19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

‘Oturup beklemek yerine çocuklarlayım’ Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı, 1995’te dört kişiyle kuruldu, şimdi 10 bin gönüllüsüyle çocukların hayatında bir şeyler değiştirmeye çalışıyor. İşe onlara birey olduklarını hissettirerek başlıyor. TEGV Yönetim Kurulu Başkanı Cengiz Solakoğlu anlatıyor... Çocukların hayatında neyi değiştirdiğinizde başarılı olduğunuzu düşüneceksiniz? “Çocuklara, kardeşliği, sevgiyi aşılarsak; bu ESRA coğrafyada dayanışmanın, AÇIKGÖZ sevginin ve bilginin kendilerinin ve ailelerinin kader diye adlandırdıkları yaşamlarına umutlu bir pencere açabileceğini anlatabilirsek, görevimizi yerine getirmiş sayacağım kendimizi.” Yönetim Kurulu Başkanı Gengiz Solakoğlu‘nun yanıtı, Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nın (TEGV) hedefini açıklamak için yeterli aslında. Onlar, 1995’te yola çıktıklarında dört kişiydiler; şimdi 10 bin gönüllü ile, 84 şehirde çocuklar için alternatifler yaratıyorlar. Bugüne kadar bir milyon 200 bin çocuğa ulaşılmış ve rakamlar her yıl artıyor, ancak onlar için yeterli değil, çünkü Türkiye’de her yıl bir milyon 384 bin çocuk okula başlıyor, bu Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere’de okula başlayan toplam çocuk sayısından fazla. eğitim komitesi belirliyor. Çocuklara yurttaş olmayı anlatan “Bireyim Yurttaşım”, yeteneklerini eğlenceli oyunlarla bulduran “Kariyer Yolculuğuma Başlıyorum”, okuduklarından sonuç çıkarıp deneyerek öğrendikleri “Düşünüyorum, Okuyorum, Oynuyorum”, “Bilgisayar Okur Yazarlığı” bu eğitimlerden birkaçı. Bunları Milli Eğitim müfredatına sokabilmeyi amaçlıyorlar. Solakoğlu’nu en çok kaygılandıranlardan biri de, eğitimde iyice büyümeye başlayan fırsat eşitsizliği, “Benim zamanımda özel okullar yoktu. Her sosyoekonomik sınıftan arkadaşım vardı, hepimiz sınıfta eşittik. Bugün özel okullar var, sınıfları 1520 kişilik, devlet okulları ise 4560 kişilik. Eğitimde fırsat eşitliğinin kaybolduğu durumlarda bizim gibi kurumlara çok ihtiyaç var, biz yılda 160 bin çocuğa dokunuyoruz. Oysa dokunmamız gereken 11 milyon çocuk var. Türkiye eğitim konusunu halledemediği sürece bu sıkıntılar artarak devam edecek. Avrupa toplumuna entegre olamayacağız” diyor. 18 yaşında gencecik bir kızın adı, başına gelen olayla özdeşleşti. Çoğu insan onu “başına cam düşen kız” olarak tanıyor. Ece Turhan kaza geçireli tam 5 ay oldu, diğer bir deyişle onun yaşamından 5 ay çalındı. Yaşadıklarının yorgunluğu gözlerinden okunuyor Ece’nin. Gözleri yüzde 10 oranında görse, hâlâ dengesini tam olarak sağlayamasa da her geçen gün durumu daha da iyiye gidiyor. Ece’nin babası İhsan Turhan ise soruyor: Hangi para bizi eski halimize getirebilir? 4 TEMMUZ 2009 CUMARTESİ 3 Fotoğraf: UĞUR DEMİR Kaptırmadan kurtarmak TEGV’in tek başına bu sorunları çözmesi mümkün değil, zaten onlar okula değil sokağa alternatifler, bunu da her fırsatta dile getiriyor Solakoğlu. “Çift tedrisatlı okullarda, kalabalık sınıflarda çocuklarımız kendilerini tanıtamadan, öğretmenleri isimlerini öğrenemeden yıl sonu geliyor” diyor, “Çoğunun evinde derslerine yardımcı olacak kadar bilgili ebeveynleri, ders çalışacak mekanları yok. Daha çok sokakta varlıklarını sürdürüyor, zaman zaman sokağın kötü alışkanlıklarını edinerek yetişiyorlardı. Bu eksiği görünce, öyle bir sivil toplum örgütü kuralım ki, bu örgüt bir nevi 614 yaşındaki çocukların halk evlerini oluştursun, istedik. Nasıl ki Cumhuriyet ilk kuşaklarını halk evlerinde yetiştirdi, şairleri, yazarları kazandırdıysa, çocuklarımız da yeteneklerini orada keşfetsinler; ezbere ve itaate dayalı eğitim sistemimizin dışında soran, sorgulayan, bilgiye ulaşmasını öğrenen bireyler olarak değer kazansınlar, kendilerini geleceğe karşı daha güçlü kılsınlar istedik. 14 yılda bir milyon 200 bine yakın çocuğa eğitim desteği verdik, onları sokağın karanlıklarından kurtardığımızı düşünüyorum. Bir çocuk tinere alıştıktan sonra onu kurtarmak çok zor, önemli olan onu kaptırmadan kurtarabilmek.” Beni öldürmeyen cam güçlendirdi Ece Turhan ismini tüm Türk halkı yakından tanıyor. 22 Ocak’ta Beyoğlu’nda önünden geçtiği sinema binasından düşen 200 kiloluk cam yüzünden uzun süren bir yaşam mücadelesi vermişti Ece. Ailesinin SİNEM pozitif enerjisiyle kendi mücadeleci ruhuyla DÖNMEZ ayağa kalktı. Ece ayakta. Hâlâ kazadan kalma rahatsızlıkları var. Gözleri yüzde 10 oranında görüyor, yürümekte sorun yaşıyor çünkü düşen cam beyindeki sinirlerine zarar vermiş. Yine de yaşama umutla bakıyor. Eylül’e kalmadan okula gitmek istiyorum diyor. Babası İhsan Turhan, yetkililere kızgın. Biri bile arayıp sormamış. Şimdi Ece ve İhsan Turhan, bina sahibi Sifisan Sinemacılık, işletmeci AFM Filmcilik, tadilatı yapan Adayön Mimarlık ve pencerenin imalat ile montajını yapan Atak Alüminyum’a manevi ve maddi tazminat davası açtı. Sonucu nasıl olur bilinmez ama Ece’nin başına gelenlerle yaşadığımız süreç, Türkiye’de bazı şeylerin hâlâ yürümediğini, daha gidecek çok yolumuz olduğunun kanıtı. Ece ve babası İhsan Turhan’la kazayı, sonrasını ve şimdiyi konuştuk. dilemeye kalkışmadığını söylüyor: “Orada çalışan kişiler gelip bir ihtiyacınız varsa söyleyin dedi. Ece’nin şu an yaşadıklarının maddi karşılığı yok. Bizi eski halimize ne döndürebilir hangi para? Kanunların bize verdiği haklar da var. Onların yerinde ben olsam, basının karşısına çıkıp ‘Bir genç kızın 5 aylık bir zamanını çaldık, bu acı hafiflemez ama elimizden geleni yapmak, özür dilemek istiyoruz’ diye bir açıklama yapardım. Ben hiç kimseyi suçlamadım her suçun bir bedeli var dedim sadece, bunu yapsalardı affolurdu yapılanlar.” Üzüldüğüm şeyler boşmuş Ece gerçekten çok güçlü görünüyor. Bu olayın kendisinde nasıl bir etki bıraktığını soruyoruz, “5 ayım gitti sonuçta onun için bir engel. Herkes benim güçlü olduğumu söylüyor ama ben kendimi pek öyle görmüyorum. Bana başka biri yaşamış gibi geliyor bunları. Mücadele edip edemeyeceğime tamamen iyileştikten sonra karar vereceğim ama önceden üzüldüğüm şeylerin artık boş olduğunu anladım. Öldürmeyen şey güçlü kılar” diyor. Peki Ece Taksim’e çıkacak mı? Taksim’e çıkarım ama binanın önünden geçmem diyordu Ece, ancak son basın toplantısından sonra babasıyla konuşmuş. Hayatta kalmak istiyorsa korkularının üzerine gitmesi gerektiğini söylemiş babası ona, Ece de, “Taksim’e de çıkacağım, binanın önünden de geçeceğim hatta içine bile gireceğim artık cam yokmuş zaten kafama düşecek bir şey yoktur umarım” derken bile yine de korktuğunu sezmek zor değil. Pek çok hastaya, hasta yakınına örnek oldu Ece. Doktoru eve geldiğinde, “Masada karşımda oturabiliyorsun ve yemek yiyebiliyorsun ya ben artık her şeyin mümkün olduğuna inanıyorum” demiş. Ece, iyileşmesinin bir mucize olduğunun farkında. Dava konusunda ise her şeyin bir bedeli olduğunu söylüyor Turhan. Herkesin çok acı çektiğini, bu işte bir yanlışlık olduğunu vurguluyor: “Ben, kızım, eşim, eşimin kardeşi, çok büyük acılardan geçtik. Bana ya da annesine bir şey olsa, Ece şu haliyle hayatı tek başına yürütebilecek durumda değil. Bu doğal afet değil, yıldırım düşmedi başına. Türkiye’nin en işlek caddesinde 250 kiloluk cam gökten inmedi. Bunda birilerinin bir hatası, bir ihmali var. Böyle bir kusur varsa bunun bir bedeli olmalı diye düşünüyorum. Karşı taraf da üzülmüştür elbette. Ancak üzülmek bazı şeyleri çözmüyor ne yazık ki…” Ece, konu hakkında “Bu benim başıma geldi, başka birinin başına gelmeyeceği, başka birinin başına yine bir cam düşmeyeceği ne malum?” diyor ve çok da doğru bir şey ekliyor ayrılırken: “Benim başıma bu geldiğine göre Türkiye bazı şeyleri başaramadı.” Sihirli sözcük sevgi Solakoğlu, bu kadar kalabalık bir sivil toplum kuruluşu oldukları halde, şimdiye kadar hiçbir ideolojik çatışmanın yaşanmamasından memnun. Ona, doğru yolda olduklarını gösterenlerden biri de, yola ilk çıktıklarında ders verdikleri öğrencilerin şimdi gönüllüleri olması. Eğitimlerin sadece çocukları değil, gönüllüleri de değiştirdiğini vurguluyor. Başarının sırrına gelince, “sihirli sözcük sevgi” diyor Solakoğlu, “Çocuklar çok kalabalık, şiddetin egemen olduğu aile ortamında büyüyorlar, varlıklarını sokakta kavga ederek sürdürüyorlar. Eğitim parkına geldiklerinde, abla, ağabey dedikleri gönüllüler onlara adıyla hitap ediyor, sevgiyle yaklaşıyor, çocuklar da onları rol modeli olarak kabul ediyor. Ciddi bir sevgi bağı oluşuyor.” TEGV’in eğitim çalışmalarını, pedagoglardan ve eğitmenlerden oluşan bir İyileşmek için vaktim var Hepimizin yolu Taksim’e düşüyor. Hepimiz her gün binlerce kişiyle birlikte İstiklal Caddesi’nde yürüyoruz. Ece de alelade bir günde oradan geçiyordu. Arkadaşlarıyla önce okula burs başvurusu yapmak için gitmiş, memuru bulamayınca Taksim’e gelmişlerdi. Peki arkadaşlarıyla yürürken 36 gün sonra gözünü açtığında bir hastanede olduğunu fark etmek nasıl bir duyguydu? Ece, “Trafik kazası geçirdim herhalde, annemle babam başka bir yerde yatıyor” diye düşünmüş. Babası olayı anlatınca da çok şaşırmış. “Hele camın ebatını söyleyince şoke oldum” diyor. Doktorlar ailesine özellikle gözü kapalı da olsa, sık sık başına ne geldiğini söylemelerini tavsiye etmiş.“Kaza geçirdin başına cam düştü” diye tekrarlayın demiş. Gözümü 36 gün sonra açmışım diyor Ece, medyaya 5 kez ameliyat oldu olarak yansısa da Ece, neredeyse 30 ayrı operasyon geçirmiş. Şu an için denge problemi var. “Evde yürüyebiliyorum ama dışarı tek başıma çıkmadım hiç. Sağa sola sendeliyorum. Doktorlar zamana bağlı olduğunu, sürekli çalışmam gerektiğini söylüyor. Ben de sürekli yürümeye çalışıyorum. Gözüm bulanık görüyor, göz merkezine giden sinirler tahrip olmuş kaza sırasında. Ama tamamen iyileşmem için 1016 ay süre veriyorlar. Daha vaktim var. 5 ay oldu kaza geçireli” diye konuşuyor. O sırada ben onun metanetine ve hayata bağlılığına şaşırıyorken babası söze giriyor. Ece için pek çok şeyi yapamaz dediklerini ancak onun kendisinden hiç beklenmeyen mucizeler gösterdiğini anlatıyor. Örneğin yemek yiyemeyecek, tüp takacağız dediklerinde izin vermemiş Turhan, Ece başarmış. “5 aydır çalışmıyorum, çalışsaydım Ece bu kadar ilerleme kaydedemezdi. Sürekli yürüyoruz, antrenman yapıyoruz. Sürekli gözünü de çalıştırıyoruz” diyor. Bugüne dek sinema binası yetkililerinden Ece’yi arayıp soran olmamış. Turhan, ne yazık ki yetkili kimsenin bir özür bile Maddi ve manevi mevduat hesabı Sorunların asıl çıkış noktasını, 1950’den sonraki politikalarda görüyor Solakoğlu. “Bizi yönetenler halkı yukarı çekecekken, Cumhuriyet döneminde başlatılan devrimlerde tavizler vermeye başlamış” diyor, “Her on yılda bir demokrasi kesintiye uğramış, her dört yılda bir ekonomi tökezlemiş. En değerli zamanlarımızı onları onarmakla harcamışız. Kendi içinde demokrasiyi özümsememiş, sorunlarını halledememiş, en önemlisi de genç çocuklarına çağdaş eğitimi verememiş bir ülkenin fertleri olarak ömrümüzü tamamladık, gidiyoruz. Bizim neslimiz üzerine düşen görevi yerine getirmedi. 1950’den sonra görev alan tüm hükümetlere bir Cumhuriyet vatandaşı olarak hayır duası etmiyorum.” Aslında, 60 yaşında “pijamalarla oturup ölümü bekleyecek”ken Türkiye’nin her köşesini dolaşıp çocuklarla ilgilenerek kendi neslinin yükünü de taşıyor Solakoğlu. Yine de halinden memnun, sadece o çocuklara vermiyor, o da çocuklardan öğreniyor. Bakın bunları nasıl anlatıyor: “İnsanların iki hesapları olduğunu keşfettim. Biri maddi, diğeri manevi mevduat hesabı. Manevi mevduat hesabımda çok para biriktiriyorum, bu beni çok mutlu ediyor, büyük haz duyuyorum. 65 yaşımdayım, yıl içinde gittiğim yerleri yazsam okumaktan yorulursunuz. Ben yorulmadım, her çocuğa dokunuşumda gençleşmiş olarak dönüyorum. Gelecekle ilgili ümitleniyorum.” Üzülmek bazı şeyleri çözmüyor Fotoğraf: UĞUR DEMİR C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle