02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 ST R A T E J İ c Cumhuriyet Strateji 20 Ekim 2008/225 Barzani’ye güvenilmez 1990’lı yıllarda uygulanan Çekiç Güç politikasının ağır sonuçları günümüzde yaşanıyor. Irak sınırındaki karakola yapılan saldırının ardından ABD taşeronluğu yapan Barzani’ye güvenilmez. Daver DARENDE Emekli Diplomat Yazar Türkiye Çekiç Güç konusundaki yanlışı yinelememeli… Ekim 2008 günü öğlen saatlerinde terör örgütü PKK’nın Aktütün Jandarma Karakolu’na gerçekleştirdiği hain saldırıdan sonra artık gerçekleri görmenin zamanı gelmedi mi? Emperyalizmin temsilcilerinin sömürge valileri gibi dolaştıkları bu duyarlı dönemde, Sevr diriltilmeye çalışılırken ülkemizin güvenliğini “stratejik müttefiklerimizin” insafına mı bırakacağız? Bugün “Özerk Kürt Devleti” planları arkasında ABD ve Batılı “müttefiklerimiz”in olduğunu bilmeyen var mı? Hiç güven vermeyen bir geçmişe sahip olan Irak’ın kuzeyindeki yönetimin lideri Mesud Barzani ve Celal Talabani’nin yakın geçmişte ve günümüzde ABD’nin en güvenilir müttefiki olduğunu Uğur Mumcu yıllar önce yazmadı mı? Irak’ın kuzeyinden yönlendirilen PKK terör örgütünün ülkemize yönelik gün geçtikçe artan saldırılarından sonra Türkiye Irak’ın kuzeyindeki yönetime güvenebilir mi? Uzunca süre sessizliğini sürdüren Mesud Barzani, İtalya’da yayımlanan İl Tempo (Haziran 2008) gazetesiyle yaptığı söyleşide kendisine yöneltilen sorulara verdiği yanıtlar Kürt Yönetimi Liderinin değişmediğini, Türkiye’ye karşı saldırgan tutumunu devam ettirdiğini göstermektedir. İtalya’ya yaptığı ziyaret sırasında (Haziran 2008) “Kerkük Kürdistan’ın bir parçasıdır. PKK terörist bir örgüt değildir” şeklinde açıklamalar yapan Barzani, Türkiye’nin PKK bahanesiyle Irak’ın Kuzeyini işgal etmesinden korkup kormadığının kendisine sorulması üzerine “Biz hiç kimseden korkmuyoruz” demek cesaretini de göstermiştir. Kürtlerin silahlı mücadele yerine politik mücadeleyi seçmeleri gerektiğini çeşitli vesilelerle açıklayan Barzani, “PKK’nın bir terör örgütü olmadığını” bir kez daha vurguladıktan sonra Kerkük’ün kesinlikle Kürdistan’ın ayrılmaz bir parçası olduğunu yinelemiştir. (24 Haziran 2008, Cumhuriyet) Yakın geçmişte küresel güçlerin ve uluslararası sermayenin buyruğu ile hareket eden, “Baba Bush”la yakın dostluk ilişkileri kurmakla övünen Turgut Özal’ın ve ondan sonra gelenlerin uzak görüşlü (!) politikaları sonucu ABD ve İngliiz uçaklarından oluşan “Çekiç Güç”ün topraklarımızda konuşlandırılmasını, görev süresinin TBMM tarafından altı ayda bir uzatılmasını, bu gücün Irak’ın fiili olarak bölünmesini sağlayan en Barzani önemli etkenlerden biri olacağını o dönemde bizi yönetenler ne acıdır ki 3 fark edemediler. 1990’lı yıllarda ABD ve Batı’ya bağımlı siyasetçiler, dış politika alanında önemli sorumluluklar üstlenmiş diplomatlar ve eski dışişleri bakanlarının devlet televizyonlarında “Amerika’nın Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti kuracağını sanmıyorum. Irak’ta sorun çözülse bile “Çekiç Güç” ülkemizin topraklarında sonuna kadar kalmalıdır. Bu durum bizim itibarımızı arttırır, Türkiye’yi Batı’ya daha da yaklaştırır.” (5 Eylül 1996, TRT2, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi profesörlerinden Vakur Versan’ın gece saatlerinde yönettiği açık oturuma katılan diplomat ve eski dışişleri bakanlarının söylemlerinden) Yakın geçmişte televizyon ekranlarında söylenen bu sözleri anımsarken ürpermekten kendimi alamıyorum. ABD’ye körü körüne bağımlı benzer kişiler, ne acıdır ki aynı söylemlere bugün devam etmektedirler. Gerçeklerin üzeri örtülüyor… ABD’NİN TAŞERONLUĞU 3 Ekim 2008 günü ağır silahlarla topraklarımıza yapılan hain saldırıdan ve sinsice hazırlanan plandan sonra Irak’ın kuzeyinde PKK’yı koruduğu bilinen Barzani’nin güven vermeyen, içten pazarlıklı tutumu ve bölgenin egemen gücü olan Amerika’nın içtenliksiz ve çoğu kez taraflı davranışını hesaba katmadan, gerçekleşen acı olayları tam olarak değerlendiremeyiz. Irak savaşı sırasında kuzeye yerleştirilen ABD kökenli ağır silahların ve mühimmatın bugün PKK’nın elinde olduğunu, Mesud Barzani’nin de bölgede ABD tarafıdan korunarak bu ülkenin taşeronluğunu üstlendiğini kabul etmek zorundayız. ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı (ABD’nin Birleşmiş Milletler nezdindeki eski daimi temsilcisi) John Negroponte’nin bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani ile 4 Ekim 2008 gecesi Selahattin kendindeki görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada (6 Ekim 2008, Cumhuriyet) “Çirkin saldırıyı kınıyoruz. Böyle bir saldırıyı kesinlikle doğru bulmuyoruz” şeklindeki sözleri inandırıcılıktan yoksundur. Irak’ın kuzeyindeki ABD güçlerinin komutanı Tümgeneral Mark Hertling’in “saldırıların çoğu Duduk bölgesinde oluyor. Burası Kürt Bölgesel Hükümeti’nin kontrolündedir. Bizim bu bölgede gücümüz yok(!)” şeklindeki açıklaması ABD’nin gerçekleri saptırırken ne kadar yetenekli(!) olduğunu göstermektedir. Sınır ötesinden ülkemize yönelik düzenlenen hain saldırıdan sonra bölgedeki, egemen gücün güdümünde hareket eden Merkezi Irak Hükümeti’ne uyarı notası vermek yerine Irak’ın kuzeyinde egemenliğini ve etkinliğini sürdüren, bu bölgeyi Türkiye’ye karşı bir saldırı alanına dönüştüren ABD’ye izlediği politikanın müttefiklikle bağdaşmadığını anlayacağı bir dille, ürkmeden ve çekinmeden anlatmamız gerekmiyor mu? Ülkemizin bütünlüğünün ve ulusal çıkarlarımızın her şeyin üstünde olduğunu dünya kamuoyuna açıklıkla ve ciddi mesajlarla duyurmamızın zamanı gelmedi mi? Gerçek tehdidin ABD’den kaynaklandığını hala anlayamadık mı? Teröre sağlanan koruma Prof. Dr. Nadim MACİT TUSAM Danışmanı Ş emdinliAktütün Karakolu’na yapılan saldırının ardından PKK terör örgütü daha yoğun tartışılmaya başlandı. Bütünüyle olmasa bile iç siyasetin cepheleşme mantığı, TSK’ye karşı öteden beri sergilenen olumsuz tavrın uygun ortam bulması, AB’ye uyum politikaları adı altında ‘liberaldin eksenli bakışın’ oluşturduğu ittifakın TSK’nin yapısını, işlevini ve etkisini sınırlandırmaya dönük gayretleri aynı noktada buluşmuş durumda. Söz konusu tartışma sürecinde kullanılan kavramlar, sunulan gerekçeler ve yapılan saldırılar, ‘anlama ve sonuç çıkarıp öneride bulunma’ niyetini değil güvenlik güçlerimizi yıpratmaya dönük ‘psikolojik operasyonu’ ya da ‘dolaylı stratejik tutumu’ barındırmaktadır. Bu terör olayından sonra uygulanan psikolojik operasyona bağlı olarak üretilen kavramlar ve verilen demeçler ‘gözden kaçırmamamız gereken bir amacın işletildiğini’ göstermektedir. Bunu netleştirmek için iç ve dış mahfillerde PKK terörü gerekçe gösterilerek ‘sorun olarak neyin takdim edildiğini’ anlamamız gerekir. Aşağıdaki iki tabloda yer alan alıntılar takdim edilenin ne olduğunu anlamamıza yardımcı olacaktır. DIŞ BASIN Financial Times “Hükümet; sınır ötesi harekâtı düzenleme konusunda çağrılarla karşı karşıya kalacak. Bu da AB ve ABD’yle ilişkileri zedeleyebilir.” Frankfurter Allgemeine; ? Cumhuriyetin kuruluşundan beri (etnik) sorun çözülemedi. ? Kürtler Türkler gibi Müslüman oldukları için 1923 Lozan Antlaşması’nda azınlık olarak kabul edilmedi. Oysa Kürtlerin pek çoğu kendini azınlık görüyor. ? Türkiye Cumhuriyeti Devleti, milliyetçi hissin egemen olduğu devlet yapısıdır. ? Demokrasinin gelişmesini engelleyen sadece PKK değil, aynı zamanda aşırı milliyetçilerdir. Peşmerge Kuvvetleri’nin Sözcüsü Cebbar Yaver; “Terörün askeri operasyon ve şiddetle çözüleceğine inanmıyoruz ve çok üzülüyoruz.” Avrupa Parlamentosu’nun Liberal Demokratlar
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle