02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 Dr. Hürkan ÇELEBİ Hacettepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Bağımsız mı Olunmalı, Bağımsız mı Görünmeli? C S TRATEJİ Cumhuriyet Strateji 15 Eylül 2008 / 220 "R enkli devrimler" olarak anılan girişimlerin en önde gelen ortak özelliği, hangi renkle anılırsa anılsın, yapılmasına ortam hazırlayanlar ve yapan taşeronlarca, şu ya da bu biçimde gerçekleştirildikten sonra toz pembe olarak algılanmasıdır. Yapılanların kalıcı olduğu yanılsaması bu algılamanın nedenini oluşturmaktadır. Bu durum, bir çeşit "biz yaptık oldu" anlayışının yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin Ukrayna’da, Gürcistan’da gerçekleştirilen ve devrim olduğu savlanan girişimler pek de umulan sonuçları doğurmamıştır. Hatta çok daha büyük sıkıntıları doğurduğunu söyleyebiliriz. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından gelişen olaylara bakıldığında, Sovyetler’in bıraktığı boşluktan yararlanmak için pek çok girişim gerçekleşmiş; bunların bir kısmında da yaptıran gücün çok kısa dönemde başarıyı yakaladığı gibi bir izlenim oluşmuştu. Ancak bu izlenimin yanıltıcı olduğu zaman geçtikçe ortaya çıktı. Özellikle Putin sonrasında Rusya etkinlik alanında yeni kazanımlar da elde etti. Öyle görünüyor ki bu kazanımlarını daha da artıracaktır. Bugün Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar, ve Orta Asya’da gerçekleşmiş ABD temelli girişimler kalıcı olaylar olarak görünmemektedir. Bunun çeşitli nedenleri olmakla birlikte; öncelikle tarihsel birikimden, siyasal gözlemlerden ve iktisadi gerçeklerden uzak; ayrıntılı planlamadan çok, hesapsız, ivecen, ya tutarsa düşüncesiyle gerçekleştirilmeye çalışılmış olmasındandır. Koşulsuz biat edecek birilerinin (etmemesi durumunda bulundukları pozisyonları ancak düşlerinde görebilirlerdi) bulunması yeterli görülmüştür. 18. ve 19. yy’larda bu işleri ilgili ülkenin genel –sömürgevalisi yürütürken, günümüzdeyse benzeri yerlerde yerli kimliği (de) olan taşeronlar yürütmektedir. Böyle olunca da doku uyuşmazlığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Sahte devrimler Süper güç konumundaki devletler her dönemde yeryüzünün herhangi bir bölgesinde etkinlik gösterirken, şimdiye kadar bölge ülkelerinin çıkarları hiçbir dönemde bugünkü kadar göz ardı edilmedi. Bu durum da beraberinde, bu ülkelerin kendilerine ait ancak bağımsız olmayan politikalar üretmesine neden oluyor. hatrına bir iyilik yaptığı, karşılıksız olarak bir çıkar sağladığı bugüne kadar siyasal tarih kayıtlarına girmemiştir (Osmanlı, güçlü olduğu dönemlerde istisnai olarak kimi iyilikler yapmıştır). Bundan sonra da gireceği kuşkuludur. Yardım alan için çok avantajlı sayılabilecek durumlarla karşılaşılmıştır (genç Türkiye Cumhuriyeti ve SSCB arasındaki gibi); fakat orada da dolaylı olsa da bir çıkardan söz etmemiz olasıdır. Ancak bunun gibi olgular bile genel siyasal topludurum (konjonktür) ve yöneticilerin yetenekleriyle çok yakın ilişkilidir. Gerek devletlerin geleneksel tutumlarının bilinebilmesi, gerekse ileriye yönelik çıkarımların yapılabilmesi için özellikle siyasal tarihi iyi bilmek ve doğru yorumlayabilmek yaşamsal bir önem taşımaktadır. Özellikle Westphalia Barışı (1648) ile biçimlenmeye başlayan, Utrecht Barışı’ndan (1713) sonra da neredeyse bugünkü biçeminin iyice yerleştiği uluslararası ilişkiler; güvenlik, güç dengesi(leri), geleceğe yönelik düzenlemeler gibi öğeleri içinde barındıran "ulusal çıkar" kavramıyla biçimlenmeye başlamıştı ("Ulusal" sözcüğü için 17. ve 18. yy’lar biraz erken gibi görünmekle birlikte; diplomatik ilişkilerdeki yönelimler bu öğeleri içinde barındırmaya başlamıştı.). Bugün dış politikanın belirlenmesi sırasında hangi öğeye ağırlık verilirse verilsin, sağlanmak istenen –ve sağlanması gereken "ulusal çıkarlar" ve bunun sürekliliğidir. Ulusal çıkarın düşünülmemesi durumunda ya bir başkasının çıkarına hizmet edilebilir ya da amaçsız bir sürükleniş içinde oradan oraya savrulunabilir. Her iki durumun da bir ülke için olumsuz sonuçlar doğurabileceğinin yanında, son derece üzücü, geriye dönülemez noktalara da varabileceği açıktır. Bu durumda, devletlerin dış politikalarını belirlerken gereksinim duydukları en yararlı dayanak tarihsel birikim ve bilinç olacaktır. Özellikle "devlet geleneği" bu anlamda paha biçilemez bir kazanım olarak karşımıza çıkmaktadır. Köklü bir devlet geleneğine dayanmayan ulusların günümüz dünyasında işleri oldukça zordur (Gürcistan bu konuda yine örnek oluşturabilir). Yeryüzünün ulaşımı zor bir köşesinde yer alan, kendi yağıyla kavrularak ve fazla ilgi çekmeden gelişmek umulabilir. Ancak uzaklık kavramının, erişebilmek ve erişilebilmek açısından, neredeyse anlamını yitirdiği bir dünyada konunun önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bütün bunların yanında ilgili devletin bulunduğu coğrafya, birilerinin şu ya da bu nedenle ilgi odağıysa bu zorluk daha da artmaktadır. Sözü edilen devletlerin atacakları adımları birkaç kez düşünmeleri var olabilmeleri için kaçınılmazdır. Karadeniz Havzası ve özellikle Kafkaslar Bölgesi, Rusya’nın hem ülke olarak hem de etki alanı olarak var olduğu bir yerdir. Bununla birlikte başta ABD, ardından da AB’nin çeşitli ülkeleri bölgeye yakın ilgi duymaktadırlar. ABD için bu ilgi, uzaktan yönlendirme değil Gürcistan aracılığıyla doğrudan yerleşme çabasına yöneliktir. Yukarıda sayılan özelliklere ek olarak anılan devletlerin iktisadi yapıları da önemli bir belirleyici etken olarak ortaya çıkmaktadır. Ciddi bir sanayi altyapısı olmayan, hammadde ihracatçılığı yapamayan ya da devletin örgütsel yapısını ayakta tutabilecek güvenebileceği mali çözümleri de olmayan ülkelerin dış borç ve dış yatırımlarla ayakta kalabilmeleri ne kadar gerçekçi olabilir? Bölgesinde sözü geçen bir devlet olmak bir yana, kendi ayakları üzerinde durabilecek gücü ya da bunu TÜRKİYESSCB İLİŞKİLERİ Devletlerin birbirleriyle olan ilişkilerinde herhangi birinin "kara kaş, kara göz" Putin Bush
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle