19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 11TEMMUZ 2009 CUMARTESİ Kübalı Beşler onuruna şiir şöleni Toronto’dan Birinci Uluslararası Şiir Festivali’ne bir davet mektubu gelinceye kadar ATAOL Kübalı BEHRAMOĞLU Beşler hakkında bilgim yoktu. Davet mektubunun başlığı altında, alt başlıkta, “Kübalı Beşler Onuruna” sözcükleri yer almaktaydı. Festivalin amacı, “savaş ve şiddet kültürüne karşı şiirin barış ve adalet için görevi” sözlerinde özetini buluyordu. Festival süresince konuk şairler şiirlerini okuyacak, düzenlenecek forumlarda katılımcılar, her türlü ayrımcılığa karşı seslerini yükselteceklerdi. Kübalı Beşler ise şu sözlerle tanıtılmaktaydı: “Toronto’daki festivalimiz, bu ilk festival, şu anda on yıldır ABD cezaevlerinde bulunan beş Kübalı kardeşimiz, Gerardo Hernandez, Antonio Guerrero, Ramon Labanino, Rene Gonzalez ve Fernando Gonzalez onurunadır. Onların suçu, sadece Küba’daki masum insanlara karşı olanıyla değil, Kanada da içinde olmak üzere başka ülkelerdeki terorizme karşı savaşmaktı.” Sonraki satırlarda, “Kübalı beşlerin bilindiği gibi” politik mahkumlar olduğu ve toplam olarak dört ömür boyu ve artı yetmiş beş yıl hapse mahkum oldukları bildiriliyor ve masum insanların serbest bırakılmaları için uluslararası dayanışmanın yükseltilmesi isteniyordu. Daveti kabul ettiğimi bildirdiğimde, benden, dinletilerde şiirlerimi okumamın ve şiir üzerine bir konuşma yapmamın yanı sıra, önceki dönemlerin direnişçi şairleri anısına düzenlenecek bir toplantıda Nâzım Hikmet üzerinede bir konuşma yapmam istendi. Bütün bunları memnuniyetle kabul ederek Toronto’ya uçtum. Kanada’ya ilk gidişimdi bu. Şu anda yazmakta olduklarımı bir gezi yazısı olarak düşünmediğim için, davet alarak gittiğiniz bir yabancı ülkeye giderken bile bütün Türklerin karşılaştığı vize saçmalıklarının, transit yolcu olarak geçerken Londra Heatrow’daki can sıkıcı muamele ve görüntülerin ayrıntılarına burada girmeye gerek yok. Toronto’da, 2430 Nisan arasındaki bu toplantılarda, ilk gün düzenlenen basın toplantısından başlayarak kendimi gerçekten bir kardeş topluluğu içinde buldum. Birçok başka ülkenin yanı sıra özellikle Latin Amerika’dan dünyaca ünlü şairler vardı. Prof. Walter Andrews’un çevirilerinden okunan şiirlerimin etkisi, iyi şiir çevirisinin ne kadar önemli olduğunu; özellikle de biz Türk şairleri bakımından, Türk şiirinin dünyaya açılması bakımından ne kadar büyük öneme sahip olduğunu bana bir kez daha gösterdi... Toronto’da yaşayan kendi yurttaşlarımızdan da büyük ilgi gördüm. Bütün devrimci kuruluşlar gibi kural olarak yoksul ev sahibi komite, ne yol parası ne de barınma sağlayabiliyordu. Beni evlerinde konuk eden BelmaDominik Diamante’lere, MustafaSedef Koç çiftine, başkaca bütün arkadaşlara teşekkür borçluyum. Oradaki yurttaşlarımıza bir konuşma yapmam ve şiirlerimi okumam için düzenlenen toplantıya gösterilen ilgiyi, sıcak karşılamayı unutmam da olanaksız. Bana yazılmış garip bir final “Heykeltıraş Babam”, beklenmedik bir anda bir trafik kazasıyla aramızdan ayrılan Tankut Öktem’i hem sanatçı hem de insan, baba, eş ve arkadaş yönleri ile yeniden tanıştırıyor. Kızı Oylum Öktem İşözen’in kaleme aldığı kitap bir gidişin ardından yazılan uzun bir mektup gibi. Sessiz bir acı ve büyük bir hasretle yüklü... Tankut Öktem, Türkiye’nin dört bir yanına hatta dünyaya damgasını vurmuş bir sanatçı. 700 figürden oluşan ve TIME dergisinin kapağına ZUHAL çıkan dünyanın yedinci heykeli olan AYTOLUN büyük Ankara Kara Harp Okulu anıtı, 1 ay madende çalıştıktan sonra hazırladığı Zonguldak’taki Maden İşçileri anıtı, dünyanın üçüncü büyük heykeli Manisa Cumhuriyet ve Özgürlük anıtı, Çanakkale heykelleri, Nene Hatun, Şerife Bacı, Nazım’ı, Pir Sultan’ı... Tankut Öktem, tek başına büyük bir yeteneğin ve emeğin anıtı aslında. 2007 yılında yaşamını yitirdi. Bir trafik kazası, ters yönde geri geri gitmeye çalışan bir kamyon ve beklenmedik bir yitiriş... Tankut Öktem, aramızdan ayrılalı iki yıl oldu. Dört bir yandaki heykelleriyle yaşamaya devam ediyor. Şimdilerde ise kızı Oylum Öktem İşözen’in kaleminden tekrar hayat buluyor. Bir sanatçı, bir baba, eş ve arkadaş olarak farklı taraflarıyla ama en çok insan yanıyla. “Heykeltıraş Babam”, 3 yaşında ilk heykelini yapan, 5 yaşında ilk sergisini açan 50 yıl boyunca günde 18 saat çalışan büyük bir yeteneğin hayatını konu alıyor. Küba cezalandırılıyor Kübalı Beşler konusu festival boyunca, bütün toplantılarda bir “leitmotif” olarak sürdü. 1998’den beri hapiste bulunan bu insanlar ne yapmışlardı? Bütün belgeler, festival öncesinde, festival sırasında ve sonrasında okuyup incelediğim her şey, bu beş genç insanın, Küba karşıtı terörist odakları saptayıp Küba’ya bilgi vermek için Florida’ya geldiklerini, fakat FBI tarafından ele geçirildikten sonra ABD Adalet Bakanlığı tarafından çok ağır suçlar işlemiş olmakla suçlandıklarını, bin sayfayı aşan bir iddaname ile de içinde cinayet de bulunan, fakat asla kanıtlanamamış (ve zaten inandırıcılığı da bulunmayan) suç isnatlarıyla ömür boyu hapis cezalarına çarptırıldıklarını gösteriyor. Yine, kirlenmemiş akılla, önyargısız bakıldığında, Küba karşıtı terörist grupların içine sızarak Küba’da girişilecek terörist eylemleri, işlenebilecek cinayetleri önceden haber vermek amacıyla Florida’ya geldiklerini kabul eden bu insanların bütün suçlarının bundan ibaret olduğu apaçık görülüyor. Bir başka deyişle, terorizme engel olmak amacıyla yola çıkan insanlar terörist olmakla suçlanıyor ve bu, dünyanın her yerinde diktatörlüklerce tezgâhlanmış bir oyundur. ABD aslında, besbelli ki, Kübalı Beşler’in üzerinden, Küba’yı cezalandırıyor! Toronto’daki 1.Uluslararası Direniş Şiirleri Festivali, Kübalı Beşler için bir umut ışığı oldu mu, olabilecek mi, bunu bilmiyorum. Fakat eğer ABD’nin yeni başkanı Küba’yla iyi ilişkiler istiyorsa, Kübalı Beşler konusunda herhalde adım atmalıdır. Aynı şeyin yapılmasını, kan dökmemiş, terörist etkinliğe katılmamış, sadece düşündükleri için tutuklanarak Küba cezaevlerinde bulunanlar varsa, onlar için de dilerim. Yalnızca gitti “Heykeltıraş Babam”, Oylum Öktem İşözen’in ilk kitabı. Bir ilk kitap olarak hem yazması zor hem de çok yıpratıcı bir süreç onunki. Herşeyi sil baştan yeniden yaşamak, hissetmek, tekrar tekrar kızmak ve her an tekrar tekrar özlemek. Babasına bir tek bunun için kırgın zaten Öktem. Uzun zamandır babasının kitabını yazmak isterken hep reddedilmiş. Ufak bir ışık yaksa Tankut Öktem, hemen oturup yazmaya niyetli olduğunu söylüyor. Hatta belgeselini dahi yapmak istemiş. Dünyada ve Türkiye’de sanatıyla tanınıyor olsa da yine de anlatma isteği, farklı yönleriyle tanıştırma arzusunu taşımış. Yaşarken olamamış. Zaten hep babasını kaybetmekten korktuğunu dile getiriyor Öktem. O kadar dolu bir dünya, o kadar güzel bir evren yaratmışlar ki kendilerine. Her günü ayrı şenlik, her günü ayrı üretim olan, doğayla insanlarla içiçe geçen bir yaşamın bir anda bitebileceğine hiç de inanmak istememiş. Babasının gidişiyle herşeyi farklı algılamaya başladığını söylüyor Oylum Öktem. Kitap, büyük bir yeteneği ve onun Türkiye’nin dört bir yanına yerleştirdiği önemli eserlerini aktarırken Tankut Öktem’in insan yanıyla da tanıştırıyor. Hayvanlarla ve doğayla ilişkisi, yaşama sevinci, enerjisi, yeteneğiyle bambaşka bir hayata tanık oluyorsunuz. Kitapta ölüm kelimesinden söz etmiyor Oylum Öktem. “Gitmek” diyor “Yalnızca gitti çünkü. Ardında sayısız eser, emek ve yetiştirdiği öğrencileri bırakarak.” Dokunduğu insanlarda da bir yaşam enerjisi, özgürlük bilinci ve üretme arzusu bıraktı. Kitabı özetlemek, içeriğini tanımlamak çok zor. Her biri uzun ve ayrı bir kitap konusu. Sanatı, vatandaş yönü, arkadaşlığı, babalığı, insanlığı... Oylum Öktem, kitaba ilk başladığında isyankar bir dil kullanmış olsa da zamanla sakinleştiğini dile getiriyor. Karşısına çıkan herkese kızarken zamanla başka bir algıyla bakabilmiş. “Özellikle babamı kaybettikten sonra ve kaybetme biçimim beni biraz isyankar yaptı açıkçası. Hatta neye isyan edeceğimi bilemeyecek durumdaydım. Toplum bilincine mi, eğitim sürecine mi, bilemediğimiz durumlara mı?” diyor. Tuhaf rastlantılarla dolu sonuçta hayat. Tankut Öktem’e çarpan kamyon şoförünün yargılandığı gün mahkemede öğreniyor babasının öldüğünü. Anlamakta ve anlamlandırmakta çok zorlanıyor Oylum Öktem, yaşadığı pek çok tesadüfte olduğu gibi. Fotoğraf: UĞUR DEMİR Kumla’da müze ev Oylum Öktem, dizi oyunculuğuyla tanındı yıllar önce. Hatta bu popüler kültür zihniyetine bir tepkisi de var. O yıllarda Tankut Öktem’e “Siz Oylum Öktem’in babası mısınız?” demelerine çok içlenmiş. 35 yılını sanata vermiş birinin, televizyonda 35 dakika görünmüş kızı üzerinden tanınmasına elbette tepki gösteriyor. Oyunculuğa devam etmiyor. Ancak babasıyla ilgili bir proje olursa rol alacak. Moda eğitimi alan Öktem, şimdilerde İstanbul Moda Akademisi’nde sanat yönetmenliği yapıyor. Çamura 25 yaşına dek değememiş olsa da artık büyük bir istekle yoğuruyor, işliyor onu. Şimdilerde ise ilk açtığı Palyaçolar sergisinin ardından Ekim ayında açmayı planladığı Çingeneler sergisine hazırlanıyor. Ayrıca Kumla’dan dünyaya eser gönderen Tankut Öktem’in atölyesinin bir müze eve dönüştürülmesi için uğraşıyor. Böylece heykelleri, anıtlarıyla yaşamaya devam eden Tankut Öktem, yaşadığı ve ürettiği evinde de hayat bulmaya devam edecek. Tankut Öktem Artık korkmuyorum “Heykeltıraş Babam”, bir tür arınma aslında onun için. “Kendi kendime konuşmayı severim. Deliliğin kıyısında dolaşırım. Ama diğer tarafa düşmemek lazım. İşte bu kitap bendeki dengeyi kurdu” diyor. İçindekileri dışarı vurarak, bir sanatçıyı eserleri ve yaşama bakışıyla yeniden yeniden insanlarla tanıştırarak korkularından sıyrılmaya çalışıyor: “Babamı çok sevdim. Kaybetmekten çok korktum. O yüzden de biraz suçlu hissettim. Bana yazılmış çok garip bir final bu. Artık korkmuyorum. Çünkü korkularımdan korkarım o zaman.” Türkiye’den destek Küba karşıtı grupların yoğun olduğu Miami’de, adaletsiz bir yargılama sonucunda 11 yıldır ABD hapishanelerinde tutulan Küba Beşlisi için tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çeşitli kampanyalar yürütülüyor. Jose Marti Küba Dostluk Derneği (JMKDD), bir süredir internet sitesi üzerinden düzenlediği imza kampanyasında, 5 yurtsever Kübalının serbest bırakılması için halkı Küba’yla dayanışmaya davet ediyor. Küba Büyükelçiliği Birinci Sekreteri Alejandro Simancas Marin, JMKDD İstanbul şubesinde geçen hafta düzenlenen toplantıda, Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin Beşlinin yeniden yargılanması talebini reddetmesiyle hukuki sürecin tıkanmasına rağmen, uluslararası alanda Beşliyle dayanışma çabalarının büyük önem taşıdığını vurguladı. Marin, FBI ve CIA tarafından 1998’de gözaltına alınmadan önce, terörist grupların Küba’ya yönelik planlarını öğrenmek amacıyla Küba Amerika Ulusal Vakfı içinde çalışan beş Kübalı yurtseverin, birçok terör saldırısının önlenmesinde önemli rol oynadıklarına MERVE ARKAN dikkat çekti. Beşlinin Miami’de, geçmişleri didik didik incelenen ve Küba karşıtlıkları tescillenen bir jüriyle, tamamen hukuk dışı bir yargılama sonucu hapis cezası aldıklarına dikkat çeken Marin, Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin kararıyla Barack Obama yönetiminin “Küba konusunda adil olma iddiasını tamamen yitirdiğini” belirtti. Marin, “Obama yönetimi Küba’ya iyi niyet göstermek isteseydi, en azından davanın yeniden görülmesini sağlayabilirdi. ABD’nin resmi politikası Küba devrimini yok etmektir” dedi. JMKDD Küba Beşlisiyle Dayanışma Komitesi sözcüsü Avukat Ayhan Erdoğan da, Amerikan Yüksek Mahkemesi’ne bağlı üç kişilik komisyonun ilk önce Küba Beşlisinin davasının yeniden görülmesini kabul ettiğini, ancak karara müdahale eden Beyaz Saray’ın talebin reddedilmesini sağladığını söyledi. Yargılanmanın yenilenmesi talebinin tekrarlanmasının en azından iki yıl alacağını kaydeden Erdoğan, Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin kararı incelemesini talep etmek amacıyla İstanbul Barosu’na başvurduklarını, ancak henüz bir sonuç alamadıklarını açıkladı. Paris’te Galata, Salzburg’da modern Türkiye manzaraları İstanbul Modern, Paris’te “Le Pont Photos de Galata/Köprü6Galata Fotoğrafları” ve Salzburg’da “Türkei Modern/Modern Türkiye” başlıklı sergileri ile yurtdışında iki sergi birden açtı. Türkiye ve Fransa’nın Dışişleri ve Kültür Bakanlıklarının himayesinde gerçekleştirilen “Fransa’da Türkiye Mevsimi” kapsamındaki sergi 2 Ağustos’a dek sürecek. Salzburg Yaz Festivali kapsamında Othmar Pferschy fotoğraflarından oluşan “Türkei Modern/Modern Türkiye” başlıklı sergi ise 30 Ağustos’a dek Gallerie Am Mozartplatz’ta sergilenecek. Paris L’Orangerie’de açılacak olan ve küratörlüğünü İstanbul Modern Fotoğraf Sergileri Küratörü Engin Özendes’in üstlendiği sergide, Türk fotoğrafının yenilikçi isimlerinden Ahmet Elhan, Murat Germen, Cemal Emden, Orhan Cem Çetin, Merih Akoğul ve Ömer Orhun’un Galata Köprüsü’ne odaklanan çalışmalarıyla farklı bakış açılarından yepyeni bir Galata sunuluyor. Altı fotoğrafçı, özel olarak gerçekleştirdikleri projelerde, bir yandan mekânın tarihsel önemini, İstanbul için taşıdığı farklı anlam ve imgeleri yansıtmayı, öte yandan da değişen yaşam koşulları ve farklı kentsel pratikler çerçevesinde bugün edindiği yeni anlamların altını çizmeyi amaçlıyor. Fotoğrafçıların Galata’nın çok kültürlü tarihini çeşitli görsel ve yazılı malzemeleri birleştirerek yeniden kurguladıkları özgün yorumların yer aldığı sergi, Galata’nın farklı dönemlerini, çokkültürlü geçmişini, mimari niteliklerini, Doğu ile Batı’yı taklit edilemez bir özgünlükle bir araya getirişini ve farklı kentsel gerçeklikler arasında bir bağlantı noktası olma konumunu gözler önüne seriyor. Othmar Pferschy fotoğraflarından oluşan “Türkei Modern/ Modern Türkiye” sergisi ise geçen yıl Viyana’da Wien Museum Karlsplatz’ta sergilenmişti. Sergi, Salzburg’dan sonra Ekim 2009’da da Graz Şehir Müzesi’nde yer alacak, 2010 yılının Mayıs ayında ise Dornbin’de yeni açılacak olan Kuntshalle’nin ilk sergisi olma özelliğini kazanacak. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında, fotoğraflarıyla genç cumhuriyetin ve Türk insanının dünyaya tanıtılmasında en büyük görevi üstlenen Othmar Pferschy (18981984), belge fotoğrafının en önemli temsilcilerinden biri olarak Genç Türkiye’nin gelişen ve yenileşen yüzünü tüm dünyaya tanıtmak için ülkemizi dolaşarak binlerce fotoğraf çekti. Pferschy, yıllarca kent ve mimari fotoğraflarında; devasa binaları, modern fabrikaları, okulları, üniversiteleri, sağlık kuruluşlarını, sokakları, caddeleri, stadyumları, parkları, meydanları görkemli biçimde görüntüledi. İnsan ve yaşama ilişkin fotoğraflarında ise 19 Mayıs törenlerini, mutlu köylüleri, köylü çocukları, işçileri, ata binenleri, tenis oynayanları, eskrim yapanları, laboratuvarda çalışanları, daktilo yazanları, piyano çalanları vb. büyük bir titizlikle saptanmış anlarda, kusursuz bir teknik ve geometrik düzenle mükemmel bir estetikle yansıttı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle