17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sinema ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? (Clive Barker’s Book of Blood) John Harrison’un yönettiği ve Sophie Ward, Jonas Armstrong, Paul Blair ile Romana Abercromby’nin oynadığı Clive Barker’dan Kan Kitabı, Clive Barker’ın korku hikayelerinin ilk kez bir sinema filmine dönüşmüş hali. Doğa üstü olayların varlığını kanıtlamaya çalışan Dr. Florescu, teorilerinin gerçekliğini kanıtlayabilmek için Reg ile birlikte nasıl olduğu açıklanamayan cinayetlerin işlendiği bir eve yerleşir, yanlarına içgüdülerine güvendiği Simon’u da alır. Evin, yolunu kaybetmiş ruhların buluşma noktası olduğunu anladıklarında artık çok olacaktır. ? Clive Barker’dan Kan Kitabı Altı yıl devam eden televizyon dizisi ve ardından gelen 10 tane uzun metrajlı sinema filminin ardından yönetmen ve yapımcı J.J. Abrams, başlangıca dönmeye karar vererek Star Trek’i tekrar seyirciyle buluşturuyor. Filmde Chris Pine, Jennifer Morrison, Simon Pegg ile Eric Bana rol alıyor. Galaksinin kaderi iki sıkı rakibin elindedir. Bir tarafta Iowa’daki çiftlikte doğup büyümüş, serseri ruhlu, heyecan ve macera arayan genç James T. Kirk, diğer tarafta ise her türlü duygusallığı reddeden mantık bazlı bir toplumda yetişmiş olan Spock vardır. Daha önce hiç gidilmemiş, tehlikelerle dolu yolculukta mürettebatı yönetebilmek, ikisi arasında oluşacak sıra dışı güçlü dostluğa bağlıdır. ? Star Trek ? Milk Yönetmenliğini Gus Van Sant’ın yaptığı ve Sean Penn, Emile Hirsch, Diego Luna ile James Franco’nun oynadığı Milk, En İyi Erkek Oyuncu ve En İyi Özgün Senaryo dalında 2 Oscar ödüllü bir film olarak vizyonda. Film, Harvey Milk’in yaşamından sekiz yılı anlatıyor. 1977’de, Harvey Milk, San Francisco Şehir Meclisi’ne seçilerek Amerika’da eşcinselliğini saklamadan bir devlet kadrosunda üst düzey yöneticiliğe seçilen ilk kişi oldu. Zaferi, sadece eşcinsel hakları adına önemli değildi. Yaşlı vatandaşlardan sendikalı işçilere kadar herkes için, Harvey Milk bir uğurda savaşmanın anlamını değiştiren, Amerikalıların kahramanı haline gelen biri oldu. ? Igor Anthony Leondis’in yönettiği animasyon filmi John Cusack, Myleene Klass, Robin Walsh ile Matt McKenna seslendiriyor. Film, sürekli aşağılanan bir laboratuvar asistanı olmaktan bıkmış Igor’un hikayesini anlatıyor. ? Ali’nin Sekiz Günü Cemal Şan’ın yönettiği ve Serdar Orçin, Begüm Birgören, Ufuk Bayraktar ile Uğur Polat’ın oynadığı Ali’nin Sekiz Günü, üçlemenin son filmi. İstikbal göklerdedir Umut, aşk, tutku, inanç, inat... “Usta” uçak yapmak sevdasına yakalanan bir adamın ALPER şahsında TURGUT aklınıza gelebilecek her alperturgut.blogcu.com hissi bin bir emekle nakış nakış işleyen muhteşem bir seyirlik. Sakın kaçırmayın. Bol ödüllü “Nokta” ise yetkin bir sinema dilini kuşanan, sanata yatkın, hakiki, tarihi ve gayet ahlaki bir film... Tavsiye ederim. Usta’yı, çektiği kısa metrajlı film, belgesel ve reklamlarla tanınan Bahadır Karataş yönetti. Karataş’ın, ilk uzun metrajlısında harikalar yarattığını ve bundan sonra sıkı bir takipçisi olacağımızı belirtmek isterim. Karataş, filmin senaryosunu Ayfer Tunç ile birlikte kaleme aldı. Tunç’u hayli ses getiren “Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek70’li Yıllarda Hayatımız” adlı kitabından hatırlıyoruz. Usta’nın görüntü yönetmeni ise yerli işi birçok yapıma imzasını atan Saraybosna doğumlu Mirsad Herovic. Filmin başrollerini; Yetkin Dikinciler, Fadik Sevin Atasoy, Şevket Çoruh ve Hasibe Eren sırtlıyor. Müşfik Kenter, Tomris İncer, Cihat Tamer, Ahmet Saraçoğlu, Emre Karayel ve Atilla Yiğit’in de Usta’da irili ufaklı rolleri var. Avrupa Görsel İşitsel Eserleri Destek Fonu’nun (Eurimages) desteğini alan Usta, kör kör parmağım gözüne demeden cemaat yerine cemiyeti savunan, toplumun dinamik yapı ve unsurlarına güvenen, bilime inanan bir film. Üstelik diyalogları akıcı, kurgusu sağlam, görselliği cezbedici... Oyunculuklarıyla göz kamaştırıp oyuncu yönetiminde de sınıfını geçtiğinin altını çizelim. Eğlendiren ama sulandırmayan, yer yer duygusallaşan ancak melodrama dönüşmeyen, içten ve özgün bir deneme bu... Sonuçta; Usta, alkışı hak ediyor her hususta... Nokta Bilimle inancın çatışması ABD’de Mart 2003’te çıkan eski İngilizce profesörü Dan Brown’ın romanı Da Vinci Şifresi uzun süre listelerin ilk sırasından inmedi. Kırk milyon okura ulaşan romanın satışları Temmuz 2003’te tavana vurunca Sony Pictures şirketi kitabın film hakkını satın aldı. Eski oyuncu, yeni yönetmen Ron ASLI Howard (Appolo 13, Akıl SELÇUK Oyunları) Da Vinci Şifresi’ni 2006’da sinemaya uyarladı. Filmde simgebilim profesörü Robert Langdon (Tom Hanks) Leonardo Da Vinci’nin tablolarındaki bir dizi gizemi çözerek sonunda iki bin yıldır kendilerini bu eski gizemi korumaya adamış Opus Dei tarikatını buluyordu. Romanı kutsala küfür sayan Hıristiyan topluluklarından gelen uyarılara karşın film yine de büyük bir gizlilik içinde çekildi, ekipteki herkesle de gizlilik sözleşmesi yapıldı. Çekim süresince Katolik Birliği’nden, aşırı dindar Opus Dei’den karşı çıkışlar kesilmedi. Roman kurmaca olmasına karşın Dan Brown uzun araştırmalar sonunda öyküsünü gerçek tarihi olayların üstüne kurduğunu önceden açıklamıştı. Çok sayıda okur Da Vinci Şifresi’ni gerçekçi bir roman olarak algılayıp olayların geçtiği Louvre Müzesi’ni, Villette Şatosu’nu, Saint Sulpice Kilisesi’ni, Westminister Manastırı’nı ziyaret ettiler. Vatikan, İsa karşıtı bir yalancı olarak tanımladığı Brown’ı aforoz etti. Sinema eleştirmenlerinin yere batırdığı, izleyicinin göklere çıkardığı Da Vinci Şifresi gişede 758 milyon dolar getiri sağlayınca Sony, yazarın 2000’de yayımlanan Melekler ve Şeytanlar romanını sinemaya aktarmaya karar verdi. Da Vinci Şifresi’yle Melekler ve Şeytanlar arasında benzerlik yok, tek ortak nokta Robert Langdon karakteri. Bu kez Vatikan tarihin en tartışmalı şifresini kıran Langdon’dan yardım ister. Katolik Kilisesi’nin yanlış bilimsel düşüncelerden, endişelerden ötürü kurulduğuna inanan dört yüz yıllık yeraltı örgütü Illuminati, yeni papa adayları olan dört kardinali kaçırır. Bu gizli örgüt Vatikan’ı ölümcül bir tehditle yüz yüze bırakır. Vatikan’ın çağrısı üstüne Roma’ya giden Robert Langdon’a (Tom Hanks) Cern’de (Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi) çalışan İtalyan bilimkadını Vittoria Vetra (Ayelet Zurer) eşlik eder. Illuminati’nin en büyük düşmanı Vatikan ve Katolik Kilisesi’dir. Doğanın dört elementi toprak, hava, ateş ve suya tapan örgütün ardındaki gizemi, beşinci elementin işlevini ancak Langdon çözecektir. Vatikan’a giren Langdon adeta kümesteki tilki gibidir, din adamları ondan nefret ederler o da onlardan ama bu kez birlikte çalışmak zorundadırlar. Usta PIRPIR SEVDASININ PEŞİ SIRA… Havacılık ve Eskişehir... Etle tırnak gibi ayrılmaz bir ikili... Sorarım size, gökyüzünü mesken eyleyen her uçak, kulakları sağır etme heveslisi envaı çeşit avcı jet, kentin çocuklarına geleceğe dair tozpembe düşler kurdurtmaz mı? Eskişehir’de yaşayan birçok yeniyetme, adım gibi eminim ki; bir an önce büyüyüp serpilmeyi ve cafcaflı tulumu giyip pilot olmayı istemiştir. Hafif çatlak bir tip olan bizim kahramanımız Doğan ise –onu pilotluk bile kesmez “yerli malı, yurdun malı, herkes bunu kullanmalı” diyerek uçak yapma sevdasına düşmüştür. (Aklıma nedense “Aya Gidiyoruz” adlı film düştü, – DVD’si satışta oradaki çiftçi arkadaş roket yapıp yerküremizin gece bekçiliğini üstlenen uydusuna gitmeyi SÜRÜKLEYİCİ GERİLİM Illuminati dört yüz yıl öncesine dayanan bir öc için geri dönmüştür. Bu örgütte Galileo, Bernini gibi isimlerin yer aldığına, günümüzde örgütün varlığını sürdürdüğüne, gündelik yaşantıları, hükümet politikalarındaki kararları, şirket stratejilerini etkilediklerine dair söylentiler vardır. Hiç kimsenin göremediği bağlantıları kuran, bir simgenin çok sayıda anlam içerdiğini, insanoğlunun bu simgeleri nerede, ne zaman, nasıl bulduğunu çok iyi bilen Robert Langdon, bilimle kilise arasındaki ikilemde anahtar görevini üstlenir. Filmde Tom Hanks, Ayelet Zurer’le birlikte Ewan McGregor, Stellan Skarsgaard, Armin MuellerStahl’da oynuyorlar. Da Vinci Şifresi’nde yaptıkları gibi okurlar, meraklı turistler şimdi de Melekler ve Şeytanlar’ın çekim mekanlarını dolaşıyorlar: Santa Maria del Popolo, Piazza Navona, Castel Sant’Angelo, Pantheon, Piazza della Retunda, Santa Maria della Victoria, Brown hayranlarının, turistlerin akınına uğradı. Her filminde biçem değiştirdiğini, etiketlenmek istemediğini vurgulayan Ron Howard, özgür olmak için her türü denediğini belirtiyor: “Sinemaya oyuncu olarak girdim. Yirmi yıl süresince komedilerde (The Andy Griffith Show/196068, Happy Days/197380) oynadım. Yönetmen olunca da komedi çekmem istendi. Meryl Streep, Daniel DayLewis, Russel Crowe gibi kendilerini kesintisiz yenileyen oyunculara hayranım. Kendimi onlara benzetiyorum. Onlar yorum oyuncularıysa bende yorum ve yeni düzenlemelerin yönetmeniyim” diyen Howard, Da Vinci Şifresi’nin devamı Salomon’un Anahtarı’nı bugünlerde çekmeye hazırlanıyor. Sürükleyici, gerilim yüklü Melekler ve Şeytanlar 15 Mayıs’ta gösterimde. Çekim mekanları turu için: www.angelsanddemons.it arzuluyordu. Hiç olmazsa Doğan’ın hayali daha akla yatkın) Zehir gibi bir zekâya sahip (dünya gerçeklerinden bihaber), becerikli ve üstün yetenekli Doğan Usta, panayır muadili oto sanayi sitesinde araba tamirciliğiyle iştigal eder, ekmek parası uğruna... Ancak o, rüyalarını gerçeğe dönüştürmeye adeta yemin etmiştir. Tamamen kendi üretimi “pırpır” için çoktan kolları sıvamıştır. Karşısındaki tek engel ise sürekli didiştiği katır inadına sahip biricik aşkı Emine’dir. Ondaki uçak yapma tutkusu, ikinci plana itildiğini düşünen karısını (birçok hemcinsi gibi) kıskandırır. İlk denemesi kaza ile sonuçlanan ve kıl payı ölümden dönen Doğan’ın vazgeçmeye niyeti yoktur. Ta ki dişi kuş –Emine yuvayı terk edene dek... Yakın dostu Ersun (karikatürize edilmiş bir tip ancak gidişatı bozmuyor) sayesinde gerçek dünyayla temas kurabilen Doğan, artık hem uçaktan hem de karısından vazgeçmek zorunda kalmayacağı bir dengeyi tutturmak için çabalayacaktır. TUZ GÖLÜ’NDE CİNAYET “Tabutta Röveşata”, “Filler ve Çimen”, “Çamur”, “Paralel Yolculuklar”, “Cenneti Beklerken” ve şimdi de sırada Nokta. Senarist, yapımcı, yönetmen Derviş Zaim’in listesindeki iyi kotarılmış orijinal filmler giderek çoğalıyor. Nokta’nın görüntü yönetmeni Ercan Yılmaz... Filmin müzikleri tek kelimeyle olağanüstü ve altındaki imza Mazlum Çimen’e ait... Mehmet Ali Nuroğlu, Serhat Kılıç, Settar Tanrıöğen, GERÇEĞİN YAPILANDIRILMASI Melekler ve Şeytanlar’ın Da Vinci Şifresi kadar popüler olmadığını bilen yönetmen Ron Howard daha özgür bir ortamda çalıştığını, dilediği yerleri değiştirdiğini açıklar: “Çok bilinen ve sevilen bir romanı filmleştirdiğinizde hem beğenilerle hem de eleştirilerle karşılaşırsınız. Bunu öngörüp olacakları göğüslemelisiniz. İkon düşmanı Da Vinci Şifresi’ni hayranları beğenmeseydi Melekler ve Şeytanlar’ı çekmeyi düşünmezdim. Öykü daha geleneksel olmasına karşın çağdaş bir ritm gerektiriyordu, bu bir geriye sayım.” Bu kez yapımcı şirket Sony’nin iletisi açıktır: Dan Brown bir yazardır, Melekler ve Şeytanlar ise bir kurmacadır. Gerçek, çoğunluk sanatta yeniden yapılandırılır. Sony, Roma’da Bernini, Galileo, İsveç Ordusu, Kardinaller Meclisi üstüne konferanslar düzenler. Howard, romandaki Hıristiyan düşmanı Arap katili tümüyle değiştirir, bu önemli değişikliği de şöyle açıklar: “Roman 2000’de yayımlandı. O günden bugüne sinemada sürekli Orta Doğu’dan gelen kötüleri gördük, bu olgu artık klişeye dönüştü. Filme siyaset karıştırmak, bilimle inancın tartışması içine jeopolitik bir baskı sokmak istemedim.” Şener Kökkaya, Mustafa Uzunyılmaz, Nadi Güler, Numan Acar, Bayazıt Gülercan, Begüm Birgören, Cem Aksakal ve Hikmet Karagöz’ün oyunculuklarıyla süslenen Nokta, kesintisiz tek plandan oluşuyor. Nokta, dünyanın ikinci büyük tuz gölü olan Konya Tuz Gölü’nde (bendeki karşılığı sadelik ve hiçlik) çekildi. Zaim bunun nedenini şöyle açıklıyor; “Tuz gölündeki uçsuz bucaksızlık ve zemindeki sonsuz beyazlık sayesinde filmin görüntülerinin hat sanatında kullanılan beyaz kâğıtları ve kâğıtların üzerindeki siyah mürekkeple yazılmış yazıları hatırlatmasını sağlamaya çalıştık. Tutku ve para hırsı; insanı eğer bir cinayete sürüklemişse, insan içine düştüğü kör kuyudan lekesiz çıkabilmek için belki de bir mürekkep lekesine gereksinim duyacaktır.” Biraz daha açalım. Yukarıda Nokta’nın kesintisiz tek plandan oluştuğunu söylemiştik. Çünkü geleneksel Osmanlı hat sanatının “İhcam” kavramından esinlenildi. “İhcam”, bir çırpıda bitirivermek, harfi bir defada yazıvermek anlamına geliyor. Nokta’da minimalist bir dekor kullanılıyor ve böylelikle süreklilik duygusu yansıtılıyor, eskiyle yeni, hatla sinema sanatı da iç içe geçiyor. Ne demeli; gerçekten zor ve takdire şayan bir proje... (Derviş Zaim’in Cenneti Beklerken’de de minyatür sanatından yola çıkmıştı) Nokta, eski bir hat sanatı öğrencisinin dinmek bilmeyen vicdan azabını dillendiriyor. Ölümüne suçlu hissetmek ve yeniden insafa gelmek istemek... Ahmet, istemeden de olsa el yazması tarihi bir Kuran hırsızlığına karışmış ve acımasız mafya üyelerini Tuz Gölü’ne sürüklemiştir. Beyaz zemin kana bulanmıştır ve o meşum günde yaşananlar Ahmet’in yaralarına tuz basmıştır. Katil önünde sonunda olay yerine dönermiş ya, Tuz Gölü yıllar sonra Ahmet’i geri çağırır. Ve Ahmet’in öyküsü işte böyle başlar. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle