekler öyle... Boy boy, renk renk... Kimilerinin yaprak yerleri bile çiçek akıyor... Yolunuz Makedonya’ya düştüğünde, içinde mutlaka Ohrid programı da olmalı... Ohrid’i, gezi programının sonuna doğru koymalısınız... Başında giderseniz, daha sonra gördüğünüz yerler yavan kalabilir! Gezekalın... vis yapılıyor. Yaşlı insanların kahvelerde “çek bir fakfuri”, “çek bir Mekke’den” diye seslendikleri zamanı hatırlıyor Ahmet Kahraman. Doğma büyüme Kanlıcalı olan 50 yaşındaki Kahraman’dan Kanlıca’ya dair bazı ayrıntılar öğreniyoruz. “Şuradan şuraya kaç ağaç var ben bilirim. 19 tane manolya ağacı var. Caminin minaresini sorarsanız 19 metre 70 santim derim.” diyerek bize Kanlıcalı olmanın samimiyetini tebessümle yansıtıyor. Kanlıca’yı Kanlıcalılardan dinlemeye devam ediyoruz ve bu kez 87 yaşındaki Kanlıcalı Avukat Baria Sipahioğlu’na paylaşabileceği bir anısı var mı diye soruyoruz. Pencerenin yanındaki koltukta oturarak anlattıklarının geri dönmesini bekler gibi dışarı bakıyor Baria Hanım. Körfez de yapılan mehtap gecelerini, hanendeleri sazendeleri anımsıyor ve başlıyor anlatmaya “Vapura binerdik, hoparlörden Safiye Ayla’nın sesi gelirdi. Burada kibar, medeni, okumuş münevver bir kitle vardı. Mehtaplı bir yaz gecesinde sandala binip Emirgan’a geçtik. Kanlıca’ya dönerken fırtınaya yakalandık. Deniz göklere çıkmış. Ben arkadaşım Ferihan ve ağabeyim korku dolu anlar yaşadık. Deniz seyrini iyi bilen ağabeyim sandalı rıhtıma yanaştırdığında yalılarda, rıhtımda bizi telaşla bekleyen herkes sevinçle alkışlamaya başlamıştı.” Kanlıca’nın sokaklarında gezerken “Özlem” isimli ünlü yufkacıya giriyoruz. Yaptığı tatlılardan “gelin tırnağı” ile “damat burması” isimleri ilgimizi çekiyor. “Dere Tepe Türkiye” ile bizi televizyon ekranlarından dere tepe Türkiye’yi gezdiren, gezginlerin en barışçısı Barış Manço, Mihrimah Sultan Korusu içinde yer alan “Mihrimah Sultan Mezarlığı”ndan Kanlıca’yı sonsuza dek izleyecek...