Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
GEZEKALIN Mustafa Balbay [email protected] VARŞOVA: AVRUPA’NIN ORTASI Polonyalıların iddiası o ki, Varşova coğrafi olarak Avrupa’nın tam ortasında. Bu yüzden sizi karşılarken ilk sözlerinden biri şu oluyor: “Avrupa’nın ortasına hoş geldiniz!” Bunda salt coğrafi değil, siyasi, kültürel, toplumsal bir “Avrupa’nın ortası” övüncü de hissediyorsunuz. Avrupa’nın pek çok kentinde olduğu gibi Varşova’da da en çok ilgi gören yer, eski kent alanı. Binaların çoğu yıllar önce ilk yapıldığı dönemin mimarisini, renklerini yansıtıyor. Yansıtıyor ama, bunların büyük bölümü İkinci Dünya Savaşı sonrasında yenilenmiş. Polonyalıların bir başka övüncü de şu: “İkinci Dünya Savaşı sırasında kentin neredeyse yüzde 80’i yıkılmış, harabeye dönmüştü. Biz bir kuşak içinde kenti yeniden ayağa kaldırdık.” Kent ayağa kalkmış ama, Polonyalıların aynı ölçüde ayağa kalkması zaman almış. Konuyu siyasi boyuta çekersek, ucu gelmez... Biz yeniden eski kente dönelim... Varşova’nın içinden Vistül Irmağı geçiyor. Eski kent de Vistül’ün hemen kıyısında. 15. yüzyıldan kalan özelliklerini koruyan eski kentin girişinde Sovyet döneminden kalan madalya, şilt, poster ve benzer ürünleri satanlar boy gösteriyor. Ana meydan bir bakıma açık hava müzesi gibi. Salt binaları değil, insanları incelemek de müze seyrinin bir parçası. Merkezden ayrılıp ara sokaklara sapınca zaman tünelindeki yolculuk daha da öne çıkıyor. Ana meydanda tarihi karşıdan izliyormuş hissiyle dolarken, ara sokaklarda tarihin içinde kaybolduğunuzu düşünüyorsunuz. Ana caddeler ara sokaklar derken bir baktım karşıma Cüri’lerin evi çıktı. Adres olarak öğrenmiştim ama, dolaşırken karşılaşmak hoş oldu. İki bilim insanının evi büyük ölçüde korunmuş. Varşova’daki sarayların duvarlarını tarihi anların dev yağlı boya tabloları süslüyor. Bunların içinde Osmanlı’nın Avrupa maceralarına ilişkin olanlar da az değil. Bir günlük “tarihi Varşova” turuna katıldım. Değişik ülkelerden insanlar vardı. Herkes birbirinin adını bilmese bile ülkesini biliyordu. Tablolara bakanlar sonra da dönüp bana baktı! Vistül Irmağı kıyısında yürüyüş ve seyir yerleri var. Bizim Menderes’i andıran rengiyle çevresindeki yeşillik uyumlu. Polonyalılar için başkentlerinin ortasından geçen bu ırmağın büyük önemi var. Polonyalıları yani Lehleri, Avrupa’nın batısından gelen saldırılara karşı bir ölçüde Osmanlılar korumuş. Bugün o dönemden kalan şu sözü sık kullanıyorlar: “Osmanlı atları Vistül’den su içmeden, Lehistan rahat yüzü görmez!” Gezekalın...