22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

13 Tournefort, ören yerinden toplamış. 1730’da bir başka Fransız, de Candolle, türü bilim dünyasına tanıtmış. Bitkiye önce Efes’in adı verilmiş. Daha sonra, bilimsel gerekçelerle bu ad değiştirilmiş, Campanula tomentosa denmiş. Dilek yarımadasının bazı kesimlerinde de yetişen Efes Çiçeği’ni, antik Efes’in belirli bir bölümünde görebilirsiniz. Bitki, taşların arasını pek sever ve aradığını kentin duvarlarında bulur. Blokların arasındaki çatlaklar ve boşluklar onun içindir. Efes 2 bin yıl önce canlı bir liman ve ticaret kentiydi. Burası, doğudan ve batıdan gelen malların antreposu, paranın, aşkın, tacirlerin, çömlekçilerin, kölelerin pazarıydı. Bu renkli kent, bir çekim merkeziydi. Efes aynı zamanda, sanat ve felsefe kentiydi. Doğa felsefesinin yüceldiği yerdi. Heraklit burada yaşamış, doğanın ve yaşamın akışından bazı sonuçlar çıkarmıştı. Zamanla Efes limanı, Küçük Menderes nehrinin getirdiği çamurla doldu. Deniz kentten uzaklaştı. Dünyanın yedi harikasından biri sayılan Artemis tapınağı yıkıldı.Efes söndü; ama yaşayan şeyler de kaldı o günlerden: Heraklit’in, kaynağını doğadan alan değişim düşüncesi ve Efes Çiçeği. Heraklit şöyle demişti: “Her başlangıç bir sondur, her sonsa bir başlangıç. Öyleyse başlangıç ve son diye bir şey yoktur. Her şey akar...” Efes Çiçeği, taşların ve mermerlerin arasında her ilkbaharda yeniden doğarak, belki de bunu kanıtlıyor. Mayıs ayında Efes’e gidecek olanlar, kentin duvarlarına şöyle bir bakıversinler. GEZEKALIN Mustafa Balbay ankcum@cumhuriyet.com.tr TURFAN ani Türkçe’mizde ‘‘turH fanda sebze meyve’’ tanımı vardır ya... İşte o turfanda sözcüğü Çin’in özerk bölgesi SincanUygur’un ikinci büyük kenti Turfan’dan geliyor. Tanımı da tam bulmuşuz... Turfan, her mevsimin ilk meyvesini en lezzetlisinden, en güzelinden üretip sunan bir yer... Özerk bölgenin başkenti Urumçi’den sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yola çıktık. Yönümüz Turfan... Çıplak dağların, ancak daracık bir yol yapımına izin veren boğazların, birden karşımıza çıkınca bizi şaşırtan ırmakların arasında yolculuk ettik. Turfan’a geldik, geliyoruz, derkeeen... Aaa bir üzüm tünelinden geçiyoruz. Tepemiz, iki yanımız üzüm salkımları, yemyeşil üzüm yaprakları ile dolu. Arada sızan güneş ışıkları ortamı, özenle hazırlanmış bir tiyatro sahnesine çeviriyor... Milyonlarca yıl önce, Hindistan yarımadası denizin de baskısıyla yüklenmiş Asya ana karasına. Aradan Himalayalar fışkırmış, fırlamış gökyüzüne. Arkada kalan Sincan Uygur bölgesi de çekmiş kendini içeri. Yer yer deniz seviyesinin de altında bölgeler oluşmuş. İşte, Turfan’ın bulunduğu bölge bunlardan biri. Aydınlıkgöl, deniz seviyesinin 150 metre altında. Bir an, kent girişindeki üzüm tünellerinin dışarıdan gelenlere sürpriz olsun diye, özel olarak hazırlanmış olabileceğini düşündüm. Değilmiş... Turfan’ın bir dizi gezilesi yerini gördükten sonra molayı üzüm bahçesinde verdik. Yok yok, tarlaya girmedik. Hani bizim çay bahçelerimiz var ya, işte öyle... Turfanlılar da bunun adını üzüm bahçeleri diye koymuş. Oturuyorsunuz, iki kilo üzüm diyorsunuz, hemen yanda pınarımsı bir su var. Orada yıkayıp, bir güzel yiyorsunuz. Yetmedi, biraz daha... Çayları, affedersiniz üzümleri tazeleyelim... Resmi kurumları ziyaret ettiğinizde de Çin’in geleneği yeşil çay baş ikram. Ama hemen yanına mutlaka meyvegillerden ne varsa koyuyorlar. Üzümün masa dostu karpuz. Haa üzüm salkımı dedim de... Bir salkım en az bir kilo kadar çeker. SincanUygur özerk bölgesini tanıtan kitapların çoğunun kapağını da bu üzüm salkımları doldurup taşırmış. Turfanlılar’la anlaşmakta da çok sıkıntı çekmedim. Başta toprağa ait sözcükler olmak üzere günlük yaşamda kullanılan dil Anadolu’dakine çok benziyor. Bazı küçük farklar var. Örneğin, ‘‘toz şekerin’’ adı şu: Kum şeker... Turfanlılar’la oynadığımız Türkçe sözcük oyunu bir başka yazıya... Gezekalın... rada yaşamasını emretmiş. Zavallı prensesi, nedimeleriyle birlikte kapatmışlar bu “ülke”nin içine, etrafına da muhafızlar yerleştirmişler. Bir gün, her zamanki gibi kentten gönderilen meyve sepetlerinden birini getirmişler prensese. Sepet, bal akan incirlerle doluymuş. Canı çekmiş biçareciğin ve başlamış incirleri yemeye. Mukadderat bu ya, incirlerin altında saklanmış olan bir engerek, prensesi parmağından ısırıvermiş. Ve birkaç dakika içinde, denizin ortasındaki kulede ruhunu teslim etmiş kızcağız. Tabii ki böylece, kehanet yerini bulmuş. Tarihi kaynaklar ise, buraya ilk kuleyi yaptıranın Atinalı kumandan Alkibiades olduğunu yazar. İsa’dan önce 410 yılında, Karadeniz’den gemileri kontrol altına alabilmek için buraya bir kule inşa ettirmiş. Kız Kulesi, Leandros’un Kulesi, masal kulesi, şiir kulesi... Boğaziçi’nin, İstanbul’un gözdesi. Şimdilerde, lüks bir restorana dönüştürüldü; ama, güzel prensesin hazin öyküsü hala kulaktan kulağa fısıldanmaya devam edip gidiyor. multihobby@turk.net
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle