02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cumhuriyet Strateji 15 Eylül 2008 / 220 gerçekleştirebilecek birikimi bulunmayanların bağımsız bir siyasal birim olarak varlıklarını sürdürebilmeleri bile kuşkuludur. Zayıf bir olasılıkla, ilgili bölgede bir tetikçiye gereksinim duyanlarca bir süre kollanabilirler (bu arada iktisadi bağımlılıkları katlanarak artacaktır); ancak tetikçiye duyulan gereksinim bittiğinde ne olacağı son derece belirsiz ve düşündürücüdür. TAM BAĞIMSIZLIK ÖNEMLİ Yukarıdaki irdelemeler doğrultusunda Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ve izleyen yakın dönemine kısaca bakmak yararlı olacaktır. Türkiye’nin kuruluşunu hazırlayan Kurtuluş Savaşı’nın gerek başlangıcı gerek gelişmesi gerekse sonuçlandırılması sırasında birçok şey söylemek olasıdır. Ancak özellikle –konuyla da bağlantılı olarak altı çizilmesi gereken, tüm süreç boyunca dile getirilen "tam bağımsızlık" ilkesidir. Başlarken de bu söylenmiştir, barış görüşmelerinde de. Bunu söylemek kuşkusuz zor bir şey değildir; zor olan bunu başarmaktır ve daha da zoru bu başarının nasıl elde edileceğinin bilinmesidir. Gerçekleştirilenlerin, ayaküstü değerlendirilmelerle ele alınmadığı, çok ayrıntılı ve sonrası da iyi düşünülmüş tasarılarla yola çıkılarak elde edildiği açıktır. Başkent’tekilerin çoğunun Yunan taşeronluğu aracılığıyla düşman işgaline uğrama korkusu yaşadığı sırada Atatürk’ün, kültür işleriyle ilgili bir birimin kurulmasıyla müzeciliğin önemini vurgulaması ve öğretmenlerle yapılan kongrede gelecek kuşakların eğitimiyle ilgili değerlendirmeleri, bunun en güzel ve en anlamlı kanıtlarındandır. Bununla birlikte, tam bağımsızlığa giden yolun nereden geçtiğini görebilmek her şeyden çok daha önemlidir. Türk Kurtuluş Savaşı’nı ve Cumhuriyet’in kuruluşunu başarılı ve eşsiz kılan en önemli özellik, bu görebilme becerisinden kaynaklanmıştır. Geçmişte ve günümüzde tersi örneklerine sıkça rastladığımız gibi yalnızca savaşın kazanılması düşünülmemiş; ardından yapılacaklar da hesaplanmıştır. Bu nedenle herhangi bir büyük güce ya da bölgesel güce sırtını dayamadan, yalnızca kendi öz kaynaklarına güvenerek bu işe başlamış ve bitirmiştir. Yine bu nedenle utkunun ardından kimseye bir bedel ödemek zorunda kalmamış, başı dik ve alnı açık, kendi çıkarlarını koruyarak sözünü geçirebilmiştir. Yazının başlarında da belirtildiği uluslararası ilişkiler, dostluk ya da düşmanlık temeline oturtularak gerçekleştiril(e)mez. Bir ülkenin, dış politikasını oluştururken çıkarlarını göz önünde tutması gerekli, zorunlu ve kaçınılmazdır. Bunun olmaması durumunda başkasına hizmet edileceği açıktır. Günlük dış politika konuşmaları sırsında kimi ülkelerden "dost ve kardeş" ülke olarak söz edilir. Kuşkusuz bunların gerçekle ilgisi vardır; ancak dış politikanın belirlenmesinde bu değerlendirmeler temel etken olmamaktadır. Dost olan ya da olduğunu söyleyen bir devletle ilgili uygulamalarda dostluk geri planda kalan bir öğe olmaktadır. Örneğin Türkiye’nin çok yakın dostu olan Azerbaycan, Pakistan gibi ülkeler senelerdir bir türlü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanıyamamışlardır. Kendi başlarına kalsalar belki tanıyabilirlerdi; ama genel durum bu tanımaya engel olmaktadır. Kendi çıkarları gereği bu işi göze alamamaktadırlar. Dış politikada asıl belirleyici olan uzun vadeli beklentilere yönelik planlamalardır. Gerek hukuk gerek ahlak ilkelerini bir kenara bırakmadan gereği ne ise o yapılmalıdır. Ayrıca bu yol, izleyen her devletin saygınlığını ve güvenilirliğini de artıracaktır. Yuşçenko Ukrayna’da ve Gürcistan’da gerçekleştirilen renkli girişimler pek de istenen sonuçları doğurmadığı gibi, beraberinde daha da büyük sıkıntıları getiriyor. Bu durum, taşeronlarca hazırlanan bu hareketlerin, "biz yaptık oldu" anlayışı ile gerçekleştirilmesinden doğuyor. TÜRKİYE MERKEZ Yukarıda sözünü ettiğimiz değerlendirmelerin ışığında, ülkemizin de içinde olduğu coğrafyada yaşanan sıkıntılara çok kısaca göz atmak yararlı olacaktır. Türkiye’yi bir merkez olarak kabul edersek ve Ankara noktasından kabaca 1500 km yarıçaplı bir daire çizersek yeryüzünün en sorunlu, en sıcak bölgesini bir çember içine almış oluruz. Bu çemberin içinde yer alan neredeyse tüm ülkeler çok ciddi sıkıntılar ve kaygılar içinde bulunmaktadır. Bölge içindeki pek çok ülkenin kendi aralarında süren, birçoğu tarihsel bağlantıları olan, önemli sorunları bulunmaktadır. Bölgede, emperyalist güçlerin de iştahlarını kabartacak yığınla özellik bulununca sorunlar çarpılarak artmaktadır. Bu durumda benzetme yerindeyse bölge bir arena gibidir. Bu arenada çok çeşitli gösteriler sergilenmektedir. 20. yy’ın yaklaşık ortalarına kadar İngiltere bu oyunların sahnelenmesinde etkinken, o günlerden sonra ABD (Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği de etkindi), baş dramaturgluğa ve baş yönetmenliğe yükselmiştir. Zaman zaman başrol oyuncuları değişmekte, replikler farklılaşmakta; ancak yönetmen hep aynı görünmektedir. Özellikle son çeyrek yüzyılda neredeyse her taşın altından ABD çıkmaktadır. Bu oyunların oynanması sırasında kimi zaman oyuncu ana metne sadık kalmadan kendi yorumuyla oyunu renklendirmeye yönelebilmektedir. Tıpkı Saakaşvili’nin yaptığı gibi metin dışı bir girişim ortamı renklendirmiş, ortalık kızıla boyanmıştır. Kuşkusuz beklenen bu renk değildi; ama gerçekleşti. Bu nedenle bölge çok önemli bir sıkıntı içine girmiş C S TRATEJİ 19 bulunuyor. Normal koşullarda bu durum bu kadar büyük sıkıntılara yol açacak çapta bir nitelik taşımıyordu; ancak kavgayı ayırmaya çalışması gereken Türkiye gibi kimi bölge devletleri kavgaya dahil olmaya çalışınca gerilim kaçınılmaz olmaktadır. Bölge devletleri olaylardan ders alacaklarına, önlerini göremeyecek kadar beceriksizce olaya müdahil olmaları, sorunların bölgenin tümüne yayılmasına, belki bölgenin de dışına taşarak büyümesine yol açabilecektir. O nedenle herkesin kendi öz çıkarlarının peşine düşmeye başlaması güvenlik açısından kaçınılmaz görünmektedir. Süper güç konumundaki devletler her dönemde yeryüzünün herhangi bir bölgesinde etkinlik göstermişler, bundan sonra da göstereceklerdir. Bununla birlikte, bölge ülkelerinin çıkarları hiçbir dönemde bugünkü kadar göz ardı edilmemiş; onlar da kendi çaplarında etkinlik göstermişlerdir. Bunun temel nedenlerinden birisi, daha önce de sözünü ettiğimiz gibi, var olabilmeyi ya da kuruluşlarını başkaları sayesinde başarabilenlerden diyetlerini ödemelerinin beklenmesidir. ‘TEPİŞEN ATLAR’ Bir atasözümüz, bölgemizde yaşananları çok güzel betimlemektedir: "atlar tepişir, arada eşekler ezilir". Çıkarları çatışan emperyalist güçler, sonuç ne olursa olsun ufak tefek kayıplarla olaydan sıyrılabilirler. Ne de olsa kendileri doğrudan işin içine girmemektedirler. Bununla birlikte küçüklerin arada ezilmemesi için çok dikkatli olmaları yaşamsal önem taşımaktadır. Bir devlet hangi yolu seçerse seçsin, hangi yöntemi benimserse benimsesin öncelikle yaşadığı coğrafyada ayaklarını yere sağlam basmak zorundadır. Kendi bölgesinde komşularıyla ilişkilerini, bölgeyle hiçbir bağlantısı olmayan güçlere güvenerek biçimlendirmeye çalışması (üstelik ideolojik bir çekişmesi de yoksa) kendi kuyusunu kazmaya benzetilebilir. Dışarıdan gelen, bir gün bölgeyi terk edebilir; ama komşunun bir yere gitmeyeceği açıktır. Bu durum gözden kaçırılmaması gereken bir etkendir. Son yıllarda sıkça yinelenen ulus devlet öldü ya da ölmek üzere lafının mazlum devletlerin güçsüzleşmesi için –güçlülerce bir dilek olmaktan öte anlamı yoktur. Tersine, gelişmiş devletler her zamankinden çok ulusal yapılara tutunmakta ve onları berkitmektedir. Saakaşvili
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle