Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
14 Dr. Barış DOSTER Öğretim Üyesi Yazar ABD’nin Karadeniz hesapları... C S TRATEJİ Cumhuriyet Strateji 15 Eylül 2008 / 220 G ürcistan ile Rusya arasında yaşanan bunalım, ABD’nin Karadeniz hesapları nedeniyle Türkiye’yi de derinden etkilemiştir. Çünkü kısa süren savaş sonrasında, Cumhuriyet’in Lozan’dan sonraki en önemli diplomatik zaferi olan Montrö, ABD tarafından delinmek, en azından esnetilmek, yumuşatılmak istenmiştir. Atatürk’ün, dönemin koşullarını ve güç dengesini çok iyi gözeterek, Rusya’nın ve Balkan ülkelerinin desteğini alarak, İngiltere ve Fransa’nın da Türk tezlerine olumlu yaklaşmasıyla hayata geçirdiği Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Gürcistan bunalımıyla bir kez daha tartışmaya açılmıştır. Türkiye, Montrö konusunda kıskanç, ödünsüz davranmalıdır. Çünkü 29 madde, 4 ek, 1 protokolden oluşan ve Boğazlardan geçiş rejimini düzenleyen Montrö ile Boğazlarda tam hükümranlığını elde etmiş, bağımsızlığı, bütünlüğü ve egemenliğini pekiştirmiştir. Montrö, Gazi’nin bölge merkezli dış politikasında önemli bir başarı olarak tarihe geçmiştir. ABD’nin hesaplarını tüm bölgeyi kapsayacak genişlik ve derinlikte ele almak gerekir. Çünkü 2003 yılında Irak’ı işgal etmeden önce, Karadeniz’de Samsun ve Trabzon limanlarından üs isteyerek, daha o zamandan niyetini ortaya koymuştur. Karadeniz, Hazar Havzası, Kafkasya ve Orta Asya, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP diğer adıyla Genişletilmiş Ortadoğu ve Güney Afrika Projesi GOKAP) içinde yer aldığından, ABD’li uzmanlar, bu coğrafyayı "büyük satranç tahtası" olarak tanımlayıp, "global Balkanlar" olarak isimlendirdiklerinden, ABD’nin talepleri, bir paket program kapsamında değerlendirilmelidir. Bu kapsamda ABD, bölgede etkili olmak, yumuşak güç unsurlarını desteklemek için silahlı gücünü de konuşlandırmak zorundadır. Çünkü askeri gücün caydırıcılığını arkasına almayan bir yumuşak gücün ilelebet etkili olması mümkün değildir. Özellikle enerji trafiğini denetlemek için bölgede bayrak göstermek ABD açısından yaşamsaldır. Türkiye İçin Gürcistan Dersleri ABD’nin güvenlik şemsiyesinden yararlanma tercihi, AB’nin siyasi ve askeri güç olmasını engellemektedir. AB’NİN TÜRKİYE’YE BAKIŞI Gürcistan ile Rusya arasında yaşanan bunalım, ABD’nin Karadeniz hesapları nedeniyle Türkiye’yi de derinden etkiledi. ABD, kısa süren savaş sonrasında, Cumhuriyet’in Lozan’dan sonraki en önemli diplomatik zaferi olan Montrö’yü, bir şekilde delmek ya da esnetmek için uğraş verdi. Romanya’nın, yani Karadeniz’e kıyıdaş iki NATOAB üyesi ülkenin varlığı da, Türkiye’deki iktidarın ABD AB’ye olan yakınlığı da, Washington’un Karadeniz’de etkili olması için yeterli değildir. Rusya’nın, hem de NATO Zirvesi’nde irade koyarak Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliğini engelleyişi, Karadeniz’in bir NATO, dolayısıyla ABD gölü olmasını da önlemiştir. ABD için, bir türlü giremediği Karadeniz’de bayrak göstermek çok önemlidir ve Rusya’nın NATO zirvesindeki tutumu, aslında Türkiye’nin Montrö konusunda direnmesini kolaylaştırmıştır. Dahası, Rusya’nın kazandığı zafer sonrasında Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlığını tanıması, KKTC’nin tanınması konusunda zaten haklı ve meşru olan Türk tarafına, yeni açılım ve fırsatlar sunmuştur, aynen Kosova’nın bağımsızlığının sunduğu fakat kullanılmayan yeni fırsat gibi. Gelişmeler sonrasında AB’nin Rusya ile stratejik ortaklık görüşmelerini ertelemesi, ama daha ötesini yapamaması, hatta AB yöneticilerinin Moskova’ya giderek Rusya’yı ikna etmeye çalışması, özellikle Almanya’nın Rusya’ya karşı sert söylemlerden kaçınması, hem AB içindeki çatlağı, hem de birliğin dış politikadaki zayıflığını göstermiştir. AB’nin kendi güvenliği için gereken cesareti gösteremeyip, ABD’nin şemsiyesi altına sığınması, savunma ve güvenlik için gerekli kaynağı ayırmaktan, riski almaktan kaçınması Brüksel açısından giderilemeyen bir zaaf olarak ortada durmaktadır. Bedel ödemeden, NATO’nun imkân ve kabiliyetlerinden, yani KIBRISKARADENİZ HATTI Rusya’nın kesin zaferi ve hemen ardından Güney Osetya ile Abhazya’nın bağımsızlığını tanıması, ABD’nin Türkiye üzerindeki baskısını şiddetlendirmiştir. Montrö’yü delme çabalarını da, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın maç bahanesiyle yaptığı Erivan ziyaretini de, Kıbrıs’ta "çözüm" adı altında KKTC’nin tasfiyesini de bu kapsamda ele almak gerekir. Çünkü Bulgaristan ve AB’nin Gürcistan bunalımındaki zayıflığı, Türkiye’nin de AB ile ilişkilerde muhasebe yapmasını zorunlu kılmaktadır. Türkiye’yi tam üye yapmaya yanaşmayan, Türkiye’nin de zaafı nedeniyle Ankara’yı üyelik vaadiyle, adaylık statüsüyle oyalayan, elinin altında tutarak, bekleme odasında oturtan Brüksel, bu sayede Türkiye’den istediğini almakta, dilediği ödünü koparmaktadır. Ege’den Kıbrıs’a, özelleştirmeden ana dilde yayın ve eğitime, sözde soykırım iddialarından Türk Ceza Kanunu’na, Güneydoğu’dan patrikhanenin statüsüne, Irak’ın kuzeyinden Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına dek hemen her alanda Türkiye’nin içişlerine karışan, bağımsızlığını, bütünlüğünü, egemenliğini zedeleyen isteklerde bulunan AB (ve ABD), Türkiye’nin muhataplarının ya da hasımlarının tezlerini, söylemlerini sahiplenmekte, dillendirmektedir. Türkiye’nin adaylık statüsüne ek olarak, ekonomik zayıflığı, üretim, ihracat, yatırım, istihdam, planlama, katma değer yaratma, dışsallık sağlama, vergiyi tabana yayma yerine, sadece borsa, döviz, faiz ve özelleştirmeyi konuşan ekonomi anlayışı da, Ankara’ya çullanmak için hazır bekleyen AB’nin elini güçlendirmektedir. Ancak askeri gücünden enerji koridoru olmasına, jeopolitik konumundan genç ve tüketici nüfusuna dek pek çok özelliği nedeniyle Türkiye’yi tam olarak gözden çıkarmamakta, küstürmeyi göze alamamakta, farklı seçeneklere yönelmesini engellemek için de, resmi belgelerdeki ifadeyle, "AB kurumlarına güçlü bağlarla, sıkı sıkıya bağlamaktadır". Artık sadece küçük ve orta boy işletmelerin değil, TÜSİAD’ın kimi büyük üyelerinin de zararlarından yakındığı Gümrük Birliği sayesinde, ekonomik olarak Türkiye’den alacağını fazlasıyla almış olan AB, Türkiye’yi kendisine bağlamanın ötesinde, bağımlı kılmanın tadını çıkarırken, Türkiye’nin bu durumu düşünmesi gerekir. Zira tam üyelik, Türkiye’nin istenciyle, çabasıyla, kararlılığıyla, onur kırıcı "ev ödevlerini" yapmasıyla ilgili değil, AB’nin küresel çapta kendisini nasıl konumlandırdığı ve görmek istediğiyle ilgilidir. Brüksel, eğer her alanda ve anlamda küresel bir güç olmak, bunun gereklerini göze almak, bedelini ödeyip, avantajlarından yararlanmak isterse, Türkiye gibi bir gücü mutlaka üye yapmayı tercih eder. Çünkü küresel çapta etkili olması için Türkiye’nin stratejik derinliğine, tarihsel birikimine, siyasi ve askeri ağırlığına ihtiyacı vardır. Eğer şimdi yaptığı gibi ABD’nin koruyucu kanatları altında, elini cebine pek atmadan, risklere katlanmadan, ekonomik bir güç, fakat siyasi ve askeri bir cüce olmak isterse, Kafkaslar ve Ortadoğu gibi belalı coğrafyalarla komşu olmayı göze alamazsa, Türkiye’yi tam üye yaparak, büyük bir maliyete katlanmak istemez, şimdiki durumun sürmesini yeğler. Türkiye’nin kendisine bağımlı, sorunlu bölgelerle arasında tampon bir güç olarak kalmasını arzular. Gümrük Birliği sayesinde Türkiye pazarını zahmetsiz ve ücretsiz elde eden AB, Türk Ordusu’nu da Türkiye’yi içine, Türk askerini de komuta kademesine almadan, AB adına yürütülecek operasyonlarda kullanmak ister, aynen ABD’nin