02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

kontrol uygulayamadığı alanlar" ifadesi kullanılıyor. Bu durumda "Kıbrıs Cumhuriyeti"ni tanımakla Türkiye, KKTC için "Kıbrıs Cumhuriyeti’nin işgal altındaki bölgesi" şeklindeki resmi Rum söylemini kabul etmiş olacaktır. Türk askerinin "işgalci" olduğu iddiası dikkate alındığında Türkiye’nin, oradaki askeri varlığını tutmak için hiçbir haklı gerekçesi kalmayacaktır. "Tanıma"nın gerçekleşmesi durumunda, Türkiye’nin kendi güvenliğinin güney kanadında bir açık bırakması bir yana Kıbrıs Türkleri de Rumlara teslim edilmiş olacak. Annan Planı’nın sağladığı göstermelik koruma maddelerinden dahi yoksun bir şekilde, karşılıksız büyük bir feragatte bulunulmuş olacak. BM nezdinde sürdürülen barış görüşmelerinin ortaya çıkardığı siyasi eşitlik, bakir doğum, iki kesimlilik ve taraflardan birinin diğeri üzerinde yetki ve meşruiyet iddia edemeyeceğini öngören ilkelerin tümü ortadan kalkacaktır. Rumlar, Kıbrıs Türklerinin kaderini belirleyen tek güç haline gelecek, Türkiye de 1960 Garanti Antlaşması’ndaki yükümlülüklerini reddetmiş olacaktır. Bu durumda ortada yeni bir anlaşma da olmaksızın Türkiye’nin "Garantörlük Hakkı" fiilen ortadan kalkacaktır. Öte yandan, Türk savaş gemilerinin karasularından zararsız geçişi ile ilgili bir takım problemler ortaya çıkacak ve bunlar da AB çerçevesinde çözülmek istenecektir. Kıbrıs Rum bandıralı gemilerin Türkiye limanlarına yanaşması ise, Türkiye ile serbest ticaretin sadece Güney Kıbrıs'la olması anlamına gelecek. "Doğrudan ticaret" konusunda hiçbir açılım sağlanamamış olduğu da dikkate alındığında KKTC’nin Türkiye dahil dünya ile ticareti, Rum yönetimine mahkum olacaktır. Yetkililerin "izolasyonlar kaldırılmadığı müddetçe limanların açılmayacağı" yönündeki söylemi, "tanıma"nın bir şarta bağlanmış olduğu izlenimi yaratmakla birlikte bir yandan "tanıma"yı azımsamakta bir yandan da kamuoyunu "tanıma"ya hazırlamaktadır. Nitekim AB yetkilileri, geçtiğimiz Şubat ayında 139 milyon Euro’ya düşen mali yardım tüzüğü, enerji ve çevre konularında acil ihtiyaçları gidermek ve AB mevzuatının tanıtımında kullanılmak üzere onaylanmasını önemli bir adım olarak görüyor. Referandum öncesinde KKTC için izolasyonların kaldırılması yönünde verilen sözün bu vesileyle yerine getirilmiş olduğu ifade ediliyor. Bu da gerçekte öyle olmasa da kimi düzenlemeler için izolasyonları kaldırdığı iddiasının öne sürüleceğini ve bunun da yeni tür tartışmalara yol açacağını düşündürüyor. Yaptığı açıklamayla iç kamuoyunda kendi kendisini köşeye sıkıştırmış olan hükümet de muhtemeldir ki herhangi bir adımı dahi "siyasi başarı" olarak gösterme eğiliminde olacaktır. Öte yandan, "hukuken 87’ye kadar fiilen ise 98’e kadar Türk limanlarının Rum bandıralı gemilere açık olduğu" ve ayrıca "bugün de Rumlarla zaten ticaret yapılmakta olduğu" yönündeki yeni yeni açıklamalar da "tanıma"nın zararsızlığı, önemsizliği yönünde ayrı bir yanılgı oluşturmaktadır. Ne var ki, bu açıklamaların sahiplerinin GKRY’nin artık AB üyesi olması ile değişen koşulları dikkate almadığı anlaşılmaktadır. C S TRATEJİ olduğunca geciktirilmesi yerinde olacaktır. 9 SORUN ANLAM DEĞİŞTİRİYOR İzlenen hatalı politikalar nedeniyle Kıbrıs sorunu BM zemininden AB zeminine kaymakta ve dünya kamuoyunda Türkiye’nin "Kıbrıs Cumhuriyeti"ni tanımamasının bir "Kıbrıs sorunu" yarattığı yanılgısı yerleşmektedir. Gerçekten de AB ile ilişkilerde Kıbrıs’ın sürekli ön planda tutulması veya tutulmasına izin verilmesi, Kıbrıs’ı sorun yapan gerçeklerin unutulmasına sebep oluyor. Rumların Türklere yıllarca uyguladığı etnik temizlik ve terörün unutulmasına izin vermek Ada’nın bölünmesindeki baş aktörün ellerini temizlemesine yardımla ve "tanımama"nın gerekçelerinin yok edilmesi ile eş anlamlı olarak görülmelidir. Son dönemde ciddi anlamda hatalı siyaset yürütüldüğü de bunun telafisinin bir muamma olduğu da açıktır. Gül’ün Türkiye’nin AB üyeliği Lüksemburg sürecinde Kıbrıs’ın önemli temaslarından... bir engel oluşturduğundan bahsedilirken Türk kamuoyunda gittikçe yaygınlaşan önemli bir diğer yanılgının da altının çizilmesi yerinde olacak. Yetkililerin kimi açıklamaları ve basınyayın organlarının bilgilendirme şekli GKRY’nin tanınması ve limanların açılması halinde sürecin hız kazanacağı izleniminin edinilmesine sebep oluyor. Halbuki, Kıbrıs’ın sürekli ön plana çıkarılması –gerçekleştirilecek reformlar bir tarafa bırakılırsa bu dönemin şartlarında ve bu yönetimin perspektifinde "en kolay vazgeçilecek dava" ve "en sancısız biçimde yerine getirilebilecek AB koşulu" olarak görülmesinden kaynaklanıyor. Gerçek şu ki, "tanıma" ile ortaya çıkacak yeni siyasi durum aslında bilinen ama unutulmaya bırakılmış kimi taleplerin tazelenmesine ve yeni AB şartları haline gelmelerine yol açacaktır. Öte yandan doğrudan Türkiye’nin egemenlik hakları ile ilgili olan daha pek çok konunun AB nezdinde halledilmesi gereken sorun olarak sırasını beklediğini de hatırlatmak gerekiyor. Yunanistan’ın AB içindeki misyonunu üstlenmiş olan GKRY’nin veto tehditlerinin Kıbrıs sorununun tüm yeni talepleriyle birlikte aşılmasından sonraki dönemde de devam edecek olması da cabası. Hem belgeler, hem üye ülkelerden gelen kimi açıklamalar hem de son dönemde yaşananlar aslında AB üyeliği yolunun Türkiye için kapalı olduğunu ancak tam üyelik haricindeki seçeneklerin mümkün olabileceğini gösteriyor. Bir kere uzun zamandır AB içinde Avrupa Projesi’nin güvenliğini garantiye almak amacıyla genişlemenin sınırlarının belirlenmesi konusu tartışılıyor. Türkiye bu sınırın dışında kalmış durumda. O halde Türkiye, tam üyelik yerine önerilen "güçlendirilmiş ortaklık" ya da "güçlendirilmiş komşuluk" ilişkileri için Kıbrıs gibi en önemli davasından vazgeçmesine değip değmeyeceğini tartışmak zorunda. RUM TALEPLERİ Kıbrıs’ın AB sürecinde bir engel olmaktan çıkması için; "Kıbrıs Cumhuriyeti" ile ilişkilerin normalleştirilmesi yani GKRY’nin "Kıbrıs Cumhuriyeti" olarak ve tüm adanın temsilcisi olarak tanınması gerekiyor. GKRY’nin de asıl talebi bu olmakla birlikte nedense son zamanlarda bu talebini Türk liman ve havaalanlarının Rum bandıralı gemi ve uçaklara açılması konusuna indirgemiş durumda. Bu nedenle de 29 Temmuz 2005’te imzalanan Ankara Gelinen aşamada AB Türkiye’den, Türkiye ise Kıbrıs aracılığıyla AB’den yapamayacağı şeyleri istiyor. Bu da ilişkileri beklenen noktaya götürüyor, Türkiye’yi tam üyelik sürecinin dışına itiyor. Antlaşması Ek Protokolü’nün TBMM’de onaylanması gerekiyor. Elbette ki Rum talebinin tam olarak karşılanabilmesi için Ek Protokol’e eklenen ve bunun bir tanıma olmayacağını dile getiren deklarasyonun, parlamentonun gündeminden uzak tutulması şartıyla. Bu noktada Ek Protokol’ün yürürlüğe konulması ile birlikte Rum yönetiminin kendisini "Türkiye tarafından tanınmış" ilan edeceğini ve bu tanımanın sonuçlarını diğer bir ifadeyle doğuracağı yeni talepleri takip edeceğini de vurgulamak gerekiyor. Tüm bunların yanında masumane kalan bir diğer talep de "GKRY’nin uluslararası örgütlere katılımına engel olunmaması" şeklinde ifade edilen ve esasen GKRY’nin NATO üyeliğinin veto edilmemesi beklentisini içeren istemdir. Gerçi gidişata bakınca önümüzdeki günlerde bunun AB üyeliği vetosuna karşı Türkiye’nin elindeki tek koz olarak kalacağını düşünülerek bu talebin karşılanmasının mümkün
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle