23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 11 TEMMUZ 2009 CUMARTESİ İkiyi bir etmek meselesi İki koca kıtayı el ele tutuşturan memleket! Dünyanın en yüksek ve en büyük kıtasını güneşin battığı anakaraya ulayan memleket! Güneşi doğurup diğer tarafa yollayan memleket! Doğusundan batısına, doğuşundan batışına medeniyetlerle mest olduğumuz memleket! Doğunun/doğuşun çocukları yüzünü batıya/batışa döndüğünden beri, güneş de ay da aldırmadı buna hiç. Işık nereden yol alacağını bilir. Işığın aydınlattığı da nereye gideceğini bilir. Arkasındaki toprakların yorgunluğuna aldırmadan ileri uzanan koca Asya, neler neler büyütüyor hâlâ karnında ve neler neler sunuyor hala uzandıkça başı Avrupa’ya. Semavi dinlerin yurdu olduğundan mıdır muteber oluşu Asya’nın, üzerinde 100 küsur dilin konuşulduğundan mıdır, dünyanın en kalabalık nüfusunu barındırdığından mı yoksa, ya da kültürler üstüne inşa edilip de zenginliğini topraklarının en alt katmanlarına gömdüğünden midir? Belki de tüm bunları taşıyabilen tek kıta olduğundandır ve nicelerini. Sade ve sadece heykel Gülen Eren, ilk sergisi “sade.” ile insana dair olanı koruyor. Sanatçı, yaşam izi görülemeyecek denli düzgün eser tipine karşıt olarak, heykellerine olumlu ve insani bir his katma çabasında. Eserlerini oluştururken malzemeyi yeşertmeye, yaşatmaya çalışması da bundan. “Yaşadığımız dünya arztalep ilişkisine dayalı bir yalınlığa doğru yol alıyor” diyor Eren ve ekliyor: “Hayatımızı kolaylaştırmak için var edilen bu yalınlık bizi yalnızlaştırıyor. Aşırı mekanik tasarımlarla aşırı simetrik bir biçimde ortaya çıkarılan bu sadelik anlayışı bizimle bir ilişki kurmuyor.” Oysa onun heykelleri insanı bir köşesinden içine davet ediyor, dokunmak, iletişim kurmak istiyorsunuz, sadece sizin bildiğiniz bir hikayeye giriyorsunuz. Heykellerindeki, birbirine dokunan temas eden parçaların kendi aralarında kurduğu bir diyalog var gibi. Eren, 1983 İzmir doğumlu. Resim ve heykelle ilk tanışması, resim eğitmeni annesinin bakır ve vitray atölyelerindeki çalışmaları. İzmir Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’ni bitirdikten sonra, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ni kazanan Eren, 2007 yılında Heykel Bölümü Ahşap Atölyesi’nden mezun oldu. Çeşitli karma sergilerde yer alan genç sanatçının “sade.” isimli ilk kişisel sergisi 29 Temmuz’a kadar Galeri Artist Çukurcuma’da. Sergiyi Pazar hariç her gün 11:0019:00 saatleri arasında görebilirsiniz. Sınır çizgileri nasıl çekilir? Hak’tan alıp halka veren toprakların ulu ereni “Gel! Ne olursan ol, yine gel!” der ve gelir gelebilen. Gelene kapısı açıktır, kapıdan ziyade gönlü açıktır. Gidene de gam yüklemez, ardından tasla su döker tez dönsün diye. Döne dolaşa gelinecek topraklar elbet burasıdır da ondan. Savaşlara başka türlü ağlar bu topraklar, her zerresinde kan dökülmüş olduğundan. Sınırlarını çizmiş olan sadece savaşlar olduğundan. Soyları en eski milletlerin beraber yaşadığı kardeşlik topraklarını birbirinden ayıranın tek oluşa tahammül edemeyenler oluşundan. Eskiden hep birlikte aynı evin Şebnem Sönmez ev sahibiyken şimdi birbirimize komşu olduğumuz kültürlerle bizi aramızdaki sınır çizgileri ayırıveriyor kolayca. Sınır çizgileri nasıl çekilir, çocukluğumdan beri pek anlayamadığım bir şeydir. Antakya’nın sınır kasabası Yayladağ’da her yaz hüküm süren çocukluğumun etkileyici anılarındandır “sınır” a gidiş maceralarım. Cennette bir lezzet köşesi: Sardunya Gerçekten cennet gibi olan ülkemin Ege ve Akdeniz kıyılarını 37 yıl önceden başlayarak karadan değil, önce denizden tanıdım. 15 yıl önce yitirdiğim dostum Erim Gözen’in himmetiyle, Türkiye’nin ilk kuşak olmasa bile ikinci kuşak mavi yolcularının ikinci dilimi arasında yer aldım. Artık o da tarihe karışmış olan Hürriyet teknesiyle çıktık yıllarca, bugüne kıyasla oldukça güç koşullar altında yapılan ilk mavi yolculuklarımıza. Öyle bugünkü gibi, klimalı, duşlu tuvaletli kamaralar yoktu. Hepimiz dışarıda açık havada yatardık. Gerçi gemi açık denizde sefer halindeyken kullanılan bir tuvaletimiz vardı ama, koylarda demirliyken işe yaramıyordu. Sabahları yüzümüzü yıkamak için uyanır uyanmaz kendimi denize atıyorduk. Buzhaneden alınan buzlar çabuk bittiğinden malzeme kokmasın diye dört günde bir buzhanesi olan bir yere gidiyorduk... İzci ruhuyla yapılan o mavi yolculukların spor – doğa ve güzellik dolu öyküleri çok uzun sürer, artık onlar gençliğimizle birlikte tarih oldular. O dönemlerde, girdiğimiz koylarda başka tekneye rastlamazdık, gittiğimiz yerlerin önemli bir bölümüne ise karadan ulaşılması mümkün değildi. Tabii bu koşullar altında, bizim mavi yolculuk jargonunda “tesis” dediğimiz, restoran ve gazinolar da yoktu. turistik tesis olan Sardunya’da ilk hissettiğiniz de bu oluyor. Daha kapıdan girer girmez Sardunya’nın sahibi, Muhammet Bey’i karşınızda buluyorsunuz. Deniz kıyısında ve iskele üstünde bembeyaz, kıtır kıtır örtüler üzerinde sunulan eksiksiz, güleryüzlünün ötesindeki sıcak serviste, Muhammet Özdemir ile eşi Leyla Hanım ve onun genç yeğeni Nihal Mete’nin özenleri ellerine kendinizi teslim edin. Sardunya 1990’da kurulmuş, Muhammet Bey ile Leyla Hanım 1992’de evlenmişler. Doğrusu Leyla Hanım’dan önce de servis bu denli iyi miydi diye merak etmekten kendimi alamıyorum. Ailenin iki genç ferdi, Burak ve Berke Özdemir kardeşlerimiz de, buz gibi soğuk fıçı bira sifonunun başında servise katkıda bulunuyorlar. Kuloğlu Mah. Ağakülhanı Sok. No 10/A Çukurcuma Beyoğlu İstanbul SİYAHKALEM Çat burada çat orada çat kapı arkasında 50. yılını kutlamaya hazırlanan İFSAK, 9 fotoğrafçının eserlerinden oluşan “Çat Burada, Çat Orada, Çat Kapı Arkasında: Süpürge” konulu bir fotoğraf sergisi düzenliyor. İFSAK binasında düzenlenecek sergide, Behiç Günalan, Belgin Deveci, Hüseyin Kabasakal, Mustafa Kemal Adalı, Levent Tosun, Nuran Ekici, Okan Yılmaz, Safiye Giran ve Turgay Topçuoğlu’nun fotoğraflarına yer veriyor. Tel süpürge temalı sergi, Behiç Günalan yönetiminde Edirne Fotoğraf Sanatı Derneği (EFOD) tarafından yürütülen bir belgesel atölye çalışmasının ürünü. Çalışmaya katılanlar, yaklaşık bir yıl, tarladan başlayarak süpürgelerin üretim sürecini izledi. Edirne, süpürgeciliğin anayurdu olup, ülkemizdeki tel süpürge üretiminin büyük bir bölümü burada karşılanıyor. Günümüzde elektrik süpürgesine yenik düşen tel süpürge, artık son ustaların elinde biçim kazanıyor. Bu atölye çalışması, son ustaları ve onların becerikli ellerinde biçimlenen son süpürgeleri konu ediniyor. Sergi, 17 Temmuz’a dek görülebilecek. (Tel: 0 212 292 42 01) Ege lezzetleri Sardunya’da, mezesinden balığına kadar hep Ege lezzetlerini tadabilirsiniz ki, Ege lezzeti denince masadan roka, maydanoz eksik olmuyor. Yine Ege’nin onsuz olmazı taze börülce ki, kendileri yetiştiriyorlarmış, biz gittiğimizde henüz çıkıp sofraya düşmemişti, Siz gittiğinizde hazır olur. Fakat Sardunya’da yediğim karışık salatayı unutamıyorum. Yeşil salata, roka, domates ve beyaz peynirin yanındaki bol zeytinyağı ve mebzul dereotu, nanenin oluşturduğu lezzet ve rayiha eşsizdi. Siz salatanızı söylerken dereotu ve nanenin bol olmasını tembih etmeyi unutmayın. Herkes öyle istemiyor da... Fava güzel bir Ege lezzeti, dilerseniz yerel usulle, kızarmış soğanla dilerseniz bizim İstanbul’un geleneksel şekli bol dereotuyla söyleyin, ama mutlaka söyleyin. Mezelerin teker teker üzerinde durmuyorum. Dediğim gibi, geleneksel Ege lezzetlerini vitrine bakıp ısmarlayabilirsiniz. Benim aklım biberli boranide kaldı ama, acı olduğunu söylediklerinde, gözüm yemedi, ne var ki bir daha sefere gözümü karartıp deneyeceğim. Ama Sardunya’ya gittiğinizde zorunlu olarak ahtapot ızgara ile kalamar tavayı deneyin. Kalamar Ege’nin her yerindeki gibi güzel. Ahtapot ızgara ise, benim gibi ona kuşkuyla yaklaşanları bile şaşırtacak kadar leziz. Balıklardan Ege balıkları var, hepsi taze... Ama benim favorim, ızgarada yapılan leziz kaya barbun. Gittiğinizde bulursanız yiyin. Kılıç da tavsiye edilir. Bir de arada böcek ve yöreye özgü olan pek lezzetli karavida da bulunuyor. Muhhamet Bey’i fiyatları soruyorum. Kişi başı ortalama 50 – 60 lira diyor. Ama böcekli veya karavidalı bir masanın fiyatının bu olmadığını da belirteyim. Kısacası yolunuz buralara (ben size bu yazıyı yazarken hâlâ Selimiye’deyim) yolunuz düşerse mutlaka Sardunya’ya uğrayın. Hem denizden hem karadan gelenlere hizmet veren Sardunya’ya gitmeden, hele hele hafta sonu ise mutlaka yer ayırtın! Çok önemli iki ayrıntıyı unuttum. Selimiye hâlâ betonlaşmamış, özelliğini yitirmemiş bir Ege kıyı köyü ve de Sardunya’da müzik olarak doğanın ve dalgaların sesi var... SARDUNYA – HİSARÖNÜ KÖRFEZİ SELİMİYE MARMARİS TEL: 0252 446 40 03 Arpaçay’ın bir suçu yok Orada bir dağ var, adı Cobaraklı yani Kel Dağ. “İşte orası sınır! Sonrası Suriye!” derdi annemle babam. Sonrasının başka bir ülke olduğunu biraz zorlanmakla birlikte anlardım ama koca Cobaraklı’nın ortadan ikiye bölünüp yarısının bizim, yarısının Suriyelilerin oluşuna bir türlü akıl erdiremezdim. Tamam, hepsi bizim olmasın ama niçin koskoca dağı ikiye bölmüşler de üstünden bir de hayali çizgiler çekip yarısını yasak etmişler birbirimize? O yılların Cobaraklı kadar büyük sorusu hâlâ kendi kadar haşmetli bir cevap bulabilmiş değildir benim için. Gelişememiş bir zihnim mi var acaba benim? Yıllar yılların gebeliğini yaparken, turneler vesilesiyle gittiğim her sınır şehrinde aynı duygu yakamda, ensemde, beynimde, kalbimde kol gezip durdu. Bazan koca bir dağ ortadan ikiye bölünmüş olurdu, bazen bir yayla, kimi zaman da bir akarsu yataklık ederdi bu sınırların belirleyicilerinin kararlarını uygulamaya. Arpaçay gibi. Kars’ı Ermenistan’dan ayıran Arpaçay. Arpaçay’ın bir suçu yok bu ayrılıkta. O kendince akar giderken ve biz bu yandan öte yana bakarken çobanlar birbirine sesleniyor iki yakadan. Ne tuhaf! Tabiatın sınırları anlaşılabiliyor ve aşılabiliyor da, ama insanın koyduğu sınırlar kolay kolay ne anlaşılıyor ne de aşılabiliyor! Koca Asya’nın Kars’ında kocaman bir heykel bunu başarıyor ama. Bu memleketin en büyük heykeli bütün sınırları aşan azametiyle, diğer yarısına elini uzatan insanı asalet ve hasretle yüceltiyor Kars Kalesi’nin karşısındaki tepede. Mehmet Aksoy İnsanlık Abidesi adını verdiği güzelim heykelini öyle bir uzandırmış ki tepeden göklere; Arpaçay’ın iki yakasından birbirine selam veren iki çoban nasıl görüyorsa diğerini, diğer taraftaki de görsün diye barışla uzanan ellerimizi. Mehmet Aksoy, “Taş taşırım, laf taşımam!” diyen, burnunun ucunda murcunu eksik etmeden ışığı mermerden yontan, Çekicin Gölgesinde 40 Yıl dır yılmayan, dünyaca tanınmış üç büyük heykeltıraşımızdan yaşayan ve barışı, kardeşliği hala yaşatan tek büyük heykeltıraşımızdır. İkiyi bir etmenin heykelini yapan Aksoy da sınır kasabası çocuğudur. Doğma büyüme Yayladağlıdır. Belki O da benim gibi Cobaraklı’ya baka baka anlamamıştır öbür tarafa yasaklananları? Acep bu yüzden mi O da aşsın ister insanlık kendisine çekilen sınırı? İki aslında bir eder, ayrılık birden ikiye gider. İkiyi bir etmeyi mesele edenler her sınırdan geçerler. İyi ki, hâlâ yüreği aklıyla bütün olup, ikisini birden iki ellerinde tutan sanatçılarımız var! İyi ki, Kars’ın kalesinin karşısında, karşıdaki kardeşlerimize ve dünyaya uzatacağımız bir elimiz var! Ey koca Asya! Daha ölmezsin sen! Her kıyıda bir restoran var artık Artık, bütün koylar tekne dolu, bu satırları yazarken şöyle Hisarönü Körfezi Selimiye koyuna bir bakıyorum. Geniş alana yayılmış elli tane kadar tekne var. Bunların büyük bölümünde klimalı kabinler, limanda bağlıyken bile kullanılan duşlar ve tuvaletler, kendi buzunu yapan buz makineleri, hatta derin dondurucular var. Koyların hepsine artık kara yolu ile ulaşım sağlandı. Bizim bundan otuz yıl önce ancak denizden ulaşabildiğimiz yerlere karadan arabalarla vızır vızır gidilebiliyor. Gerçi gelişme, kimi cennet köşelerini betona boğdu ama yeşile ve maviye saygının henüz tümüyle kaybolmadığı yerler de kaldı. Artık kıyılarda bir çok tesis açıldı, restoranlar, kafeler, salaş barlar yapıldı. Bugün bu kıyı restoranların namı yürümüş taa Marmaris’e oradan İstanbul’a kadar varmış olan birinden Selimiye’deki Sardunya’dan söz edeceğim. Selimiye Sardunya’ya karadan da ulaşabilirsiniz, denizden de... 10 yatın bağlanabileceği bir iskelesi olan Sardunya, Hisarönü Körfezi’nin, adını kıyısındaki köy Selimiye’den alan Selimiye koyunda. Karadan gitmek isteyenler ise Marmaris Datça yoluna girip ileriden Bozburun’a sapıyor. Bu yoldan Selimiye’ye varıyor. İnsan sıcağı Turizm artık büyük bir sanayii, buna karşın yine de insan sıcaklığı önemli, butik otellere gittikçe artan rağbet de bundan. Lokanta olsun, otel olsun, insan sıcaklığının hissedildiği yerde müşteri mutlaka tatmin oluyor. Ünlü restoranının yanı sıra, 12 odalı küçük bir butik Özen Börek İstanbul’da 1966 yılında Bandırma’da kurulan Özen Börek ve Tatlı Evi, yeni şubesini Kadıköy’de açtı. Mekanda, tarihi Karaköy börek ve poğaçasi ile geleneksel Osmanlı tatlıları sunuluyor. Elle yoğrulan, kat kat ve baş üzerinden savrularak açılan özel böreğinin, lezzetini hem açılış yönteminden, hem de kullanılan malzemeler ve içeriğinden aliyor. Kurucusu Mustafa Kocaman ve ekibi tarafindan, 40 yıldır ayni kalite ve lezzet anlayışıyla hizmet veren Özen Börek davet, özel organizasyon ve piknikleriniz için de sipariş hazırlayabiliyor. Caferağa Mahallesi, Muvakkithane Cad. No: 22 Kadıköy Tel: 0216348 88 81 hafta?cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Miyase İlknur Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ Yönetim Yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No.2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64 Reklam: Cumhuriyet Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörleri: Hakan Çankaya, Neşe Yazıcı Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı Tel: 0 212 251 98 7475 0 212 343 72 74 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle