18 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

20 Cemile Akça ATAÇ TUSAM Avrupa Araştırmaları Masası [email protected] C S TRATEJİ durumda Türkiye’nin, Kasım ayında yayımlanacak İlerleme Raporu’na kadar BM çatısı altında "Kıbrıs Sorunu" ile ilgili mucizevî bir çözüm beklemekten başka yapacak bir şeyi yok. Beklenen çözüm gelmediği takdirde, Türkiye ya deniz ve hava limanlarını Rumlara açacak ya da AB tarafından en üst düzeyde vermiş olduğu sözü tutmayan bir ülke muamelesine tabi tutulacak ve müzakere sürecinin askıya alınması ile sonuçlanabilecek yaptırımlara konu olacak. 29 Temmuz 2005 tarihinde Ek Protokol’e atılan imza böylece, 35 fasıldan oluşan uzun, teknik ve çok detaylı bir müzakere sürecini neredeyse sadece Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni tanıma meselesine endeksledi. "Limanları açmak Rum devletini tanımak anlamına gelmez" savını çürütmek için artık mutlaka "ilişkilerin normalleştirilmesi" çağrısı da Ek Protokol’ün uygulanması ile eşit önemde bir şart olarak AB belgelerinde yer alıyor. Fiili müzakereler ve restleşmeler ard arda geldi Haziran günü kendimizi, ardı ardına yapılan toplantılar ve yayımlanan belgeler sonucunda baş döndürücü bir AB gündemi içinde bulduk. Önce "Bilim ve Araştırma" faslı açılıp kapanacak ve Türkiye filli müzakerelere böylece başlayacak mı bilemedik. On binlerce sayfadan oluşan AB müktesebatının on binde biri diyebileceğimiz kadar küçük bir kısmını oluşturan bu başlıkla ilgili olarak, son dakikaya kadar Rum tarafının vetosu gölgesinde bekledik. Nihayet Lüksemburg’dan "Veto yok; müzakereler başlıyor" haberi geldiğinde bu sefer de Rumların nasıl bir kazanım sonrası direnmekten vazgeçtiğini merak ettik. Çok geçmeden aldığımız yanıta göre Rumlar, AB Genel ve Dış İlişkiler Konseyi’nin yayımladığı sonuç bildirisinde, "Türkiye’nin Ek Protokol ile ilgili yükümlülüklerini yerine getirmemesi durumunun müzakere sürecinin genelini etkileyeceğine" ve "gerek görüldüğü takdirde Bilim ve Araştırma faslına geri dönebileceğine" dair ifadelerin yer almasını sağlamıştı. Yine de Türkiye’nin AB’ye katılım müzakereleri başlamış oldu ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, aynı gün akşam saatlerinde yapılacak Ortaklık Konseyi toplantısına katılmak üzere Ankara’dan ayrıldı. Geç saatlerde yayımlanan AB Ortak Tutum Belgesi’nde ise esas vurgunun müzakerelerin başlamasından ziyade Türkiye’deki reform sürecinin yavaşlaması ve Ek Protokol’ün uygulanması gerekliliği konularına yapıldığını gördük. 12 AB ile yeni kriz attığı Ek Protokolü uygulamasını ve hava ile deniz limanlarını Rum uçak ve gemilerine açmasını bekliyor. Her ne kadar Türkiye, Kıbrıs Türklerine yönelik izolasyonların kalkması karşılığında limanlarını açacağını söylese de AB, izolasyon konusunun Ek Protokol’ün dışında başka bir bağlamda konuşulduğunu dile getiriyor ve Ek Protokol’ün imzalandığı ortamda Türkiye’nin AB’ye karşı ileri sürdüğü tek şartın müzakerelerin başlaması olduğunu tekrarlıyor. AB kulislerinde, müzakereler başladığı için de Türkiye’nin başka bir ön şart, özellikle izolasyonun kaldırılması ile ilgili, öne sürecek konumda olmadığı yorumu yapılıyor. 13 Haziran günü AB’nin Genişleme Komiseri Olli Rehn’in "Türkiye’nin Ankara Protokol’ünden doğan yükümlülüklerine saygı göstermesi gereği ile Kuzey Kıbrıs’taki ekonomik izolasyonun sona ermesi arasında bir bağ bulunmuyor" demesi de bu nedenden dolayı bir tesadüf değil. Bu AB ile ilişkilerde ‘bir dönemeç’ daha ‘BİLİM VE ARAŞTIRMA’ geçilirken, Türk kamuoyu bilinen Yukarıda belirttiğimiz nedenden dolayı geleceği ile ilgili bütün yorumlar ‘kabareyi’ bir daha izledi. Müzakerelerin müzakerelerin bugün Kıbrıs konusuna odaklanmış durumda. müzakereler çok çetin geçecek bir süreç fiilen başlamasına karşın bu ‘dönemecin’ Ancak ve Türkiye’nin önünde en az siyasi engeller etkili teknik engeller de bulunuyor. sonunda üst düzey restleşmeler yaşandı. kadar Geçici olarak kapanan "Bilim ve Araştırma" başlığına dönersek, Türkiye’nin 2007 yılında araştırmageliştirme, teknolojik ilerleme ve KOBİ’ler adına çok büyük önem taşıyan 7. Çerçeve Programı’na katılması gerekiyor. Programın yaklaşık 50 milyar Avro olan bütçesine Türkiye’nin kendi GSYİH’si oranında katkıda bulunması gerekiyor. Bu durum Türkiye’nin ciddi bir mali taahhüt altına girmesi anlamına geleceğinden Fransa, işte bu teknik konuya itiraz ederek Türkiye’nin gerçekçi olmayan bu taahhüdünün gözlem altında tutulmasını talep etti. Her ne kadar bu talep daha sonra geri çekildiyse de, Türkiye’nin "Bilim ve Araştırma" başlığı altında, GSYİH temel alınarak hesaplanan ağır bir yükün altına girdiği gerçeğini değiştirmedi. AB Komisyonu’nun Türkiye’nin "yapacağımız katkı GSYİH üzerinden değil de kişi başına düşen milli gelire göre hesaplansın" isteğine nasıl bir yanıt vereceği beklenirken de söz konusu fasıl geçici olarak kapandı. Ancak Romanya, Bulgaristan ve Hırvatistan’ın, 7. Çerçeve Programı’na GSYİH’leri üzerinden hesaplanan bir katkı payı ödedikleri düşünüldüğünde Türkiye’nin istediği ayrıcalığı alması çok güç gözüküyor. Özellikle de bütçesinin fazla verdiği haberi Brüksel’de duyulduktan sonra… MÜZAKERELER NASIL BAŞLADI? 12 Haziran’ın Türkiye’deki yansımalarına baktığımız zaman öncelikle, Kıbrıs Rum Kesimi’nin vetosunun geri kalan 24 AB üyesinin desteği alınarak nasıl aşıldığı ve Rum şımarıklığının AB’yi bezdirdiğinin uzun uzun anlatıldığını fark ediyoruz. Ne var ki bu yorumları değerlendirirken, katılım sürecinde Ek Protokol’ü uygulamaya koymayan bir Türkiye’nin diğer AB ülkelerince desteklendiği izlenimine kapılmak son derece yanlış olacaktır. Başta Avusturya olmak üzere diğer üye ülkelerin Rum tarafını ikna etmek için bu kadar uğraşmış olmalarının nedeni, Bilim ve Araştırma başlığı altında siyaset değil, sadece bilim, araştırmageliştirme, teknoloji ve ödenek konularının tartışılmasını sağlamak ve AB’ye yöneltilebilecek "Müzakereleri haksız yere siyasileştirdiniz" suçlamasını bertaraf etmekti. Avrupa Anayasası konusunda iyiden iyiye bunalan AB’nin bu aralar en çok çekindiği konuların başında, kendi ismiyle "kriz" veya "çifte standart" kelimelerinin yan yana yazılması… Bu nedenden dolayı, bu başlık altında Türkiye’ye verilen sözün tutulmasını çok önemsedi. Hatta aynı müzakere başlığında, Türkiye’nin özellikle yaratacağı fon konusunda verdiği sözlerin "gerçekçi" olmadığını düşünen Fransa’nın "teknik" itirazı bile başka ülkelerden destek görebileceği korkusuyla çoğunluk tarafından bastırıldı. Böylece AB, kendince verdiği sözlerin tamamını tutmuş, üstelik Türkiye karşıtlığı ile tanınan Avusturya’nın dönem başkanlığında, Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik’in özel çabası ile katılım müzakerelerini fiilen başlatmış oldu. Nitekim yayımlanan tutum belgesinde de, Türkiye’ye karşı müzakereler ile ilgili verilen sözlerin tutulduğuna, verdiği sözleri tutma sırasının şimdi Türkiye’ye geldiğine vurgu yapıldı. AB artık, Kasım ayına kadar süre tanıdığı Türkiye’nin imza Gül, Plasnik ve Solana ile birlikte...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle