02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

algılayamadıkları bir gerçektir. Laiklik anlayışı, her ülkenin sosyal yapısına göre değişiklik gösterir. Türk Anayasa Mahkemesi hükümlerinde "Laiklik ilkesinin, her ülkenin içinde bulunduğu koşullarla her dinin özelliklerinden esinlenmesi, bu koşullarla özellikler arasındaki uyum ya da uyumsuzlukların laiklik anlayışına da yansıyarak değişik nitelikleri ve uygulamaları ortaya çıkarması doğaldır", şeklinde bir açıklama bulunmaktadır. Ayrıca Anayasa Mahkemesi, gerektiğinde dinsel hak ve özgürlüklere sınır getirebileceğini de bir kararında belirtmektedir. Bu kararda "Kamu düzeninin ve haklarının koruyucusu sıfatı ile dinsel hak ve özgürlükler konusunda devlete denetim yetkisinin tanınması, kamu düzeni, kamu güvenliği ve kamu yararını korumak amacı ile sınırlar getirilmesi mümkündür", ibaresi yer almaktadır. Bu durum, özgürlüklerin de sınırının olacağını göstermekte ve bu nedenle demokrasinin, demokrasiyi yok etme özgürlüğüne sahip olamayacağı net olarak ortaya çıkmaktadır. Yönetimlerin, demokrasinin olanaklarını kullanarak demokrasiyi yıkma hakkı yoktur. Dünyanın hiçbir ülkesi ve uluslararası insan hakları kuruluşlarının hiçbiri böyle bir hak tanımamaktadır. Ülkemiz açısından, laikliği ortadan kaldırmak, aydınlanma devrimini yok ederek tekrar karanlık bir teokratik rejime bizleri mahkum etmek isteyenlere her türlü olanağı tanırsak, bunun adı demokrasiye hizmet değil, demokrasiye ihanet olur. Bu nedenlerle, laikliği yok ederek demokrasiyi temelsiz bırakmak ve dolayısı ile demokrasiyi, insan haklarını ortadan kaldırmak isteyenlere olanak tanınmamalıdır. Türkiye, laik, demokratik ve hukuk devleti anlayışına sahip, halkının büyük çoğunluğunun Müslüman olduğu tek ülkedir. Dolayısıyla diğer İslam ülkeleriyle mukayese edilmesi uygun değildir. Türkiye’nin çağdaş ve laik yapısının, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün eseri, laikliğin de demokrasinin temel taşı olduğu unutulmamalıdır. C S TRATEJİ 19 yönetim de arzu edilen bir yöntem değildir. Bugüne kadar olan askeri müdahaleleri de kendi şartları içinde mütalaa etmek, onları yanlış algılamamak gerekir. Silahlı Kuvvetler darbe yapacağım diye bu açıklamayı yapmamıştır. Bu gidişatın yanlış olduğunu ve konunun takipçisi olduğunu, laik, demokratik, sosyal hukuk devleti ilkesine bağlı olduğunu ve Cumhuriyetin ilkelerinden kesinlikle taviz verilmeyeceğini ifade eden yaklaşımını ortaya koymuştur. Bunun da sonuna kadar takipçisi olduğunu ve bu konunun tarafı olduğunu söylemiştir. Gerekli yerlerde ve zamanlarda Silahlı Kuvvetler de görüşünü bildirmek, açıklama yapmak ve Cumhuriyeti kollama ve koruma görevini her ne olursa olsun yerine getirmek mecburiyetinde olduğunu da ifade etmiştir. Çünkü bu onun yasal görevidir. DARBE İLE DEMOKRASİ Diğer taraftan darbe ile demokrasi karşı karşıya getirilmek istenmektedir. Ülkenin varlığı, bütünlüğü, güvenliği öncelikli kavramlardır. Bunlar Atatürk Milliyetçiliği ve Cumhuriyetin Temel İlkeleri ile bütünleştirilir. Rejimin devamlılığı esas alınır. Demokrasi, insan hakları ve özgürlükler bu temelin üzerine inşa edilir. Bunlardan sapma olduğunda, Cumhuriyetin temel ilkeleri bozulduğunda, hâlâ demokrasinin varlığından söz etmek mümkün değildir. Parlamentodaki milletvekili çoğunluğuna dayanarak, Cumhuriyetin temel ilkelerini ve laikliği zedeleyici yaklaşımlarda bulunmak, sandıktan çıktığını beyan ederek her arzusunu ve düşüncesini gerçekleştireceğini zannetmek, laikliği kaldırırım, hilafeti bile getiririm anlayışı içerisinde hareket etmek ve parti diktatoryasına doğru yönelmek, demokrasiyi düzeni değiştirecek bir araç olarak kullanmak demektir. Böyle bir gelişme, doğal olarak, bir şekilde müdahale ile karşılaşır. Ancak bu durum mutlaka darbe olacağı anlamında değerlendirilmemelidir. Devletin anayasal kurumları vardır. Sivil toplum örgütlerinin ve halkın tepkisi vardır. Konu bir bütün olarak ele alınmalıdır. Demokrasinin karşısında TSK’yı bir korku unsuru olarak göstermek, yanlış bir yaklaşımdır. TSK demokratik düzenin devam etmesini arzu eden, demokrasiyi koruyan bir müessesedir. Ancak bizim ülkemizde bunun korunması ve devam etmesi için laiklik ilkesinin mutlak olarak uygulanması gerektiğini ve Cumhuriyetin temel ilkelerinden vazgeçilmeyeceğini ifade eden bir yapıya ve düşünceye sahiptir. Bu çerçevede "darbeye karşı olma" yaklaşımını, darbeyi gerektirecek şartların oluşmasına karşı olmak anlamında düşünmek daha doğru olacaktır. Önemli olan ülkeyi, son çare olarak görülen askeri müdahale noktasına getirmemektir. Rejim karşıtlarının, cumhuriyetin temel ilkeleri ve laikliği içine sindiremeyenlerin, İslami yaşam tarzını bu ülkeye getirmek isteyenlerin, sistemden rövanş alma niyetinde olanların, hatta etnik esasa dayalı bölücülük yapan siyasetçilerin, demokrasinin ulvi değerlerinin arkasına saklanarak demokratlığı ön plana çıkarttıkları görülmektedir. Popülizm yaparak oy almaya çalışmakta ve sonra da sandıktan çıktıklarını, milletin çoğunluğuna dayandıklarını ifade ederek çarpık niyetlerini gerçekleştirebileceklerini ifade etmektedirler. Bu açıkça demokrasinin kötü niyetle kullanılmasıdır. Bir ülkenin önce varlığı, sonra bütünlüğü, sonra güvenliği gelir. Bunlar Atatürk milliyetçiliği ve Cumhuriyetin temel ilkeleri ile bütünleştirilir. Demokrasi, insan hakları ve özgürlükler bu temelin üzerine inşa edilir. Bunlardan sapma olduğunda, Cumhuriyetin temel ilkeleri bozulduğunda, hâlâ demokrasinin varlığından söz etmek mümkün değildir. Bu nedenle Cumhuriyetçiliği, laikliği ve demokratlığı, birbirinden ayrılamayacak olan bir bütün olarak değerlendirmek gerekir. REJİMİN DİRENİŞİ Türkiye’de son yıllardaki uygulamalara baktığımızda, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerinden ve laiklik ilkesinden oldukça sapıldığını ve hatta bu terimlerin, bu yaklaşımın yozlaştırıldığını, kadrolaşma hareketlerinin tehlikeli boyutlara ulaştığını görüyoruz. Bu sürecin sonu bir de Cumhurbaşkanlığı seçimi ile tamamlanmaya çalışılmıştır. Bu durum halkımız tarafından, özellikle duyarlı halkımız tarafından takip edilmektedir. Gerçekte demokrasiyi, laikliği, Batılı yaşam tarzını özümsemiş halk kesimi, Atatürk devrimleri ve cumhuriyete sahip çıkarak, Türkiye’ye yönelik şeriatçı ve emperyalist kesime karşı tepkisini Cumhuriyet mitingleri düzenleyerek ortaya koymuştur. Cumhuriyet mitinglerine katılan milyonlar, dinci devlet ideolojisi ve emperyalizme karşı tepkisini, onurlu, düzeyli biçimde dile getirmiştir. Ülkemizde son dönemde cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi de gündeme getirilmiştir. Cumhurbaşkanlığı, son derece önemli bir makamdır. Cumhurbaşkanı rektörleri atıyor, Anayasa Mahkemesi üyelerini atıyor, kanunları onaylıyor, Anayasa Mahkemesi’ne veriyor ve bunun yanında da birtakım hakları var. O bakımdan siyasetin içinden gelmesi ve mevcut Meclis siyasetinin devamı şeklinde hareket etmesi, Cumhuriyetin ve ülkenin bir sigortası durumunda olan şahsın, garantör konumunun bozulması anlamına gelir. O bakımdan Cumhurbaşkanının siyaset dışından olması gerekir. Bu durum özellikle duyarlı halkımız tarafından tepkiyle Laiklik üzerindeki tartışmalar ile küresel güçlerin bölgesel politikaları benzerlik gösteriyor. Türkiye özgün bir model olarak değil, ‘modifiye’ edilerek bazı bölge ülkelerinin kopyalaması isteniyor. Laik cumhuriyeti savunanların meydanlardaki tepkisi emperyalizme en güzel yanıtı oluşturdu. karşılanmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri de bu konudaki düşüncelerini internetten yaptığı açıklama ile Türk Milleti ile paylaşmıştır. Yaptığımız değerlendirme sonucunda bu açıklamanın son anda ortaya çıkarılmış bir mesele olmadığını, TSK tarafından bugüne kadar durumun takip edildiğini ve böyle bir açıklamanın hazırlandığını, açıklamanın gelişen olaylara göre güncelleştirildiğini ve son gelişmelere adapte edilmek suretiyle de internete verildiğini anlıyoruz. Durumun hassasiyetini ve uygulamalara tepkiyi gösteren Cumhuriyet Mitingleri’nde, "Ne şeriat, ne darbe" şeklinde pankartlara da rastlanmıştır. Bu sözlerin özellikle kendilerini demokrat olarak nitelendiren kesimlerce ordu karşıtlığı olarak algılandığı ve bu maksatla kullanılmak istendiği görülmüştür. "ne darbe" sözünün, TSK’nın yaklaşımının yanlış olduğu anlamında algılanmaması gerekir. Bu halk tabii ki şeriat istemiyor. Ancak, bunun sonucunda askerin müdahalesine kadar yol açacak bir gelişmeyi de arzu etmiyor. Onun için bir sivil toplum hareketi olarak bu mitinglerin düzenlenmesi ve halkın sesinin, bütün kesimler, bütün yetkililer ve bütün dünya tarafından duyulması isteğinin, bu gidişata son verilmesinin arzu edilmesinden kaynaklandığı bilinmelidir. Türk Silahlı Kuvvetleri darbe heveslisi, askeri
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle