Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Dinleyin 4 9 MAYIS 2009 CUMARTESİ Aşk özgür yaşanmalı Maria Pages bir flamenko dansçısı. Geleneklerine bağlı, ama tutkularının peşinde. Direnme iradesine sahip, aşka inanıyor. Tüm bunları da sahnede kurduğu ve dansıyla yaşattığı dünyasında anlatıyor. Bu dünyanın ismi “Flamenko Cumhuriyeti”. Pages ve dans grubu düşlerini paylaşmak için 13 Mayıs’ta İstabul’da sahneye çıkacak. Flamenkoda kadın denildiğinde, sahnedeki hakimiyeti ile ilk akıllara gelen isim Maria Pages, Flamenko Cumhuriyeti gösterisi ile 13 Mayıs’ta İstanbul Cemal Reşit Rey konser salonunda ALİ DENİZ sahne alacak. Pages, 1990 yılında kurduğu dans USLU topluluğu ile dünyayı gezip, dansın gücüyle insanları etkilemeye devam ediyor. Gösterisinde flamenkonun yasalarıyla ve gelenekleriyle yönetilen hayali bir ülke kuruyor. Hayata dair her şeyi yedi bölümlük dans gösterisiyle anlatmanın peşine düşüyor. Geleneklere sadakatiyle tanınan Pages, aynı zamanda da flamenkodaki pek çok yeniliğin öncüsü. Özgün sahne duruşu ve sahne iradesiyle de izlemeye değer. küçük yaşta flamenko ezberim haline geldi ki, en iyi iletişimi onunla kurduğumu düşünüyorum. Sanırım konuşmaktan bile daha net anlatıyor beni. Flamenkoda hareketler elbette çok önemli ama işin geleneksel tarafına hâkimseniz kendinizi ifade etmek için farklı anlatım tarzları da bulabiliyorsunuz. Benim tarzımı ise en başından beri avangart buldular, eleştirdiler. Şimdi ise flamenkoyla o kadar özdeşleştim ki, hiç kimse benim flamenko dışına çıktığımı düşünmüyor, onu benimle anıyor. Gösterinizin adı “Flamenko Cumhuriyeti”. Nedir derdi? Neredeyse her günümü beraber geçirdiğim bir dans topluluğum var. Bu yüzden proje için bir ülke hayal ettim. Bu da tüm duyguların flamenkoyla anlatıldığı ve flamenko kurallarıyla yönetildiği bir dans ülkesi oldu. Şimdiki zamanı yaşayan ama geleneğinden de taviz vermeyen bu ülkede üzüntü, keder, neşe, aşk tüm duyguların dili flamenko. İşte bu da “Flamenko Cumhuriyeti” demek. Redd Ghetto sahnesinde Nisan ayında müzik marketlerde yerini alan “21” albümünü, Redd’in güçlü canlı performansı ile dinlemek istiyorsanız 15 Mayıs cumartesi günü gerçekleşecek bu konseri sakın kaçırmayın. Ghetto’da kaydettikleri ‘Gecenin Fişi Yok’ isimli DVD’leri ile unutulmaz bir performans sergileyen grup bu kez aynı sahnede, yeni albümü “21” ile karşımızda olacak. Redd’in dördüncü stüdyo albümü ‘21’ dört bölümden oluşuyor. 74 dakikalık süresi ile “21” isimli karakterin yaşam öyküsünü sözel ve müzikal bir bütünlük içinde ifade eden albüm, Türk müzik tarihinde yapılmış en farklı konsept albüm olma özelliğini de taşıyor. Kayıtları MMA ve Garaj stüdyolarında, mastering’i Londra’da yapılan albüm, bir yıllık yoğun bir çalışmanın ürünü. Prodüktörlüğünü Redd’in üstlendiği “21”, Redd’ in her albümde kendini yenilediğinin açık bir göstergesi olarak benzersiz ve ilgi çekici. BABAM BENİ İZLERDİ Babanız bir matematik profesörüymüş. Yani flamenko aileden gelen bir gelenek değil. Bu işi kafanıza taktığınızda ailenizin tepkisi ne oldu? Ailemde flamenko dansçısı yoktu ama doğduğum yer flamenkonun doğduğu yer Sevilla’ydı. Büyüdüğüm çevrenin her sokağından flamenko taşıyordu. Evde hep flamenko dinlenirdi ve benim çok küçük yaşta dans etmeye başlamamda elbette ki ailemin desteğinin büyük rolü oldu. Babam da beni izlemekten büyük keyif alırdı. Dans figürlerinizi oluştururken klasik tavırların karşısına dikiliyorsunuz. Bunu geleneğe bağlı olsanız da yapmaktan çekinmiyorsunuz. Peki sizi ne besliyor? Kimi zaman sokakta gördüğüm bir çocuğun sevimliliği, kimi zaman seyrettiğim bir sinema filmindeki kare ya da gittiğim bir ülkede gördüklerim beni besliyor. Bir tını, bir koku, küçük bir görüntü bile figürlerim için bana kaynak olabiliyor. Elbette bunun matematiğini tam olarak ben de açıklayamıyorum. Carlos Saura’nın “Flamenko” filminde de yer aldınız. Nasıldı? Carlos Saura flamenkoyu çok seviyor ve olağanüstü bir sinema diliyle aktarıyor. Flamenkonun daha çok kişiye ulaşması için tüm araçlardan yararlanması lazım ve Saura bunun için çok değerli bir araç kullanıyor. Sinemanın büyüleyici bir yanı var ve flamenko projesi benim için harika bir deneyimdi. Depeche Mode Türkiye’de Binboa Vodka tarafından Purple Concerts organizasyonuyla Depeche Mode bir kez daha Türkiye’ye geliyor. 14 Mayıs Perşembe akşamı Santral İstanbul’da gerçekleşecek konser topluluğun ‘Tour of the Universe’ turu kapsamında yapılacak. Yeni albümleri “Sounds of the Universe” ile 4 senedir beklettiği hayranlarına muhteşem bir dönüş yapan Depeche Mode, turnesi kapsamında sadece Avrupa’da bir milyonu aşkın seveniyle buluşacak. Grup 28 yıllık kariyerinde 75 milyonu aşkın albüm satışı gerçekleştirdi ve ‘Sounds of the Universe’ onların 12. albümü. (0216 556 98 00, biletler 99, 188 ve 300 TL) TUTKULARIN PEŞİNDE Flamenko ve kadın. İkisi birbirini tamamlıyor. Siz de Flamenko’nun en tanınmış kadın sanatçılarındansınız. Nedir flamenkodaki kadın? Bu ilişkiyi nasıl tanımlayabilirsiniz? Flamenkoda kadın geleneğe bağlı, ama tutkularının peşindedir. Hatta tutkuları için her şeyi göze alır. Zaten flamenkoda en çok güç ve tutku var. Kadın da asla boyun eğmiyor, sadece aşkı özgürce yaşamanın peşinde. Flamenko aynı zamanda estetik demek. Kadın veya erkek, dansçının bedeni aşkı, tutkuyu, heyecanı ve arzuyu anlatabilecek kadar kıvrak ve disiplinli olmalı. Dansınızda flamenkonun duvarlarını da yıkıyorsunuz. Zira flamenko’nun katı kuralları var. Dans ve size özel figürlerinizi artık herkese kabul ettirdiniz. Bunu nasıl başardınız? Dört yaşımdan beri dans ediyorum ve o kadar Flamenko Cumhuriyeti Yeni bir film var mı? Flamenko ile ilgili birçok sürprizim olabilir ama şu anda üzerinde çalıştığım bir sinema projesi yok. Dans için yeni bir şeyler düşünüyor musunuz? Placido Domingo ile üzerinde çalıştığımız orijinal bir projeye hazırlanıyoruz. Zaten şu aralar da “Flamenko Cumhuriyeti” gösterimizi dünyanın birçok ülkesinde sunmaya devam ediyoruz. Bir yandan da prömiyerini Tokyo’da gerçekleştirdiğimiz ve şimdilik sadece Sevilla ve Madrid’de sahnelediğimiz yeni gösterimiz Self Portrait’le de izleyici karşısına çıkmaya başladık. sirin.guven@gmail.com Müzikte büyülü gerçeklik: Fever Ray Elini yarattığı ses dalgalarına uzattığında, bir ateş akımına dokunduğunu hisseden müzisyeni tanıyor musunuz? İsveçli müzisyen Karin Dreijer Andersson, yeni projesi “Fever Ray”i böyle anlatıyor. Alternatif müzik kzulal?yahoo.com seviyorsanız, bu ateş akımından uzak durmanız pek olanaklı değil; mutlaka sizi de hipnotize edip peşinden sürükleyecek. Karin Dreijer Andersson ismi, aslında müzik sevdalılarına hiç yabancı değil. 1999’da kurulan elektronik müzik ikilisi The Knife’ın kurucularından biri Karin. Erkek kardeşi Olof ile birlikte The Knife adı altında yaptıkları müzik, onlara özellikle Avrupa’da önemli bir hayran kitlesi yarattı. Kendi kişiliklerini ön plana çıkarıp “celebrity” dünyasına katılmak istemediklerinden onları ne televizyonlarda gördük ne de dergilerde. Tavırları günümüzün ün meraklısı müzisyenlerinden gerçekten farklıydı. 2003’te İsveç’in Grammy’si olarak bilinen Grammis ödülünü kazandıklarında, müzik endüstrisindeki beyaz erkek egemenliğini protesto etmek için, kendilerinin yerine ödülü almaya goril kostümü giymiş arkadaşlarını gönderdiler. Uzun süre konser vermeyi de reddettiler. Ta ki, üçüncü albümleri “Silent Shout”, 2006’da zor beğenen, sivri dilli Pitchfork dergisi tarafından yılın en iyi albümü gösterilip büyük başarı kazanana kadar... Hayranlarından gelen baskıya daha fazla dayanamamışlardı; ama yine de kendilerini müziğin önüne geçirmeme kararından vazgeçmediler. Bütün bir turne boyunca her konsere, maske takarak, burunlarına yapıştırılmış birer gaga ile çıktılar. ZÜLAL KALKANDELEN dünyadan seslenen bir android gibi... Bazı şarkılarda tamamen doğal bıraktığı sesini, bazı şarkılarda ses manipülasyonu sağlayan yazılım programlarıyla değiştirip, farklı karakterlere bürünüyor. Örneğin, “I’m Not Done” adlı şarkıda, kendi sesinin farklı bir versiyonuyla düet yapıyor. Kimi zaman cinsiyetini algılayamıyorsunuz; kimi zaman Björk’ü andırıyor... “Müzik öylesine duygu ile ilintili bir sanat ki, anlatmak istediğinizi mükemmel bir şekilde verebilmek için, bazen doğal olmayan yöntemlerle değiştirilen ses daha gerçekçi olabiliyor,” diyor Karin. Albüm, temelde elektronik bir altyapının üzerine kurulmasına karşın, The Knife ile yaptıkları çalışmalara göre daha organik bir havası var. Gitar, konga ve Kızılderili müziklerinden kullanılan geleneksel perküsyon enstrümanları ile kaydedilen bölümler, şarkılarda daha doğal bir ses yaratmış. GÜNDÜZ DÜŞLERİNİN HİKAYESİ Şarkı sözleri olabildiğince basit ve kısa; öyle büyük edebi laflar yok. Aşkı değil, rüyaları ve fantezileri anlatıyor şarkılar... Her birinin bir hikayesi var; ama bu hikayeler, ne gerçek ne de hayal. Gündüz düşlerinden esinlense de, gerçeklerden kopmamış hiçbiri... Hangisinin gerçek, hangisinin hayal olduğunu yorumlamak ise, dinleyiciye kalmış. Fever Ray’in ilginçliği, dinleyicisini bu büyülü gerçekçiliğin yorumcusu konumuna sokması... Bu durumu, ilk single olarak yayımlanan “If I Had A Heart” ile örneklemek mümkün. Şarkı, “Hiç bitmeyecek bu/ Çünkü daha çok istiyorum/ Daha çok, daha çok ver bana...” sözleriyle başlayıp, “Kalbim olsaydı severdim seni/ Sesim olsaydı söylerdim şarkıyı,” diye devam ediyor. (Çok güçlü bir bas soundunun öne çıktığını ve rahatlıkla bir David Lynch filminin müziği olabileceğini önceden belirteyim.) Ne dersiniz; ne anlatmaya çalışıyor bu şarkı? Açgözlülüğün yönettiği kapitalist dünyanın giderek duyarsızlaşmasını anlatmıyor mu? Bu benim yorumum; sizinki başka olabilir... Ya da Karin gibi, sonsuz okyanusların ve çayırların üzerine çöken derin bir uyku halinden söz edebilirsiniz... Fever Ray’i dinledikçe, albümdeki şarkıları konserde canlı dinleme isteğim daha da artıyor. Gidenler anlata anlata bitiremiyor; Karin, yüzünde yine maskesiyle, adeta bir tiyatro dekoru gibi hazırlanmış bir sahnede, fantastik bir deneyim yaşatıyormuş dinleyicilere... www.zulalkalkandelen.com .BZÎTµBLBEBSXBQBWFBDPNUS’ye girin, QÎSMBOUBMBSBFOmPLUÎLMBZBOJMLLJİJEFOCJSJPMVO QÎSMBOUBLPMZFEFOCJSJBOOFOJ[JOPMTVO BAŞKA BİR DÜNYADAN SESLENEN ANDROİD Bir sanatçının, dinleyicisinin (ya da izleyicisinin) algısını etkilememek için, kendi yarattığı eserin gerisinde durma çabası, saygı duyulacak bir davranış. Albümünün ya da romanının satışını artırmak adına, selfpromosyonun en utanç verici örneklerini sergileyenlerin dünyasında sıra dışı bir tavır bu... Bu tavrın, Fever Ray’in müziği ile olan uyumu da dikkat çekici. Karin, tek başına yürüttüğü bu yeni proje ile aynı adı taşıyan albümde, sanki başka bir C MY B C MY B