18 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

sınıfında sağlam bir yer edinmesinin esas amacı olması gerekliği ortaya çıkmaktadır. ABD’nin gücünü arttırmaya yönelik politikalar geliştirdiği bir dönemde, kendi sorunlarıyla uğraşmaktan bitap düşmüş, zayıf devletler kategorisinde eşikte yer alan bir Türkiye ile nasıl bir ilişki kuracağı ve bunun nasıl sonuçlar doğuracağı spekülatif bir konudur. Ancak sorunlarını çözmekte zorlanan bir ülkenin hangi süreçlerden geçebileceğine dair ipuçları, tarih sahnesinden yitip gitmiş güçlü Erdoğan devletlerin ruhlarında saklıdır. Tarihin koridorlarında hala fısıltıları duyulan bu ruhların bir çoğunun hala kabir azabı çekiyor olmaları mirasçıları için dikkate alınması gerekli bir uyarı niteliğindedir. John J. Mearsheimer bizi gücün uluslararası sahada kullanımı konusunda aydınlatmaktadır: Uluslararası sistemde status quo ile belirlenmiş güçler yoktur. Mevcut hegomon güç, rakipleri üzerindeki baskın pozisyonunu sürdürmek arzusundadır. Çünkü büyük güçler nadiren mevcut güç dağılımından memnuniyet duyarlar, bunun tam tersine kendi lehlerine değişiklik yapmak konusunda sürekli bir dürtü içerisindedirler. Eğer makul bir bedel karşılığında olduğunu görürlerse güç dengesini değiştirmek için fiziksel güç de dahil kuvvet kullanmaktan çekinmezler. Hiçbir devletin küresel hegemonya kurması olası görülmediğinden dünya daima büyük güçlerin mücadelesine mahkumdur. Güçlerin savaşında Türkiye’nin nasıl davranacağı kelimenin açık kullanımı ile yaşamsal bir sorundur. düşmesine yetecek kadar etki yaratabilmektedir. Öte yandan Türkiye Başbakanı Mayıs 2006’daki Uzakdoğu gezisinde İran ile ABD arasında yaşanan sorun ile ilgili olarak Türkiye’nin, arabuluculuk yönündeki girişimi konusunda, ABD Başkanı ile görüşeceğini söylemiştir. Ancak, Türk ve ABD Dışişleri bürokrasisinin böyle bir görüşme talebiyle ilgili bilgileri basın aracılığıyla öğrendikleri anlaşılmaktadır. Ayrıca ABD tarafı da İran konusunda bir arabuluculuk girişimine sıcak bakmadığını belli etmiştir. Nitekim, ABD tarafı ziyaret isteğine bir cevap verme konusundaki sessizliğini korumaktadır. C S TRATEJİ 17 TÜRKİYE’NİN ÇIKAR TANIMI Türkiye konusunda uzman bir İngiliz gözlemci bu durumu Türkiye’nin hissiyati yüksek aşırı tepkileri olarak gördüğünü değerlendirmektedir: Türkiye kendi çıkarlarını net bir şekilde tanımlayamamakta, anlık çıkışlara bağlı bir politika belirleme süreci izlemektedir. Türkiye’yi yakından izleyen yabancı uzmanlar, Türk Dışişleri’nin örneğin, Ortadoğu konusunda, yeterli mesleki kadroya sahip olmadığını, uluslararası arabuluculuk gibi kompleks bir diplomatik faaliyetin nasıl yürütülebileceğinin sorgulanması gerektiğini vurgulamaktadırlar. Bu durum üst düzey Türk diplomatları tarafından da doğrulanmıştır. 2. Irak Savaşı öncesi Türkiye ile ABD askerlerinin Türkiye’de konuşlanması ve mevcut askeri üslerin kullanımı konusunda müzakere yürüten Türk heyetinin başkanı Türkiye’de müzakereci eksikliğini gündeme getirmiştir. Diplomasinin bir müzakare sanatı olduğu tanımlaması doğruysa, profesyonel olarak bu işi yürüten bürokratik yapının bu itirafı dikkat çekicidir. Ayrıca Türk siyaseti uluslararası alandaki gücünü gösterebilme anlamında da tuhaf olaylarla gündeme gelmektedir. Bu durumun tipik bir örneği 2004 Haziran’ında İstanbul’da düzenlenen NATO Zirvesi’dir. Bu zirve aynı zamanda ABD liderliğinde Ortadoğu’da Türkiye’nin de inisiyatif almasını içeren bir süreci başlatmıştır. Zirve’de Türk cumhurbaşkanının dünya liderlerine verdiği eşli yemeğe başbakanının eşi davet edilmezken bu sefer de başbakanının verdiği eşli yemeğe hem cumhurbaşkanı hem de eşi katılmamıştı. Türkiye cumhurbaşkanı ile başkabakanı ve eşleri arasındaki ilginç süreç zirve boyunca devam etmişti. Son dönemlerde başbakanın gerek yurt içi gerekse yurtdışı temaslarında sürekli bürokrasiden ve onun uygulamalarından şikayet etmesi de hükümet etme yeteneğinin kalitesinin sorgulanmasını gündeme getirmektedir. Bu halde de küresel güçlerin hızla yeni şekillenmelere doğru giden dünyada gerçek iktidara sahip olduklarını düşündükleri farklı yapılanmalara yönelmeleri de kaçınılmaz olacaktır. Türkiye yakın tarihinin muhtemelen en yoğun siyasi transformasyonunu geçirmektedir. Siyasi aktörler kendi misyonlarına ait görev tanımlamalarını yeniden yaparlarken bu görev tanımlamaları devletin uzun ömürlü çıkarlarının nasıl olması gerektiği konusunu da kapsamaktadır. Siyasetin bu kimlik alanındaki dönüşümü devlet gücünün dış politikadaki yansımasının da Gül nispeten belirsizlik ve koordinasyonsuzluk içinde olduğu yönündeki değerlendirmeleri meşru kılmaktadır. Uluslararası arenadaki muhataplarının Türkiye’nin gücünü hesaplarken benzeri örnekleri kantitatif bir skala etrafında alt alta koydukları ve nihayetinde bir değerlendirme yaptıkları malumdur. Nitekim Türkiye’nin "Düşkün/Zayıf ülke" kategorisinde sınırda yer almasını bir tesadüf veya aşırı yönde bir değerlendirme olarak değil aksine, somut değerlendirmelerin bir sonucu olarak görmek gerekir. Türkiye’nin dış politikada büyük iddialardan ziyade daha gerekçi siyasi hedeflere yönelmesi, bunu yaparken de ulusal gücünü oluşturan faktörleri akılcı bir şekilde kullanması gerekmektedir. UYGULAMADAN ÖRNEKLER Yine aynı gezide D8 toplantısında Türk Başbakanı’nın konuşmasında gündeme getirdiği "İslami finansal sistem ve D8 üyelerinin işadamlarının vizesiz seyahati" gibi iki öneri toplantının sonuç metninde dahi yer almamıştır. Küresel bir aktör olma iddiasındaki ülkenin uluslararası bir zirvede ortaya koyduğu önerinin üzerinde çalışılmış olması ve sağlam argümanlarla desteklenmesinin ardından gündeme getirilmesi umulan bir davranış Yakın geçmiş göz önüne alındığında ‘güçlü devlet’ davranışlarını Türkiye’nin sergilediğini söyleyebilmek olanaksız. Uluslararası arenada sergilenen davranışlar doğal olarak ülkeyi, ‘düşkün devlet’ sınırına yakın noktada tutuyor. şeklidir. Ancak Türkiye’nin bu tür önerilerini bir politika aracı olarak kullanmak için gerekli zihni ve teknik altyapıyı oluşturamadığı görülmektedir. Ulusal çıkarlarla ilgili politikaların eşgdüm çerçevesinde yürütülmesinin bir ülkenin devlet olma vasfının kalitesini belirlediği yukarıda dile getirilmişti. Politika oluşturmakla yükümlü hükümetle bu politikaların uygulanmasından sorumlu bürokrasi arasındaki eşgüdüm ve planlama eksikliği son dönemde Türkiye’de günlük olaylar olarak dikkat çekmeye başlamıştır. Yine yakın bir tarihten örnek Türkiye’nin yakın bölgesiyle ilgili politikalarının gerçekçi bir zemine oturmadığını göstermektedir. Dünya Ekonomik Forumu’nun Ortadoğu ayağının Mayıs 2006’da Mısır’da düzenlenen son toplantısında da benzer bir görünüm ortaya çıkmıştır. Türk Başbakanı (isim zikretmeden) bölgesel sorunlarla ilgili olarak Suriye ve İran konusunda Türkiye’nin bu ülkelerle diğer ülkeler arasında aktif bir rol üstlenebileceğini belirtmiştir. İlginç olan düzenlenme amacı "diyalog" olan bu toplantıya İran toplantıyı ajite edeceği için davet edilmemiş, Suriye ise uluslararası camiada yalnızlaştırılmasının sorgulanmasına neden olacağı yorumları altında davete icabet etmemiştir. Türkiye ısrarla bölgesel krizlerde aktif rol alma isteğini yinelese de gerekli hazırlıktan yoksun olması nedeniyle birer iyi niyet girişimi olarak algılanmaktadır. SOĞUK SAVAŞ SONRASI TÜRKİYE Türkiye’nin fiziksel coğrafyası gibi iç ve dış siyasi coğrafyası da uluslararası ilişkilerin hareketli deprem kuşağındadır. Soğuk Savaşın sarsıntılı bitişinin ardından ulusal çıkarlarını tanımlamakta zorlanan Türkiye kısa bir sürede Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar muazzam bir sahada etkinlik kurma iddiasını dile getirmeye başlamıştı. Mustafa Aydın’ın ifadesiyle "Duygunun akla galebe çaldığı yıllar 19911993"ün ardından Türkiye, dış politikadaki uygulama önceliklerini bu "Büyük oyundan bölgesel geri çekilme 19952000"e yöneltmiştir. Türkiye’nin ifrat ve tefrit arasında gidip geldiği bu yıllarda iç ve dış siyasetinde istikrar gösterdiği bir anı yakalamak zordur. Ulusal çıkarların ve onun göstergesi olan kaliteli bir yapılanmanın eksikliği bu dönemlerde sıkça karşılaşılan bir durumdur. Bu yılların ardından Türkiye 2000’lerin ilk yıllarında da uluslararası tektronik hareketlerden bir hayli etkilenmeye ve sonucunda da zarar görmeye devam etmektedir. Türkiye gerek siyasi ve toplumsal gerekse de ekonomik alnada ağır baskıların hissedildiği süreç yaşamaktadır. Bunda uluslararası gelişmelerin payı olduğu muhakkaktır ancak, bir değerlendirme olarak, sorunun kaynağının yine bu ülke içinde aranması gereklidir. Bunun en önemli işaretlerinden birisini Türkiye’nin en önemli örgütlenmelerinden birisinin başkanı çok yakın bir geçmişte vermiştir. Örgüt Başkanı genel kurul toplantısının konusunun "Türkiye, Küresel Aktör" olarak belirlendiğini ancak, son siyasi olayların buna izin vermediği yönünde açıklama yapmıştır. Türkiye’de iç siyasette yaşanan gelişmeler küresel aktörlük gibi uzun soluklu ve ciddi bir iddianın dahi gündemden
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle