02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 C S Em. Tuğg. Nejat ESLEN arih içinde; Kırım Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun, 1856 Paris Antlaşması ile AB’ye (o zamanki adı ile Avrupa Konseri’ne) üye olduğunu, daha sonra Avrupalıların isteği ile Islahat Fermanı’nın ilan edildiğini, bu ferman ve çıkarılan yasalarla yabancılara ve azınlıklara geniş haklar tanındığını, o zaman yaşanan sürecin günümüzdeki AB ilişkilerine ve taleplerine benzediğini, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa Konseri’ne üye olduktan sonra, Avrupalıların tahriki ile Balkanlar’da başlatılan ayaklanmalarla Bosna’yı, Hersek’i, Eflak’ı, Buğdan’ı kaybettiğini ve bu sürecin Osmanlı İmparatorluğu çökünceye kadar devam ettiğini; Günümüzde AB’nin; Türkiye’yi ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ni Balkanlar’da, Kafkaslarda, Doğu Akdeniz’de ve Ortadoğu’da kendisinin güvenlik ve istikrar gücü olarak, bir başka ifade ile kendi güvenliğinin masrafsız kalkanı olarak gördüğünü; ancak, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin asli görevini yerine getirmesinden, yani ‘Cumhuriyeti korumasından ve kollamasından’ rahatsız olduğunu; Türkiye’nin Avrupa’yı Ortadoğu’nun ve Hazar Havzası’nın enerji zengini bölgelerine yaklaştıran coğrafi konumuna önem verdiğini, bu nedenle de üye olmasa bile Avrupa yapısına bağlanmış Müzakerelere başlama kararı sonrası Türk ve AB bayrakları uluslar arası ajanslarca böyle görüntülenmişti... TRATEJİ Geçmişten geleceğe, Avrupa’nın Türklere yaklaşımı... Bunları biliyor musunuz? T Osmanlı’nın son döneminden bu yana Türklerin Avrupa ile ilişkileri Cumhuriyetin ilk yılları hariç aynı doğrultuda ilerliyor. 856 Paris Antlaşması’nın ardından Osmanlı’da baş gösteren sorunların aynıları günümüzde yineleniyor. İstekler aynı doğrultuda geliyor, bir anlamda tarih tekerrür ediyor. Türkiye ile enerji Yunan basınında, kaynaklarına yaklaşarak Türkiye’nin AB ve enerji kaynaklarını üyeliğini eleştiren çeşitlendirerek enerji karikatürlere sıkça güvenliğini geliştirmek rastlanıyor. istediğini; Yapısına bağlanmış Türkiye’nin, askeri gücü ve jeostratejik konumu ile küresel güç olma gayretlerine ciddi katkılar sağlayabileceğini; bağlanmanın gerçekleşmemesi halinde ise Türkiye’nin Avrasya coğrafyasında kendi çıkarları istikametinde alternatif inisiyatifler geliştirebileceğini, bu durumun kendi refah ve güvenlik çıkarlarına zarar verebileceğini gördüğü için Türkiye’yi kendi yapısına sıkı bağlarla bağlamayı arzu ettiğini; Gümrük Birliği Antlaşması ile zaten kendi yapısına bağlayarak denetimi altına aldığı Türkiye ekonomisini bütünü ile kontrolü altına almayı, Türkiye’yi daha karlı bir pazara dönüştürmeyi amaçladığını; Yeni yüzyılın en kritik maddesini oluşturan su ve bu kapsamda Türkiye’nin su kaynakları ile ilgilendiğini, bu nedenle de Türkiye’den Fırat ve Dicle nehirleri havzalarındaki su kaynaklarının yönetiminin devrini istediğini; Türkiye’yi ‘ucu açık’ ve ‘sonucu önceden garanti edilemeyecek’ müzakerelerle oyalarken kendi çıkarlarına göre şekillendirmek için ciddi ödünler koparmak istediğini; bu ödünlerle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Kıbrıs’ın tek ve meşru yönetimi olarak tanınmasını, Kıbrıs’tan Türk askerinin çekilmesini, Ege’deki hak ve çıkarlardan vazgeçilmesini, Ermeni sınırının açılmasını, sözde soykırımın tanınmasını, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını, Patrikhane’nin ekümenik statüsünün tanınmasını, Alevilerin etnik azınlık olarak kabul edilmesini, Kürtlere sonu federatif bir yapıya kadar gidebilecek demokratik (!) haklar verilmesini, ulusal dış politikalar uygulanmasından vazgeçilmesini ve Türkiye’nin İslam ülkelerine model olacak bir kimliğe dönüşmesini talep ettiğini; Gelecekte ise; Henüz küresel güç olma istikametinde gerekli olan vizyonları, stratejileri, yetenekleri geliştirememiş ve bu istikamette irade oluşturamamış, ekonomisi düşüşe geçen, enerji kaynaklarına ulaşamamış, nüfusu yaşlanan, pazarlarını geliştiremeyen, teknolojisi eskiyen, Avrasya’daki güç mücadelesinde etkili olamayan AB’nin refah ve güvenlik çıkarlarının tehlikeye girebileceğini; Avrasya’daki güç mücadelesinde geri kalmış AB’nin, Türkiye’nin refah ve güvenlik çıkarlarına ciddi katkılar sağlayamayacağını, zaten böyle bir niyetinin de olmadığını; Buna rağmen, süreç bu şekilde devam ettiği ve talep edilen ödünler verildiği takdirde, AB’nin yapısına sıkı bağlarla bağlanan Türkiye’nin ‘ulus devlet’ olma niteliğini kaybedebileceğini, hatta Türkiye’nin üniter yapısının bile tehlikeye girebileceğini ve bölünmek istenebileceğini; Üye olunmasa bile AB anayasasının Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sına, AB yasalarının ise Türkiye Cumhuriyeti yasalarına üstün kılınacağını, bunun ise egemenliğin AB’ye devredilmesi anlamına geleceğini, bu durumda, tam bağımsızlığı ve ulusun kayıtsız şartsız egemenliğini, bağımsızlığa ve ulusun egemenliğine dayandırılan çağdaşlaşmayı esas alan ‘Atatürkçü Düşünce Sistemi’nin, tüm ulusal bayramların , TBMM’deki ‘Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir’ sözcüğünün ve Anayasa’nın değiştirilemez mahiyetteki maddelerinde zikredilen Cumhuriyet niteliklerinin anlamlarını yitireceğini; Türkiye’nin ve Türklerin geleceğini ciddi bir şekilde etkileyecek olan AB süreci ile ilgili kritik kararları hükümetin değil, sadece düzenlenebilecek bir referandum ile Türk halkının verebileceğini ve vermesi gerektiğini biliyor musunuz?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle