02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cumhuriyet Strateji 15 Eylül 2008 / 220 Mehmetçiği, bunalımlı bölgelerde müdahale gücü olarak kullanmak istediği gibi. AB’nin hem kurucusu, hem Almanya ve İngiltere ile birlikte en güçlü üç ülkesinden biri, hem de gelişmelere Avrupa merkezli bakan üyesi olarak öne çıkan Fransa bile, Akdeniz Birliği kapsamında, AB içinde etkili olmak ve ABD ile yakınlaşmak için Afrika ve Akdeniz’de güçlü olmanın yollarını arıyorsa, Türkiye’nin de kendi seçeneklerini düşünmesi gerekir. C S TRATEJİ 15 mazlum milletler dayanışması olmak üzere iki ideolojik temeli, bölge merkezlilik ve karşılıklılık olmak üzere de iki politik temeli vardır. Atatürk’ün hangi yılları ele alınırsa alınsın, hangi olaya karşı verdiği tepki incelenirse incelensin, bu dört temelden vazgeçtiği görülmemiştir. Bu nedenle Gazi’nin dış politikasını düşünürken, "milli egemenlik için mali egemenliğin de şart olduğunu" söyleyen, "ulusal bağımsızlık için, ekonomik bağımsızlığın önemine" dikkat çeken, "askeri ve siyasi zaferlerin, iktisadi zaferlerle tamamlanıp, taçlandırılmasını" isteyen ekonomik görüşlerini de ele almak gerekir. SOĞUK SAVAŞ EZBERİNİ BOZMAK Devletlerin dost ya da düşmanlarının değil, çıkarlarının olduğunu bilmek, uluslararası alanda saygın ve onurlu ilişkilerin karşılıklılık (mütekabiliyet) ilkesi üzerinde yürüdüğünü görmek gerekir. Bu nedenle ittifaklar değişkendir, devletlerarası pakt ve örgütlerin ömürleri genelde sınırlıdır. Bu açıdan ele alındığında, en az AB ile yaşadığı kadar ABD ile de sorun yaşayan, Süleymaniye’deki çuval rezaletinde olduğu gibi Washington kaynaklı eylemlerle gururu incinen Türkiye’nin, AB karşıtlarının bile önemli bölümünün sorgulamadığı NATO üyeliğinin fayda maliyet analizini yapması şarttır. Türkiye için ABD elbette her açıdan önemli bir ülkedir, ama ilişkilerin stratejik ortaklık düzeyinde olduğu da Amerika kıtası kadar büyük bir yalandır. Türkiye için NATO’dan çıkmak çok gerçekçi, çok akılcı değildir. Ama Türkiye’nin ABD’nin Montrö’yü delme girişimlerine de karşı çıkması gerekir. Unutulmamalıdır ki, diğer ülkeler, diplomatik müzakereyle, başvuruyla, müracaat mektubuyla üye olurken, Türkiye Kore’de şehit vererek NATO’ya üye olmuştur. Türkiye, Irak’ın kuzeyindeki Çekiç Güç’ün katkısı, gözetimi ve denetiminde büyüyüp, beslenen terör örgütünün de, ABD ve İsrail güdümlü Kürt Devleti’nin de, müttefikliğe yakışıp yakışmadığını sormalıdır artık. Sadece İngiltere ve İsrail ile stratejik müttefik olan ABD’nin, "Türkiye’nin stratejik ortağı olduğu" yalanını söylemek, Soğuk Savaş ezberinden kurtulamamak ya da Süleymaniye’den çok önce çuvalın içine, hem de gönüllü olarak girmek demektir. Türkiye’nin her ülkeyle olduğu gibi ABD ile de mütekabiliyet ilkesine, karşılıklı saygıya ve çıkara dayalı ilişkiler geliştirmesi ayrıdır, kraldan çok kralcılık yapmak, ABD bağımlılığını, onun uydusu olmayı savunmak ayrıdır. ÇOKTAN SEÇMELİ Rusya’nın zaferinin kesinleşmesinin ardından Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlığını tanıması, KKTC’nin tanınması konusunda zaten haklı ve meşru olan Türk tarafına, yeni bir açılım şansı daha verdi. ortaya koyan, aydınlanmacı ve antiemperyalist tavrıdır. Mustafa Kemal Paşa elbette tüm strateji ustaları gibi kuvvet, zaman, mekân dengesini gözeterek politika yapmış, siyasi, askeri ve iktisadi gücü oranında siyaset izlemiştir. Milli Mücadele’de Sovyet Rusya ile ittifak kurarken de, İzmir kurtulduğunda ve karşısında tek bir Yunan askeri kalmadığında, nerede durması gerektiğini bilirken de, Musul’daki hak ve çıkarlarımız uğruna İngilizlere karşı yeni bir mücadeleden kaçınırken akılcılığı, gerçekçiliği ve güç dengesini elden bırakmamıştır. Ancak tüm eylem ve söyleminin ruhunda tam bağımsızlık vardır, ulusal egemenlik vardır, antiemperyalizm vardır, aydınlanma vardır. Lozan Müzakereleri’nde üzerinde en çok kavga verilen konunun kapitülasyonlar olması da, Cumhuriyet’in ilanından ve Lozan’ın imzasından önce İzmir’de iktisat kongresi toplanması da, Montrö’nün imzası da, Hatay’ın Gazi’nin ölümünden sonra anavatana katılması da hep bu temel üzerinde yükselir. Anayurdu tehlikeye atacak hayalci, yayılmacı, maceracı adımlardan kaçınan Gazi, elbette gerçekçi ve akılcıdır. Ama Hatay konusunda gerektiğinde kendisine yakın isimlerle birlikte silahlı mücadeleye başvuracağını söylerken de, askeri, siyasi ve diplomatik açıdan akılcı ve gerçekçidir. Türkiye’ye karşı bir ara tehditkâr sözler eden İtalyan faşist lider Mussolini’ye yanıt verirken de akılcı ve gerçekçidir. "Yurtta barış, dünyada barış" derken de, Çanakkale’de ölen yabancı askerleri "kahramanlar" diye selamlayıp, annelerine seslenirken de insanlık ülküsünün en mümtaz öncüsüdür aynı zamanda. Yunanistan tarafından Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilmesi anlamlıdır elbette. Fakat Mustafa Kemal’i tüm bu özelliklerinin yanında ölümsüz ve evrensel kılan, özellikle mazlum milletlere örnek olan İstiklal Savaşı, antiemperyalist tavrı ve kurduğu laik Cumhuriyettir. "Emperyalizme hayır", "Manda ve himayeye hayır" diyen Mustafa Kemal’i, "iktisatsız istiklal olamayacağını" bildiği için, halkçı ve devletçi bir ekonomi modeli kurgulayan, "Her fabrika bir kaledir" diye konuşan Atatürk’ü, sadece günün koşullarına göre konuşan ve politika yapan, pragmatik bir lider olarak göstermek, Atatürkçülüğün içini boşaltma çabalarının yeni bir örneğidir. Atatürkçü dış politikanın antiemperyalizm ve DEĞİL, PAKET PROGRAM ATATÜRK’ÜN DIŞ POLİTİKASI Siyasal iktidarı aklayıp, savunmakla kendisini memur gören kimi kalemler, Gürcistan kaynaklı bunalım ve Cumhurbaşkanı’nın Erivan gezisi nedeniyle sözü Atatürk’ün dış politikasına getirip, Atatürk’ün dış politikasının çok pragmatik olduğunu, zamana göre değiştiğini yazmaktadırlar. Atatürk’ün tüm büyük önderler gibi akılcı, gerçekçi, pragmatik olduğu doğrudur. Ancak dünyadaki tüm doğru dış politika uygulamalarında bu özellikler vardır ve Atatürk’ü büyük devrimci, büyük lider yapan şey, tüm bu özelliklerinin yanında mazlumlar dünyasına örnek olan İstiklal Savaşı ve laik Cumhuriyet modeli Bir ülkede, ulusal güç unsurları arasında ahenk yoksa, özellikle iktisadi açıdan kırılgan, dışa bağımlı, ürettiğinden çok tüketen, borçlu bir yapı söz konusuysa, uluslararası ilişkilerde önüne çoktan seçmeli program değil, paket program konulur. Örneğin iç ve dış borç toplamı 500 milyar doları bulan bir ülke, ABD istediği için Lübnan ve Afganistan’a asker, Ermenistan’a cumhurbaşkanı yollar. Savunma sanayisi zayıfsa, terörle mücadelede gerekli donanımı ve stratejik istihbaratı ABD’den alıyorsa, Washington, o ülkenin cumhurbaşkanının hangi ülkeye gidip, gitmeyeceği konusunda da, sınır ötesi operasyonların bitiş zamanı konusunda da açıklama yapar. Ekonomisi IMF ve Dünya Bankası reçetelerine bağımlı ise ekonomiyi yöneten bakanın İngiliz vatandaşı olması da fazla garipsenmez zaten. Tüm bunlara "hayır" demek için de, kendine güvenmek, ekonomiyi düzeltmek ve gerekli bölgesel ittifak ağlarını örmek şarttır. Afganistan ve Irak’ta başarısızlığa uğrayan, ekonomisi olumsuz işaretler veren, yeni bir savaşı siyaseten göze alamayacağı gibi, iktisadi olarak da kaldıramayacağı belli olan ABD’ye karşı, Montrö başta olmak üzere, en haklı ve güçlü olduğumuz konularda gerekli siyasi ve iktisadi altyapıyı sağlayarak, "hayır" demek, gücümüzü azaltmaz, tersine pekiştirir. Unutmamak gerekir ki, ekonomi zayıfsa savunma da zayıftır, laiklik de. "Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir" sözleriyle Atatürk’ün dikkat çektiği sosyal devlet ne kadar ezilirse, yurttaşın devletine karşı duyduğu sadakat hisleri de o kadar ezilir. ABD, Türk siyaseti, ekonomisi, güvenlik ve savunma sistemi üzerinde güçlü olduğu içindir ki, laik Cumhuriyet’in önüne "ılımlı İslam" takısı koymaktan çekinmemektedir. Türkiye’nin yaşadığı coğrafyadaki değişimi görmesinin, bölgesel ve küresel dengeleri gözeterek, yeni döneme hazırlanmasının zamanı gelmiştir. Tek odaklılıktan çok kutupluluğa doğru yöneliş vardır. Türkiye’nin merkezinde olduğu Avrasya en büyük rekabet alanı, aynı zamanda büyük sorunların beşiği, büyük risk ve tehditlerin kaynağı, büyük fırsatların da bölgesidir. Büyük enerji kaynağıdır ve Türkiye enerji koridoru olarak öne çıkmaktadır. Avrasya’da Rusya, Çin, Hindistan, İran gibi büyük uygarlıklar, güçlü devlet gelenekleri, Türk Cumhuriyetleri gibi dost ve akraba topluluklar vardır. Kısacası, toprak bütünlüğünü yitiren Gürcistan’ın başına gelenler, artık Batı bağımlılığının bölge ülkelerinin güvencesi olamayacağını ve turuncu devrimlerin tutmasının hayli zorlaştığını ortaya koymuştur.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle