19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aklımın ucuna takılan düşünceler, bir saçaktan damlayan son yağmur taneleri gibi. Her birini toplamak mı gerek tek tek, yoksa izlemeli mi? Her birinin peşinden gidebildiğim kadar gitmek isterdim ama bilemiyorum şimdi nasıl izlerim onca ayrı yolun hepsini birden. Menzille bir sorunum yok doğrusu; arzum içlerinden birine haksızlık etmemek. Düşünmeye değer çok şey olmadığına kanaat getirdiğimden bu yana yazmaya değer olanın daha da az olduğunu fark etmekle sıkışıyor kalbim. Erenlerden değilim ki her sözüm öz sayılsın! Filozof da değilim, bir küçücük anlam içinde dünyalar keşfedeyim. Yazar da sayılmam yazıyor olsam bile. Ben sadece oyuncuyum, oynamayı bilirim. Onu da ne kadar iyi bildiğimden emin bile değilim. İçimden geçirdiğim ruhların kattığı nefeslerle soluğum kıvamlanıyor gitgide. Eski beni aradığım yerlerdeki anılarım mı değişiyor acaba ben zihnimin köşelerini her yeni karakter için kurcaladıkça? Çünkü salt kendi hatırama ihtiyacım varken bulamıyorum hiçbirini olması gereken yerde. Nereden Moore: Kapitalizm başlasam? şeytandır, yok edin 2 26 EYLÜL 2009 CUMARTESİ somut açıklamalarının üstüne deneyimlerimizin tozu serpilerek oluşan, herkesçe tarifi başkalaşan bir harman. Ateş sıcaktır, buz soğuk. Gece karanlıktır, gün aydınlık. Ama kimi deneyimlerimizle geceyi daha aydınlık sayarız bazen, bazılarımızın tecrübesiyle de buz yakıcıdır. Dünyayı yorumlama işi kalbin işidir. Akıl ne derse desin insan kalbinin esiridir. Çocuk kalbine benzemiyor mu biraz oyuncunun kalbi? Her şeye aç ve meraklı, her dem taze ve kırılgan, içine dünyayı tıkıştırmaya hevesli ve her yeniyle pompalanan, çabucak yorulabilen ve bir o kadar da çarçabucak her şeye hazır olabilen, asla unutmayan fakat tertemizce affediveren, keşifçi bir bilge ve ürkek bir ceylan… Michael Moore’un son filmi gelecek ayın 2’sinde yani ABD yönetiminin “kurtarma planını” açıkladığı tarihten tam bir yıl bir gün sonra gösterime giriyor. Venedik Film Festivali’ne katılan film, büyük ilgi topladı. Filmin temel teması “Kapitalizm şeytandır. Şeytanı düzenleyemezsiniz. Onu yok etmelisiniz ve yerine tüm insanlık için iyi olan, demokratik bir şey koymalısınız” diyor. ABD’li yönetmen ve yapımcı Michael Moore’un “Kapitalizm: Bir Aşk Hikayesi” adlı son filmi GAMZE Venedik Film Festivali’ndeki ERBİL gösterimden sonra uluslararası alanda dikkatleri üzerine çekti. Temel teması, “Kapitalizm şeytandır. Şeytanı düzenleyemezsiniz. Onu yok etmelisiniz ve yerine tüm insanlık için iyi olan, demokratik bir şey koymalısınız” olan film, popüler kavrayışa hitap ediyor. Derin araştırma ve bulgular kadar, keskin gözlem ve çelişkileri öne çıkartıyor. İğneleyici bir üslupla üretilen filminin Venedik’teki gösteriminde Moore, “İnsanlar Wall Street’in daha fazla kar edebilmek için ülkemizin endüstriyel altyapısını talan etmesine izin veriyor. Hepimiz değişmesi gereken bu sistemin parçasıyız. Wall Street, şirketler, hükümet ve Amerikan vatandaşları sistemin hissedarlarıdırlar” diye konuştu. Filmin Paramount Vantage tarafından finanse edilmesine ilişkin olaraksa ünlü yönetmen “Kapitalistler eğer kâr edeceklerse onları idam edeceğiniz ipi bile satarlar. Benim ne düşündüğümü ve neye inandığımı umursadıklarını sanmıyorum. Bir gün bu şirketlere ihtiyaç duymadan filmlerimi kendim çekmek istiyorum” dedi. ATEŞ DENİZİ Oyuncu olduğum için biraz hassas davranıyor olabilirim oyunculara; bunu inkar etmeyeceğim. Ama oyuncular bunu hak ediyorlar. Gerçek oyunculardan söz ettiğimi eklememe gerek var mı, bilmiyorum. Eklediğime göre, bir şey beni dürtmüş olmalı. Her gün 14 bin kişi işsiz kalıyor Thomas Jefferson’un 1816 tarihli mesajının Moore’a esin kaynağı olduğu söyleniyor: Bankacılık kurumları mevcut ordulardan daha tehlikelidir. Film bugünkü ABD ile çöküş sürecindeki Roma İmparatorluğu’nun karşılaştırılmasıyla başlıyor. Havayolları pilotlarına ödenen düşük ücret ve bunun yolcular için nasıl bir güvenlik riski olduğundan bahsediliyor. Pennsylvania’daki özel bir çocuk hapishanesinde yaşanan şok edici gelişmeler ve bankerlerin ABD’yi nasıl bir plütokrasiye çevirdiğinin görüntüleri eşliğinde ABD’deki kapitalist sistemin çelişkileri gözler önüne seriliyor. Moore, Marx’tan hiç bahsetmiyor, daha çok Roosevelt ve Carter örnekleri üzerinden bir Amerikan demokrasisine göndermeler yapılıyor. Zaman zaman yönetmenin saf ve duygusal olduğu izlenimi veren bu tercih için Moore, “Sizi güldüren, ya da ağlatan, ya da düşündüren bir film istedim. Bu sonuçlara ulaşırsam kendimi mutlu hissedeceğim” diyor. Bir altıncı sınıf öğrencisinin anlayabileceği şekilde son bir yılda yaşanan ekonomik gelişmeleri anlattığını belirten yönetmen “Son yirmi yılda öyle şaşırtıcı şeyler oldu ki, ben artık her şeyin olabileceğine inanıyorum” diyor. Nitekim ABD’de son krizle birlikte yaşanan gelişmeler gerçekten de son derece basit ve herkesin anlayabileceği ilişkileri ortaya döküyor. 1980’den bu yana işgücü verimliliğinin yüzde 45 arttığı ülkede gerçek ortalama ücretin sabit kaldığı söyleniyor. Nüfusun en zengin yüzde biri servetin yüzde 95’ini kontrol ediyor. Her gün 14 bin kişi işsiz kalıyor. 117 dakikalık filmin kurgusunu John Walter ve Conor O’Neill yaptı. Kamera (renkli, HD) Dan Marracino ve Jayme Roy tarafından kullanıldı. OYUNCU... Birine acı, birine şuur, birine sevinç, birine bilinç vs. ararken nasıl hallaç pamuğu gibi attırıyorum biriken dünlerden kalanı ve nasıl yeni bir kurmaca karakter için karıyorum kendimdeki beni bana? Oyuncunun nesi varsa kendinde, hiçbiri kendinin değil. Oyuncu her şeyini paylaşır. Hayatı kendinin kılar önce paylaşabilmek için. Ne ince bir acıdır ki, hayatı kendinin kılmak için yaptıkları ayıplanır evvelinde. Sevinçleri alır hayattan, acılar sadece onundur, zaferlerin tümü ona aittir, itilmişliklerle yılgındır, kayıpları ayıptır, keşifleri taptaze tüter burnunun ucunda, aşkların en kuytularını gezer, inancın katmanlarını arşınlar, varoluşun sıkıntısıyla feylesoftur, cehaletin alnında derin çizgilere gizlenir, serseriliğin delikanıyla göz alıcıdır. Bilinci bile salt kendine ait değildir. Kim bilir ne zaman, hangi rastlantıyla bambaşka bir akılruh bütünleşmesiyle konuşacaktır yeni kimliğinin dudakları arasından? Ve kim bilir kendi var olma çabasının neresinde iken tam tersi bir haleti ruhiye ile yürümek zorunda kalacaktır? Kim bilir belki de yeni olan, aklını ve ruhunu cezbederek az önceye kadarki yolundan ediverecektir; belli mi olur? Bilinç, sarp yollardan geçilerek elde edilebilecek bir aydınlık vaha iken üstelik. Bilinç, üstüne iki cümle sarfedilip anlatılabilecek ve anlaşılabilecek bir olgu değil elbet ama kalp hiç değil. Tanımı, tarifi ne olursa olsun bilinç denen şeyin çocukluğumuzdan başlayarak ilk önce hissettiklerimizle oluşmaya başladığını düşünürüm ben. Duyu organlarımızla nesnel olarak algıladığımız dünyanın SİYAHKALEM Şebnem Sönmez Mesleğimin içerdiği anlamları gün geçtikçe daha genişleyen bir algıyla fark ettikçe daha da incelmiş bir hüzün ve ters orantıyla artan bir karışık isyan duyuyorum içimde. Hüznün sebebi sanırım oyuncunun işinin çok kolay olduğunun düşünülmesi ve hâlâ oyunculuğun ciddi bir meslek olarak algılanmayışı. “Nasıl ezberliyorsunuz onca lafı!” şaşkınlığı kaçıncı yüzyıldan beri sürüyor acaba? Ve bizlerin de “O işin en kolay yanı!”yanıtımız trajikomik bir durum. Yani bir ezberleyebilseler hemen oyuncu olacaklarına inanıyor bu soru sahipleri. Ve enteresan olan şu ki; oyuncunun ne olduğunu hiç mi hiç anlamadan, anlamaya gerek duymadan, anladıklarından hiç mi hiç kuşku da duymadan kolayca adım atabiliyorlar bu ateş denizine. Ama ayakları hiç yanmıyor. Bu satırı yazdığım an ne kadar acı bir tebessüm ettiğimi bilemezsiniz. İsyanın sebebi ise… Bunu açıklayabilmek için en az üç bin yazı karakterine ihtiyacım var. Bir sonraki yazıda! Bir ‘yıldönümü’ filmi Film 23 Eylül’de Toronto Film Festivali’nde gösterilecek ve 2 Ekim’de de yaygın gösterime girecek. 2 Ekim tarihi, ABD senatosunun Wall Street’i kurtarmak için 700 milyar dolarlık bir kurtarma planı açıklamasından bir yıl bir gün sonraki tarih olarak önem taşıyor. Filmin ilk anonsu geçen yıl Cannes Film Festivali’nde yapılmıştı. 1989 tarihli Roger & Me filmiyle General Motors (GM) CEO’su Roger Smith’i karşısına alan Moore, sonrasındaki tüm filmlerinde de ABD’deki büyük sermaye ve finans tekelleriyle çatışmayı sürdürdü. Bu defa ise “bütün sistemi hedef aldığını” söylüyor. Bir söyleşisinde “GM sözkonusu olduğunda ben insanları 20 yıl önce uyarmıştım. Hayatta hiç bir şeye Başkan Obama’nın GM başkanını görevden aldığında sevindiğim kadar sevinmedim. Bu her Flint’li gencin rüyasıdır” diyen Moore, Obama karşısındaki tavrını kimi rezervlerle dile getiriyor. “Benim çağrısını yaptığımı düşündüğünüz ayaklanma aslında başladı. Bu ayaklanma 4 Kasım’da başladı” diyerek Obama’nın seçilmesini sağlayan dinamikleri olumlayan Moore, öte yandan Başkan’ın en büyük kampanya finansörü Goldman Sachs’a işaret ederek “şüphelerini” dile getiriyor. Anadolu’nun gözyaşları Yaşar Yılmaz İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu bir mühendis. Gençliğinde Zap Suyu’na köprü kampanyasında rol almış, Boğaziçi Köprüsü’ne karşı kampanya yürütmüş. Anadolu’daki antik tiyatroların envanterini çıkararar önemli bir boşluğu dolduran Yılmaz, bugün ise, Anadolu’dan kaçırılan tarihi eserlerin envanterini çıkartmaya çalışıyor. Yurtdışına kaçırılan tarihi eserlerin dökümünü yapma fikri nasıl doğdu? Aspendos ya da Perge gibi tiyatrolardan yurtdışına birçok eser çıktığını biliyordum. Buradan giden heykeller nerelerde sergileniyor, diye araştırmaya başladım. Burdur’un güneyindeki Kremna Antik Kenti’nden mermer heykellerin Getty Müzesi’nde olduğunu anladım. 57 kadar heykel. Ben resim almak istiyorum, dedim. Hayır dediler, telif sorunu var. British Museum’da da aynı sorunla karşılaştım. Moskova’da Puşkin müzesine gittim, Truva hazineleri orada. Yine bana fotoğraf çektirmediler. Somut olarak böyle başladı. Daha sonra başka müzeleri gezdim. Berlin’de Bergama Müzesi, Alte, Bode müzelerini gezdim. Viyana’daki Hofburg yani Efes Müzesi’ni... On binlerce eser Türkiye’den yurtdışına gitmiş. Herkes Bergama Tapınağı’nı söylüyor ama örneğin “Milet Pazar Yeri Kapısı” boyu 33 metre 60 santim, yüksekliği 14 metre 40 santimetre. Türkiye’den sökülmüş. Bu devasa cephe Berlin’e taşınmış ve orada kurulmuş. Bunu Türkiye’de kitap halinde yayımlamak gerekir ki yeni nesiller görsün, mevcutların değerini anlasın. Bundan önce 3040 kitap yapılmış olmalıydı. Belki benden sonra devam eder. Eserlerin nerelerden, ne zaman gittiğini nasıl tespit ediyorsunuz? İlk araştırmamı internetten yaptım. Yöntem olarak şöyle, mesela bir siteye giriyorum, diyelim Boston Müzesi. Ben oraya daha önce gitmiştim ve fotoğraf da çekmiştim. Elimde yüz kadar fotoğraf var, Anadolu’yla ilgili. Ama aslında bunun sayısının daha fazla olduğunu anlıyorum. Mesela Assos’tan oraya giden eser sayısı 976. Adamlar 1850’li yıllarda gelmiş, iki Amerikan gemisi demirlemiş, kamp kurmuş, Assos’u yağmalayıp gitmiş. Bu arkeolojik kazı değil. İki yılda ancak yağma yapılır. Şimdi oraya gidip daha sistemli çekmem lazım fotoğrafları. Ben Louvre Müzesi’ne çok gittim. Ama şimdi daha sistemli gidiyorum, önceden hazırlık yapıyorum. Antik tiyatrolarla ilgili çalışmamın şöyle bir yararı oldu, örneğin Anadolu denmiyor müzelerde, Kibirya diyor. Ben bunları kaçırmıyorum tabii. Bu konuda daha önce yapılmış başka çalışma var mı peki? Yok, benim bildiğim yok. Müzeler için var, ancak böyle bir envanter yok. Kitabın ismi için bir dostum “Anadolu’nun gözyaşları” önerisi yaptı. Projenin ismini de bu şekilde belirledik. Biraz Ortadoğu usulü, dramatik bir ifade ama... Bir yılda bitiririm Hangi ülkelerde yoğunlaşıyor bu eserler? British Museum’da 27 salonda toplanıyor. Hermitage Müzesi’nde yine 20’den fazla salonda. Puşkin Müzesi’nde üç büyük salon yalnızca Truva hazinesiyle ilgili. Kızılordu, “Ben savaşta 24 milyon yurttaşımı kaybettim, bu da onun diyeti” diyerek el koymuş. Aslında biz Almanlar’a çaldırmışız yani. Almanlara söylenecek sözüm var benim. Berlin’de dört müze çektim bitirdim. Viyana’da üç müze. ABD’de başladığım yerler var, devamını getireceğim. Danimarka’da var. Tahminimce yedi sezik aylık bir süreye ihtiyacım var. Elimde sekiz binden fazla fotoğraf var, ama 30 bin kadar çekmem lazım toplam. Şimdi neyi yapacağımı bildiğim için daha hızlı hareket edebilirim, toplam olarak bir yılda bitirebilirim bu çalışmayı. Bütün bunlar için herhangi bir destek alıyor musunuz? Hayır, almıyorum. Aslında destek olsa, hem hazırlık hem de yayın aşamasında daha hızlı ilerleyebilirim. Ben bu çalışmalarım için telif ya da herhangi bir getiriyi düşünmüyorum. Bunun ulusal bir görev olduğunu düşünüyorum. Gelecek kuşaklara ışık tutacak bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Kimse desteklemezse de ben bu işi yapmaya devam edeceğim ancak destek olursa daha muntazam ve güzel olacaktır. hafta?cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk, Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım, Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Miyase İlknur, Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ, Yönetim Yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No.2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64, Reklam: Cumhuriyet Reklam, Genel Müdür: Özlem Ayden, Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal, Reklam Koordinatörleri: Hakan Çankaya, Neşe Yazıcı Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı, Tel: 0 212 251 98 7475, 0 212 343 72 74 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle