02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cumhuriyet Strateji 15 Eylül 2008 / 220 Hristofyas’ın iktidara gelmesi ardından "çözüm vaatli" görüşmeler de başladı. Rum Yönetimi’ni masaya bu kez daha ciddi biçimde oturmasını sağlayan gelişme salt Kosova’nın bağımsızlığının Ada’ya sirayet etme ihtimali değildi. Nitekim KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat da Kosova’nın KKTC için emsal oluşturmadığı ve "tanınma" gibi taleplerinin bulunmadığı söyleminde ısrarcıydı. Ancak aynı dönemde Rumları KKTC’nin statüsünün yükseltilmekte olduğu yönündeki endişeye sevk eden kimi gelişmeler hız kazanmıştı. SuriyeKKTC arasında feribot seferlerinin başlaması; İsrail, Kuveyt, Katar, İtalya’da "ticaret bürosu" ismi altında KKTC temsilciliklerinin açılması; Kırgızistan ve Azerbaycan başta olmak üzere üçüncü ülkeler ile KKTC arasında ilişkilerin çeşitli boyutlarda geliştirilmesi şüphesiz ki Türkiye’nin aktif biçimde çalışması ile gerçekleşmişti. Ne var ki bugün görüşmelerin geldiği boyut, Türkiye tarafından atılan bu adımların temel amacının Rum Yönetimi’ni masaya oturmaya ikna etmek olduğunu gösteriyor. Nitekim görüşmelerin sürdüğü son altı ayda "KKTC’nin statüsünü yükseltilmesi" olarak adlandırılan adımlar ilerletilmiş değil. Eğer Soğuk Savaş döneminin "vekaleten savaşları" yerini "vekaleten politika uygulayıcılara" bırakmışsa, Türkiye’nin de son dönem politikalarıyla bunun bir parçası olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek. Kosova’nın bağımsızlığını ABD ile birlikte ilk tanıyan ülkelerden biri olan Türkiye, Kafkasya’daki gelişmeleri Batı gözlüğüyle izlerken Kıbrıs’ta da yine ABD ve AB’nin belirlediği stratejiye uygun olarak tarafları Rum şartlarında görüşmeye ikna edici politikalar uyguluyor. C S TRATEJİ 11 açıklamayla çözüm için 2009 sonunu işaret etmesi de bunu ispatlıyor. 28 Şubat 2008’de devlet başkanlığı görevini devralırken "Kıbrıs Sorunu"nu "Türkiye’nin Ada’yı işgal ve istila etmesi" olarak tanımlayan Hristofyas Türk askeri çekilmeden, Türkiye liman ve havaalanları Rum bandıralı gemi ve uçaklara açılmadan ve Türk yerleşiklerin geri dönüşü kabul edilmeden herhangi bir çözümün söz konusu olamayacağını dile getirmişti. Hristofyas’a göre çözümün kalıcılığının yegane garantisi Türkiye’nin garantörlüğü ortadan kalkması olduğuna göre Kıbrıs için kapsamlı görüşmeler AB masasında tamamlanacaktır. Bunun anlamı, müzakerelerin KKTC Cumhurbaşkanı Talat’ın beklentisinden çok daha uzun süreceği ve AB’nin 2009’daki Türkiye ilerleme raporuna dek çözümün sürüncemede kalacağıdır. Türklerin Rum şartlarına teslim olmasını 40 yıldır tavizsiz ve uzlaşmaz politikalarla bekleyen Rum Yönetimi için söz konusu tarih pek de uzun bir süre sayılmasa gerek. SABOTAJ Kıbrıs Türklerinin bir kez daha kapsamlı görüşmelere hazır hale getirilmesi, adil ve kalıcı bir çözüm için ümit aşılanması, Türkiye’nin garantörlüğünün tartışmaya açılması ve bu süreçteki her bir görüşmeden sonra Talat’ın yaptığı açıklamalar ile Hristofyas’ın açıklamalarının neden örtüşmediği yönünde yorumlar geliştirileceğine pekala farklı bir çözüm modeli geliştirilebilirdi. Tam da bu noktada eski ABD Büyükelçisi Morton Abramowitz’in Henri J. Barkey ile birlikte 9 Ekim 2007’de Wall Street Journal gazetesinde yayınladıkları Cyprus Sabotage (Kıbrıs Sabotajı) başlıklı makalesini hatırlamak anlamlı olacaktır. AB’nin Türkiye’ye ve Kıbrıs Türklerine haksızlık yaptığı vurgulanan makalede Türkiye’nin limanlarını Rum gemi ve uçaklarına açmaması yerinde bulunuyor ve KKTC’ye uygulanan ambargolar kaldırılmadıkça da bu tutumun devam ettirilmesi öneriliyordu. Makalede, Rumların ve AB’nin gerçek müzakereler için hazır olmaması halinde Türkiye’nin "Kuzey Kıbrıs"ı ciddi bir ekonomik kalkınma programı ile güçlendirerek KKTC’nin –İslam dünyasınca tanınması çalışmalarını başlatması önemli bir seçenek olarak sunuluyordu. Makalenin can alıcı noktası "nükleer seçenek" vurgusuyla yazılan bölümündeydi. Burada, "Kuzey Kıbrıs"ın gelecek statüsü konusunda bağımsızlık ve Türkiye’ye ilhak alternatiflerini de içeren bir referandum düzenlenmesi ve BM’nin resmi yollardan sonuçlar hakkında bilgilendirilmesi öneriliyordu. Yayımının üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen Ada’daki koşullarda gerçek bir değişikliğin söz konusu olmaması nedeniyle makalenin sunduğu alternatif yolların hala uygulanabilir durumda olduğu açık. Ancak pek tabi ki güçlü bir siyasi irade ve "tanınma" arzusunu da gerektirir. 11 Eylül sonrası sürecin yıkıcı/değiştirici etkilerinin de katkısıyla dünyanın siyasi parametreleri hızla değişirken en ciddi yarayı da uluslararası hukuk aldı. Devletlerarası ilişkileri sistemleştiren temel kriterler yok sayılırken özgürlük vaatli askeri müdahaleler, insan hakları temalı işgaller, demokratikleşme görünümlü renkli devrimler olağanlaştı. resmiyet kazanan süreç bildiğimiz "Birleşik Kıbrıs" senaryosunun yeni bir bölümünden başka bir şey değildi. Rumlar açısından adil ve kalıcı barış Türklerin sadeleştirilmesi ardından nüfus oranlı temsilin söz konusu olacağı üniter bir devlet anlamına geldiği müddetçe kapsamlı görüşmelerden Kıbrıs Türkleri lehine yorumlanabilecek bir sonucun çıkması imkânsız. Zaten 2004’ten bu yana AB üyesi olan tanınmış bir devletin, vatandaşlarını "bakir doğum" gerçekleştirmek üzere Kıbrıslı Türklerin "sahte" devleti ile "siyasi eşitlik" temelinde egemenlik paylaşımına gitme konusunda ikna etmesi de mümkün değildi. Nitekim çözüm mimarı olarak lanse edilen Hristofyas döneminde de müzakere masasında Türkleri azınlık, Kıbrıs’ın tamamını Rum toprağı, egemenliği paylaşılmaz, mevcut "Kıbrıs Cumhuriyeti"ni vazgeçilmez gören Rum yaklaşımı hakim konumda. Hristofyas "bölünmüşlüğün kesinleşmesini" önlemek konusundaki seçim öncesi sözünü "uzlaşı sağlanıyor" temalı görüşmelerin başlamasıyla gerçekleştirmiş bir lider olarak bundan sonrasında müzakerelerin ucunu açık tutma hedefine yönelmiş durumda. Nitekim KKTC Cumhurbaşkanı Talat, 2008’in sonunda bir çözüme ulaşılacağını söylerken; Hristofyas’ın 5 Eylül’de İsveç’te yaptığı DEĞİŞMEYEN POLİTİKALAR 11 Eylül 2001’in yedinci yıldönümünde dünya konjonktürü baştan sona değişmişken, Kıbrıs’ta bir arada yaşaması imkansız iki halkının birleşerek tek bir devlet çatısı altında yaşamasını zorunlu gören politikalarda herhangi bir değişiklik olmadı. Açıkçası söz konusu çifte standartlı politikaların KKTC lehine değiştirilmesi yönünde zorlayıcı ve ısrarlı bir talep de ne KKTC ne de Türkiye’deki yetkililerden gelmedi. Bir adım önde olacak biçimde her koşulda uzlaşan taraf olma kararlılığı Kıbrıs konusundaki temel Türk tezlerinden adım adım uzaklaşılması sonucunu doğurdu. Buna rağmen Rum Yönetiminin Türkiye’nin Ada’daki barışı engellediğine yönelik suçlamalarının önüne geçilemedi. GKRY’de 17 Şubat 2008’de gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından "start" alan ve 21 Mart’taki Hristofyas Talat görüşmesiyle
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle