Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
12 C S TRATEJİ Batıdan gelen h İkinci Cumhuriyetçiler Prof. Dr. Sina AKŞİN AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi nce İkinci Cumhuriyetçilerimizin kim olduklarını, bir insanın nasıl onlardan sayılabileceğini anlatmam uygun olur. Onlarınki apayrı bir dünyadır, ayrı bir paradigmadır bu. Radikal ve benzeri yayınları okumuyorsanız düşüncelerine şaşıp kalırsınız. Eğer Batı basınını izliyorsanız o denli şaşırmazsınız, çünkü onların bakış tarzıyla 2. Cumhuriyetçilerimizin bakış tarzı arasında büyük benzerlikler görürsünüz. Bu da, anlatacağım gibi, pek rastlantı değildir. Sanırım 2. Cumhuriyetçilerimizin hareket noktası şudur: Atatürk’ün yapıp etmeleri devrim değildir. Bunlar ordu gücüne dayanarak Atatürk’ün keyfi olarak yaptıklarıdır. Demokrasi, yani onlara göre çok partili dizge içinde yapılmış şeyler değildir, onun için de meşruiyetleri yoktur. Büyük çoğunluğu oluşturan tutucu halka karşı uygulanmış bir zorbalıktır. Mete Tunçay’ın "Atatürk’le Kenan Evren arasında bir fark yoktur, yalnız Atatürk daha zeki ve yakışıklıydı." sözü bu anlayışın veciz ifadesidir. Demek ki, Atatürk devrim yapmış sayılmıyorsa, Kenan Evren ile eşitlenebilir. Cumhuriyet 1923’ten beri hep sakat ve bozuk olduğuna göre, tam demokrasiyi sağlayarak ‘tertemiz’ 2. Cumhuriyeti kurmak gerekir. Şimdi 2. Cumhuriyetçilerin dogmalarını anlatırsam kafa yapıları ortaya çıkacaktır. 1. Dogma: Sandıktan ne çıkarsa iyidir, meşrudur. Yani seçimleri kim kazanırsa kazansın, iktidar olmalı, halkın desteğine sahip olduğu için istediğini yapabilmelidir. Fakat 1933’te Hitler’in seçimleri kazanarak iktidar olduğunu düşünürsek, bunu söylemenin o denli kolay olmadığı anlaşılır. Seçimleri kazandı diye Hitler’in iktidarını olumlu karşılayacak mıyız? Hem unutmayalım ki Almanya deyince okumuş, kültür ve uygarlığa pek çok katkılar yapmış bir halk var karşımızda. Onların 1933’teki bilinçli seçimini onaylayacak mıyız? Bunu yaparsak, Hitlerin çıkardığı II. Dünya Savaşını ve o savaşta 50 milyon Ö İkinci Cumhuriyetçi olarak nitelenen akım, Kemalist düzeni dogmatik olarak nitelerken, aslında kendileri dogmalar içerisinde yaşıyor. Bu akım Türkiye’nin asla İran’a dönüşemeyeceğini savunurken, tüm dünyada şeriat yönetimlerinin artmasına karşın, Türkiye’deki şeriatçıların yumuşadığını öne sürüyorlar. kadar insanın sinek gibi öldürülmesini de onaylamış oluruz. Türkiye’ye gelelim. 1950’den bu yana şaşmaz bir biçimde Karşıdevrim ya da sağ, ne derseniz deyin, her seçimi mutlaka kazanmaktadır. (Burada kazanmayı TBMM’de sandalyelerin yarıdan fazlasını elde etmek anlamında kullanıyorum.) Karşıdevrim hareketinin önderleri ya da partileri değişmekte, fakat hep o belli anlayış iktidar olmaktadır. Askerlerin siyasete müdahale ettikleri, fakat kısa süren zamanlar dışında. Bu bakımdan bütün bu döneme Karşıdevrim diktatörlüğü de denebilir. Peki, bu Karşıdevrimci ya da sağ iktidarların 57 yılda Türkiye’yi getirdikleri noktayı beğeniyor musunuz? Bu konuda başka düşünceler olduğunu, olan bitenden pek hoşnut olanların var olduğunu biliyoruz. Belli bir açıdan bakınca onlarda haklılık payları da olabilir. Ama bence tablonun bütününe bakınca sonucun çok olumsuz olduğu kuşkusuzdur. Geçen gün yazdığım bir yazıda bu olumsuzlukları şöyle sıralamıştım: "… tarımı, hayvancılığı çökertilmiş, eğitim ve kültürü sabote edilerek (Halkevleri ve Halkodalarının, Köy Enstitülerinin kapatılması) tahrip edilmiş, bilim ve üniversite hayatı güdük bıraktırılmış, hümanistleri, sanatçıları horlanmış, kazanç uğruna kıyıları, ormanları, kentleri, tarihi talan edilmiş, insanların çok büyük bir kesimi tarikat karanlığında boğulmuş, dişten tırnaktan artırılarak oluşturulmuş kamu malvarlığı satıp savılmış, kadınların pek çoğu ortaçağ kurallarının kahredici yumruğu altına sokulmuş, yolsuzluk, hukuksuzluk ve borca batırılmış, bağımsızlığını önemli ölçüde yitirmiş, terörün kucağında, Batı emperyalizminin tam bir şamar oğlanı olmuş (örneğin soykırım dayatmaları, çuval geçirme olayı) bir Türkiye." Erbakan’ın Refah Partisinin başında bulunduğu bir sırada Ali Kırca’nın bir Siyaset Meydanı programını hatırlıyorum. Konu, seçimleri Refah kazanırsa ne olur idi. 2. Cumhuriyetçilerimizden Murat Belge söz aldı ve dedi ki, Refah seçimleri kazanırsa iktidar onun olmalıdır. Sonra da dayanamadı, dürüst bir itirafta bulundu: "Ama o takdirde ben Rodos’a kaçarım." Evet ama Refah iktidarında hayatı zehir olacak, fakat Belge gibi kaçma olanakları olmayan insanlara bir haksızlık olmayacak mıydı bu? 2. Dogma: Askerin yaptığı her siyasal müdahale kötüdür. Askerin yapmış olduğu kimi siyasal müdahaleleri ben de sevmiyorum. Örneğin, 12 Mart ve 12 Eylül müdahaleleri, güya komünist kalkışması tehlikesi varmış diye solculara, Atatürkçülere karşı yapılmış zalim hareketlerdir. ABD’yi ve sağı hoşnut etmiştir. Daha kötüsü zulüm uyguladığı için kabul edilemez. 27 Mayıs’a gelince. Menderes ve iki arkadaşına uygulanan zalim ceza dışında, bence çok beğenilecek bir müdahaledir. O sayede birçok özgürlüğün kapısı açıldı, güzel kurumlara kavuştuk, yetkin bir anayasa yapıldı… Örneğin, Türkiye’nin Nazım Hikmet diye dünya çapında bir şairi olduğunu anımsamak cesaretini bulabildik. Türkiye’de sosyalizmin var olabileceğini öğrendik. Ama 2. Cumhuriyetçilerimize göre 27 Mayıs bütün askeri müdahaleler gibi kapkara bir olaydır. En azından öbür müdahalelere kapı açtığı için kötüdür. 2. Cumhuriyetçilere göre 28 Şubat’ta, o yumuşak, kibar müdahale de, kötüdür. Diyorsunuz ki, o sayede Türk çocuklarının zorunlu eğitimi sekiz yıla çıkabildi. Hayır, dinlemiyorlar. Onların dogması çocuklarımızın daha çok okumasından daha değerli, daha önemli. Herhalde ordu şu anda siyasete karışmasa bile her an karışabilir kaygısıyla olabilir, 2. Cumhuriyetçiler orduya karşı sürekli bir husumet havası içindedirler. "Derin" devletle ilgili olumsuzlukları tümüyle orduya yüklemeye hazır görünüyorlar. Onlar için ordu adeta ‘derin ordu’dur, hemen Şemdinli adını ileri sürüyorlar. Kimi 2. Cumhuriyetçiler ABD ordusunun Türk askerlerinin başına Süleymaniye’de çuval geçirmesi olayını ki, Türk ordusunun şerefine bir saldırıdır, Türkiye’nin şerefine bir saldırı olarak değerlendirmiyorlar. Bizim asker oradaki valiye suikast yapacakmış, ABD’liler eylemlerini onu önlemek için yapmışlar yollu bir açıklamayı benimseyerek, ‘layıklarını buldular’ havasına giriyorlar. Türk bayrağı, İstiklal Marşı karşısında neler duyumsuyorlar bilmiyorum, ama herhalde milliyetçiliğin her türünden nefret ediyorlar. Hayran oldukları sevgili Batılıların milliyetçilik yapıp yapmadıklarını asla sorgulamıyorlar. Son olarak cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde Genelkurmayın çıkardığı andaca söylemedikleri kalmadı. Bence orta çağ ile hesabını kapatamamış bir toplumda, devrimci, ilerici askeri müdahaleleri olağan karşılamak, dahası, alkışlamak gerek. Askerler bu yurdun evlatlarıdır, hem de çok nitelikli evlatları. Her çeşit yolsuzluk sanığı siyasetçiler uluorta siyaset yapacak, onlar yapmayacak, bu, eşyanın tabiatına aykırıdır. Yeni bir anayasa yapılacaksa, bunun yapılmasında Atatürkçülerin, bu arada ordunun, etkin bir rol oynaması da doğaldır. 3. Dogma: Türkiye İran olmaz. "İran olmak" Şeriat diktatörlüğüne dönüşmek anlamında kullanılmaktadır.