Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
EGE’NİN İMBATI Serdar Kızık serdarkizik?cumhuriyet.com.tr UMUDA YÜRÜYÜŞ... Yolculuğun zaman boyutu önemlidir. Zaman, olmayacakları, ya da olacakları belirler kimi zaman. Aslında elinizde gibidir ama, bazen, iradenizin dışına düşer. “Doğru zaman” diyorlar ya hani, “doğru zamanda, doğru yerde olmak!” Nedir ki zamanın doğrusu? Mesela bir yolculuğa çıkmış, gidiyorsun. Adressiz bir yolculuktur bu. Yeni bir coğrafyada zaman da senin. Yeni keşifler, yeni bir hayat... Ama, kalman gerekirken dönüyorsun. Belki de daha büyük keşifleri ardında bırakarak. O zaman geriye, görmediklerin, bilmediklerin, yaşayamadıkların kalıyor... Ya da bazen, dönmen gereken yerde kalıyorsun. O zaman da hayat başkalaşıyor. Bu durumda ne yapılır? Kaybetmeye mi alışılır? Ya da hayatının ezberini mi bozman gerekir? En iyisi, bu tarifleri bir kenara bırakalım. Zamanın başka boyutları da var çünkü. Mesela Akdeniz’le Ege’nin arasına olağanüstü kıvrım ve güzellikle uzanan, bu haliyle huzuru seçmiş bir deniz kızına benzeyen Datça’ya varalım. Karadan başlayıp, denize uzanan suyun ve ışığın dansında hüznü, yalnızlığı, terk edilmişliği yansıtan yaşam kalıntıları, acaba hangi zamandan? Efsaneler ve maniler diyarı bu yarımadanın yerel tarihçisi Nihat Akkaraca, geçmişten bugüne yakaladığı güzellikleri birleştirdiği “Datça’da Zaman” kitabında bakın nasıl anlatıyor zamanı: “Datça’da zaman yekparedir. Datça’da dün, bugün, yarın yoktur...” Hadi gel de bunu “kaybetme”yle, ya da “ ezberi bozmak”la açıkla bakalım... Datça’nın havası zaman zaman değil, her zaman olağanüstü bir tazelik, serinlik, iç ferahlığı. Aynı güzellik insan sohbetlerinde de yakalanıyor. Yerel mimarinin gölgesinde Ferda ve Mehmet Tekbacak çiftinin incelikle inşa ettiği Türk Evi’nde dinlediğim Nihat Bey’in öyküleri, umuda yürüyüşü anlatıyor... Bir serçe melisa dallarının arasında sıçrıyor. Umuda yolculuğumuz sürüyor...