Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sinema VİZYON ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Jonathan Mostow’un yönettiği ve Bruce Willis, Radha Mitchell, Rosamund Pike ile James Francis Ginty’nin oynadığı Suretler (Surrogates), bilim kurgu ve gerilim türünde bir film. FBI ajanları (Bruce Willis ve Radha Mitchell) bir üniversite öğrencisinin gizemli cinayetini araştırmaktadır. Bu öğrenci insanların kendilerinin kusursuz robot versiyonlarına sahip olmalarını sağlayan yüksek teknoloji ürünü suret olgusunun yaratıcısı olan kişiyle bağlantılıdır. Sağlıklı, iyi görünümlü ve uzaktan kumandalı makineler olan suretler, insanların yerini almakta ve böylece insanların evlerinin rahat ve güvenli ortamından çıkmadan dışarıdaki hayatı yaşamalarına imkan tanımaktadır. Cinayet beraberinde cevap arayışını getirir: Maskelerle dolu bir dünyada kim gerçektir ve kime güvenebilirsiniz? François Ozon’un yönettiği Ricky’de Alexandra Lamy, Sergi Lopez, Melusine Mayance ile Arthur Peyret rol alıyor. François Ozon’un, 2007’de çektiği feminist melodram Angel’dan sonraki bu ilk uzun metrajlı filmi, hayata dair bir hikâye. Alelade bir kadın olan Katie ile yine alelade bir adam olan Paco tanışır ve sanki sihirli bir değnek değmişçesine bir mucize gerçekleşir: Âşık olurlar. Aşklarının meyvesi daha da olağanüstüdür: Ricky adında müthiş bir bebek. İngiliz yazar Rose Tremain’in Moth adlı kısa öyküsünden uyarlanan film, Ozon’un tabiriyle gerilim, bilimkurgu, komedi ve masal türlerinin öğelerini bir araya getiriyor. Robert Luketic’in yönettiği Kadın Aklı, Erkek Aklı/ The Ugly’de Katherine Heigl, Gerard Butler, Eric Winter ile John Michael Higgins oynuyor. Film, cinsiyetler savaşı, erkekler, kadınlar ve düşündüğümüz, hayallerini kurduğumuz ve birbirimizi baştan çıkarmaya çalıştığımız taktikler arasındaki uçurum hakkında, zeki, seksi bir komedi. Katherine Heigl (Knocked Up, “Grey’s Anatomy”) ve Gerard Butler (300) kaderlerinde birbirlerinden nefret etmek olan iş arkadaşları rolünde kıvılcımlar saçıyorlar. Kadın hayallerindeki sofistike sevgiliyi arıyor. Erkekse kadınlara gerçekçi olmalarını ve erkeklerin aklında bir tek şey olduğunu kabul etmelerini söylemeyi görev edinmiş. Ama istediği şeyi alması için kadına yardım etmeye karar verdiğinde, ikisi de, taban tabana zıt kutupların birbirlerini ne kadar güçlü çektiğini beklenmedik bir şekilde öğreniyor. ? Kadın Aklı, Erkek Aklı ? Suretler ? Ricky Altmışlar: Türk sinemasının altın çağı 1017 Ekim’de gerçekleştirilecek 46. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali, Altmışların Türk Sineması adlı özel ve önemli bir bölüm düzenliyor. Birinci Altın ASLI Portakal’ın gerçekleştirildiği SELÇUK 1964’ü çıkış noktası alan etkinlik sinemamızın son elli yılının büyük panoramasını yapmayı amaçlıyor. 2010’da 70’ler, 2011’de 80’ler, 2012’de 90’lar, 2013’te 2000’ler özgün yapımlarla anılacak. 1960 yılı Türk sineması için gerçek bir dönüm noktasıdır. Ülkenin politik yazgısını değiştiren askeri darbe sansürün etkisini azaltarak sinemaya daha özgür bir ortam getirir. Yeni anayasanın getirdiği bu ortam Türkiye’nin toplumsal gerçeklerinin tartışılmasına, birçok alanda olduğu gibi sinemamızda da yeni yönelimlere neden olur, toplumsal içerikli çalışmalar başlar. Uzun yıllar sinemamızı etkileyen tiyatrocular döneminden (192350) sonra gelen sinemacılar kuşağının (195060) ustası Lütfi Akad’dır, onu Memduh Ün’le, Osman Seden izler. Akad kendinden sonraki birçok sinemacıyı etkilemiştir. Bu dönemde sinema dili önemsenmiş, Metin Erksan, Atıf Yılmaz, Halit Refiğ, Yılmaz Güney gibi önemli isimler yetişmiştir. Artık daha önce tabu sayılan konular ele alınır, toplumsal alt katmanlar ön plana çıkar, Gerçekçilik, Halk Sineması, Devrimci Sinema, Ulusal Sinema gibi kavramlar tartışılır. boyun eğişini, ezilmişliğini erkek şiddetini vurucu bir dille anlatır. Bir Türk’e Gönül Verdim (Refiğ/69) dış göç olgusunu tersine işler, Anadolu’ya gelen Alman kadın değişik bir ülkekültür içinde bocalar. Yılmaz Güney Umut’ta (69) yoksul bir faytoncunun trajik öyküsünü minimalist bir dille aktarır, Yeni Gerçekçi film genç kuşak sinemacıları düşündürüp tartışmalara yol açar. Bu en genel değerlendirmede bile altmışların ustalarının birikimlerinin, etkilerinin günümüze dek ulaştığını rahatça söyleyebiliriz. 1914’ten 50’ye dek yoksun kalınan gerçek bir sinema dili 195060 arasında oluşur. Bu arada sinema eleştirileri, yayınları başlar, Kulüp Sinema 7 (62), Sinematek Derneği (65) gibi önemli kurumlar oluşur. Antalya Altın Portakal, Adana Altın Koza (69) film festivalleri gerçekleştirilir. Öteki önemli çalışmalar arasında Namus Uğruna (Seden/60), Denize İnen Sokak (Tokatlı/60), Keşanlı Ali Destanı (Yılmaz/64), Sevmek Zamanı(Erksan/65), Muradın Türküsü (Yılmaz/65), Çalıkuşu (Seden/66) vb. sayabiliriz. 11’e 10 Kala Koskocaman bir hayal kırıklığı... Bu hafta vizyona giren Sarı Saten: Günahkârların Aşkı ve Kanımdaki Barut kotarılamamış yerli filmlerden. Çıngıraklı Top kısmen daha iyi bir seyirlik. 11’e 10 Kala ise haftayı kurtarıyor. Düşünüyorum da; önceliğimizi Türk Sineması’ndan yana kullanalım derken acaba hata mı ettik? Son iki haftada üst üste izlediğim; olmamış, kotarılamamış yerli filmler nedeniyle resmen ALPER sinemadan soğudum. Sinema salonunda TURGUT ruhum daraldı, koltuğuma sığamadım. Kol saatimi çıkartıp elime aldım, tek tek dakikaları saydım. Ve hatta bazıları kötüden de öte, bayık bir müsamereye dahi rahmet okutacak düzeydeydiler. Örnek mi? Bu hafta vizyona giren “Sarı Saten: Günahkârların Aşkı” ne güne duruyor. Lamı cimi yok, bu film, facia bazında “Kanımdaki Barut”u bile gölgede bırakır. Geçen hafta gösterime sokulan “Çıngıraklı Top” ise kısmen daha iyi bir seyirlik... Neyse ki; belgesel tadını da yakalayacağınız kurmaca bir film olan festival gediklisi “11’e 10 Kala”, haftayı kurtarıyor. 11’e 10 Kala, 16. Altın Koza Film Festivali’nde en iyi film ve senaryo, 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde ise jüri özel ödülünü kazanan iyi, güzel ve özgün bir yapıt. TürkiyeFransaAlmanya ortak yapımı bu filmi, “Oyun” adlı oldukça ses getiren belgeseliyle tanıdığımız Pelin Esmer, yazdı ve yönetti. 11’e 10 Kala’nın başrolünü ise Sarı Saten: Pelin Esmer’in 83 Günahkârların Aşkı yaşındaki koleksiyoncu amcası Mithat Esmer ile yetenekli aktör Nejat İşler paylaştılar. Filmde; Tayanç Ayaydın, Laçin Ceylan, Savaş Akova ve Sinan Düğmeci’nin de irili ufaklı rolleri var. Hayatını koleksiyonculuğa adayan Mithat Bey, ailesini geçindirmeye çabalayan kapıcı Ali ve fonda da güzelim İstanbul... Emniyet Apartmanı sakinleri, olası bir depremde yıkılma tehlikesi bulunan binalarından kurtulmak istemektedirler. Lüks daireleriyle epey değeri artacak yeni bir apartman için önlerindeki tek engel ise inatçı bir ihtiyar olarak gördükleri Mithat Bey’den başkası değildir. Koleksiyon, hiç şüphesiz devamlılık arz eden bir meşgaledir ve böylesi bir durumda yaşlı bir adamın, kendisine yardımcı ataması da gayet mantıklıdır. Dayısının paha biçilmez koleksiyonunu, talan edilmesi gereken bir hazine olarak gören yeniyetme yeğen Ömer yerine, henüz kirlenmemiş Ali’nin bu göreve tayin edilmesi biraz da zorunluluktur. Çünkü Ömer, paranın kokusunu çoktan almış ve dahası gaza gelip bir antikacı dükkânına ortak olmuştur. Taşralı Ali ise, rutubetli ve yoksul kapıcı dairesinden eşi ve çocuğuyla birlikte kurtulmak istemektedir. Bir de düşü vardır: Memurluk... Zamanla komşular da gider ve apartman boşalır. Ali ise önce ufak ufak koleksiyonu tırtıklar ardından da para tatlı gelince iyice bir dadanır. Ona göre bu bir hırsızlık değildir, kendince haklı sebepleri vardır. (Aile ve gelecek... Kısaca yeni bir hayat... Üstelik ihtiyar bir adamın yarınları da yoktur) Mithat Bey için manevi bir doygunluğa eşdeğer koleksiyon sevdası, yıllar önce eşinin kaçmasına sebebiyet vermiştir ve onun seçilmiş yalnızlığı, Ali’nin varlığıyla sarsıntıya uğramıştır. İki adamın karşılıklı ihtiyaçtan beliren dostluğu, alın yazılarını da değiştirmek üzeredir. Ve ne yazık ki; yaşam denilen vicdansız gerçeklik, çoğu zaman acıtır, ağrıtır ve ağlatır. ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Hudutların Kanunu Kuyu Bitmeyen Yol Gecelerin Ötesi Yılanların Öcü Toplumsal gerçekçilik Üç Arkadaş’la (1958) büyük çıkış yapan Ün, Kırık Çanaklar’da (1960) önce dağılan sonra yaşanan gerçek anlaşılınca yeniden birleşen bir işçi ailesinin öyküsünü vurgular. İlk toplumsal gerçekçi film Gecelerin Ötesi’dir (Erksan/60). Hükümetin her mahallede bir milyoner yetiştireceğiz savıyla toplumda yerini bulamamış altı tutunamayan gencin sınıf atlama hırslarını, ne olursa olsun daha iyi bir yaşam düşlerini anlatan film paranın tek değer ölçüsü olmaya başladığını yansıtır. Otobüs Yolcuları (Ertem Göreç/61) konut sahibi olmak isteyen yersiz insanların hüzünlü öyküsüdür. Yılanların Öcü (Erksan/62) köydeki çatışmaları, köylülerin çıkmazlarını ödün vermeden aktarır. İkimize Bir Dünya (Nevzat Pesen/62) iki inşaat işçisi arkadaşın büyük kentte geçen trajik yolculuklarıdır. Zonguldak’ın kömür madenlerinde geçen Şehirdeki Yabancı’da (Refiğ/62) bir aydının toplumuna yabancılaşması vurgulanır. Avare Mustafa (Ün/62) yoksul insanların sınıf atlama çabalarını, yine de para mutluluk getirmez iletisini verir. Berlin’de Altın Ayı alarak ilk uluslararası başarıyı kazanan Susuz Yaz (Erksan/63) kırsal kesimde su ve kadın üstünde mülkiyet kurma sorununu irdeler. Acı Hayat (Erksan/63) sınıf değiştirmenin, sınıf bilincine varmanın insan davranışları üstündeki etkilerinin yansımasıdır. Türk sinemasındaki ilk grev filmi Karanlıkta Uyananlar (Göreç/64) işçipatron ilişkisini, sendikalaşmayı, aydınişçi dayanışmasını etkileyici bir anlatımla irdeler. Suçlular Aramızda (Erksan/64) toplumun ayrı katmanlarında geçen yine bir sınıf atlama öyküsüdür. İç göçü işleyen Gurbet Kuşları (Refiğ/64) Maraşlı bir ailenin İstanbul’a göçerek gerçekleştirmeyi umdukları varsıllık beklentilerini, kentte zorlanıp dağılmalarını, umutlarını geride bırakarak dönmelerini anlatır. Son Kuşlar (Erdoğan Tokatlı/65) kent yaşamının acımasız koşullarını yansıtır. ? Bunun adı sinema değil Uzun zamandır Almanya’da televizyonculuk işi ile haşır neşir olan Mehmet Çoban, töre cinayetleri, cinsel şiddet, iki arada bir derede kalan Türkler, din ve mafyayı bir potada erittiği bir film çekmiş. Ancak ortaya çıkan şey; zaman kaybından ziyade seyirci için tam manasıyla bir sinir harbine ve oflayıp puflayacağınız bir sıkıntı denizine dönüşmüş. Sarı Saten: Günahkârların Aşkı’nın senaryosunu kötü oyunculuğuyla başrolü de sırtlayan Hatice Balaban Çoban ile Doğan Akhanlı yazmışlar. Filmin diğer önemli rollerini ise usta aktör Menderes Samancılar ile Anton Algrang ve Lisa Hahn üstlenmişler. Anlamsız diyaloglar, kopuk bir metin, Robert de Niro’nun can verdiği Taksi Şoförü’ne (Taxi Driver / 1976) öykünen acılı bir anne, birbirleriyle “yok artık” dedirtecek kadar kesişen yaşam öyküleri... Artık izninizle daha fazla yazmak istemiyorum. Ve hatta ileri gidip bu filmle ilgili olarak sonsuza dek susma kararı alıyorum. ? ? 60’ların günümüze etkisi Bitmeyen Yol (Duygu Sağıroğlu/65) Anadolu’dan İstanbul’a gelerek iş bulmaya çalışan yoksul köylülerin çaresizliklerini, işverence sömürülmesini, kente uyumsuzluklarını, yaşadıkları adaletsizliklerden etkilenerek bilinçlenmelerini anlatır. Haremde Dört Kadın (Refiğ/65) geçmişle günümüz arasında koşutluklar kurarak Osmanlı İmparatorluğu’nun başarılı bir portresini çizer. Lütfi Akad’sa kentten uzaklaşıp kırsala yönelir. Hudutların Kanunu’nda (66) Güneydoğu’da insanı kaçakçılığa iten ağır feodal koşulları, Kızılırmak Karakoyun’da (67) göçebe Türkmenlerin yerleşik düzene düzene geçmelerini, Ana’da (67) kırsalda geçen bir kan davasını etkili bir biçemde yansıtır. Kozanoğlu (Yılmaz/67) ezilen halkın yanında yer alan bir eşkiyayı anlatır. Vesikalı Yarim (Akad/68) bir manavla fahişenin olanaksız aşk öyküsüdür. Kuyu (Erksan/69) Anadolu kadının yüzyıllarca erkeğe Fikir iyi, sonuç kötü Evet, sıra “Çıngıraklı Top”a geldi. Senarist ve yönetmen Egemen Ertürk’ün bu ilk uzun metrajlı filmi için fikir gayet iyi, sonuç ise bir hayli kötü diyorum. Ancak umudunu asla yitirmesin, çünkü onda yönetmen ışığı var. Bence çekeceği diğer filmler için şimdiden kollarını sıvamalı... Filmin başrollerinde; Zihni Göktay ve İlyas Salman gibi ustalar ile Burak Önal, İpek Özkök, Erkan Taşdögen ve Soydan Soydaş’ın aralarında bulunduğu yeni kuşaktan oyuncular var. Spor yazarı Osman Tanburacı ile futbolcu İlhan Mansız ise Çıngıraklı Top’un sürprizleri... Görme engellilerin kurduğu bir futbol takımının öyküsü, yer yer komik unsurlar taşıdığı kadar dramdan da besleniyor. Yönetmen Ertürk, filmiyle ilgili olarak “bu bir sosyal sorumluluk projesidir” demiş. Böylesi bir durumda Çıngıraklı Top’u çok fazla tekmelemek yakışık almaz. O zaman bizlere düşen yegâne görev, filme destek olmaktır. Yanılıyor muyum? alperturgut@cumhuriyet.com.tr ? ? Her neyse... Günü gelir ve bizim mazlum Ali’nin koleksiyonculuk stajı başlar. İstanbul’dan bihaber olan Ali’nin, kentin muhtelif bölgelerinde yaptığı turlar, hem ufkunu genişletecek hem de maymunun gözünü açacaktır. C MY B C MY B Yaşam vicdansız bir gerçekliktir