Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 9 MAYIS 2009 CUMARTESİ Açlığa, yoksulluğa ve işsizliğe karşı İsyanın simgesi işgal binaları Büyük yapı şirketleri, eski evleri yıkıp yerine bürolar, yeni lüks evler yapmayı tasarlar. Yetmez, çevre güzelliği ve sokak yenileştirme manipülasyonları sonucu eski binalar boşaltılır. Bu durum kiraların katlanmasına yol açar. Çalışanlar, gelirlerinin neredeyse yarısına yakınını kiraya vermek durumunda kalır. Üstelik sosyal, kültürel ve eğlence alanların azlığı da işin cabasıdır. Bu nedenle bina işgalleri gerçekleştirilir. Boş duran evlerin mülk sahiblerinin rızası aranmadan kullanılması sürecidir bu. Ev işgalcilerinin kendilerine ait bir amblemi de var. Soldan başlayıp sağa doğru şimşeklenen dairede içindeki N harfi sembol olmuştur. Hareketin Tarihi: İşgal evleri 69 küresel isyanın Avrupa’daki etkileri arasındadır. Hatırlayalım. 68 dönemi öncesi Almanya’da üniversite öğrencilerinin yüzde 62’si bakireydi ve evliliğe büyük önem veriyordu. Büyük şehirler hariç çalışan kadınların sayısı bir elin parmakları kadar azdı. Kadınların çalışması “normal” sayılmıyordu. Aynı işi yapan kadınlar üçte bir daha az ücret alıyordu. Baba ocağından ayrılmak kızlar için çok zordu. Sadece evli çiftlere kiralık ev verilirdi. Kira sözleşmelerine evli olmayanlar için, arkadaşlarının saat 22.00’de evi terkedeceği şartı koyulurdu. Çünkü; Vaymar İmparatorluğu’ndan kalma yasalar gereği evli olmayan çiftlere sevişme olanağı sağlayanlar da beş yıla kadar hapis cezasına çarptırılabilirdi. Fransa’daki öğrenci yurtlarına karşı cinslerin giriş çıkış yapması yasaktı. Oysa gençlerin barınabilecekleri, kira için çalışmak zorunda kalmayacakları, aile oteritesinden uzak, dağınıklıklarını, pasaklılıklarını yaşayacakları ortamlara ihtiyaçları vardı. Gürültülü müzik dinleyecekleri, sevişebilecekleri, politik tartışmalar yapabilecekleri, kültürel etkinlikler düzenleyebilecekleri alanlar gerekiyordu. Böylesi ortamda yapılması gereken neydi? Tabiiki isyan ve işgal! Ve böyle başladı “kamulaştırma” eylemleri. Bir araya gelindi. 70’li yılların başında, bir gece ansızın sayıları 300’ü aşan müstaripler, ilk kez Frankfurt’un batı yakasında boşta duran büyük bir binayı işgal etti. Hem de ne işgal! Yaşayanların anlattıklarına göre sambadan halaya kadar onlarca insan, güle oynaya kalkıştı bu eyleme... Uzun süredir adeta in ve cinin top oynadığı binanın, ansızın onlarca konuğu olur. Duvarlar rengarenk boyanır. Alman makina düzeninin tersine yaşamanın estiği sokakta farklı kareler oluşturur. İşgalin gerekçelerini anlatan duvar yazıları, siyah ve kızıl bayraklar dış cepheyi kaplar. Sokaklarda dans edenler, oynayan çoçuklar ve gürültüleri bangır bangır müzik sesleri... İşgal, kamuoyuna bir bomba gibi düşer adeta... Farklı bir dünyanın mümkün olabileceği görünür. Her kesimden insanın girip çıkabileceği, buluşabileceği, sohbet edebileceği, konaklayabileceği, müziğin sonuna kadar açılmasından kimsenin rahatsız olmadığı ortam yaratılır. Böylece hem barınma sorunu politik olarak ülke gündemine girmeye başlamış hem de sistemin çarpık bir yönü daha vurgulanmıştır. Frankfurt’tan saçılan ışık çok kısa sürede Türkiye hariç tüm Avrupa’yı kapsar. Hollanda, Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya, İsviçre, Avusturya, Belçika’da bir anda onlarca bina işgali yaşanır. Berlin’in Friedrichshain ve Kreuzberg ilçesinin Mainzber caddesi, Hamburg’un Rote Flora’sı, Barselona’da Kasa de la Muntanya, İngiltere’de Roseberry Avunue ve Centro İberico’ya işgalleri, İtalya’da özellikle Milano’da daha sonra onlarca sosyal merkez (CSAO) bina işgalleri sürecinde militan direnişler gerçekleştirilir. Bina işgalleri arasında Viyana’daki bir süreç çok ilginçtir. İkinci Dünya Savaşı Savaş sonrası Viyana dört bölgeye ayrılır. İkinci ve onuncu bölgeler Sovyet birliklerinin elindedir. Öyle ki savaş döneminde bir işçi semti olan onuncu bölgenin Favoriten caddesindeki yaklaşık 3 bin metrekarelik “işçi merkezi” binası, 1919’dan beri anti faşist savaşta partizanların sokak çatışmalarının üssü görevini de görmüştür. Avusturya’nın bağımsızlığının kazanmasından çok kısa bir süre önce bu bina, Avusturya Komünist Partisi’ne (KPÖ) tapulanır. Ancak daha sonra KPÖ mali krizi öne sürerek binayı, ülkenin tanınmış faşistininde yer aldığı bir güvenlik şirketine satmaya kalkar... Adeta “paranın dini, imanı yoktur” deyişimiz, bir kez daha somutlaşır... Oysa ne diyordu EZLN’nin başkomutanı Marcos bir konuşmasında : “Unutulan ve unutturulan tarih, şimdinin ve yarınki karanlığının göstergesidir.” Ayaklanıverir bu al gülüm ver gülüm satışa karşı çıkanlar... 1990 yılının Mayıs ayında 800 kişilik gönüllü ordusu, binayı işgal ederler. İlk iş olarak binaya, 50’li yıllarda bir anti faşist mitingde faşistler tarafından öldürülen partizan ErnstKirchweger‘in adı verilir. İşgal binası, EKH olarak anılmaya başlanır. EKH, diğer işgal bina eylemlerinde olduğu gibi gençlerin barınma sorunlarına bir soluk getirirken hem de kültürel, sanatsal ve politik eylemlerin merkezi durumuna gelir. Ancak bu durumdan rahatsız olanlar arasında bazı KPÖ yöneticileri de vardır mahalle sakinleri gibi... Düzeni yıkmak isteyen parti, tutar mahkemeden “mülklerinin işgalcilerden arındırılması” kararını çıkartır... Panzerler dayanır kapıya. Duvarlarında sokak savaşından kalma kurşun ve şarapnel izleri bulunan ve pencereleri çelik pancurlarla kaplı binaya onlarca kasklı polis saldırır. Kapitalist devlet, KPÖ’nün “mülkünü” komünistlerden, anarşistlerden, evsiz barksızlardan, sanatçılardan kurtarmak, “tahliye” kararını uygulamak zorundadır. Ancak başaramaz. İşgalciler direnir. Karşılıklı inatlaşma günlerce sürerken, dayanışma ve tepkiler de çığ gibi büyür... En büyük destek aydınlardan gelir. İşgalcilerle dayanışma sonuç verir. Avrupa’nın en zengin, ancak yıllardır en az oy alabilen Komünist Partisi (yüzde O.95) 2000’li yılların başında Viyana Belediyesi’ne binayı kiralamak zorunda kalır. Böylece hem yargı hem de polisler büyük bir sorundan kurtulmuş olur... 20 yıla yaklaşan bir mücadele sonucu karşı seslerin ve alternatif yaşamın merkezi durumundaki EKH işgal binası bugün de işlevini sürdürüyor iyi ki... METE KIZIK 7. Paket Ekonomik kriz teğet geçmedi. Yaşattığı yıkımı görmemek riyâkarlık. İşşizlik ve yoksulluk artıyor. Hükümet politikaları önlem paketleri ile halkın değil, sermayenin sorunlarını çözmenin derdinde. 7. Paket inisiyatifi de buna karşı kendi eylem planını açıklıyor. “Ekonomik kriz hayatımızı yıkıma uğratıyor. İşsizlik ve yoksulluk her geçen gün artıyor, umutlar hızla ALİ DENİZ tükeniyor. Yüz binlerce insan USLU işten çıkarılıyor, işsiz kalma korkusuyla yaşıyor ve en temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyor. Hükümet, krize karşı ‘Önlem Paketleri’ ile büyük şirketlerin krizini çözmeyi hedefliyor. Şimdi de muhtemelen IMF’nin isteklerini temel alan 6. Paketin hazırlığında. Hükümet diğer yandan buzdolabı, nohut, pirinç dağıtmaktan başka bir iş yapmıyor. Bunun adına da “sosyal devlet” diyor. Ya krizin asıl mağdurları? Oysa ki, çalışanları, yoksulları, işsizleri, ev kadınlarını yani toplumun büyük çoğunluğunu krizin yıkımından koruyacak acil bir 7. Pakete ihtiyaç var”. 7. Paket inisiyatifi bildirisine böyle başlıyor ve işte bu yüzden ilk adımı onlar atıyor ve 7. Paketi açıklıyor. Onlar kim mi? Herkes gibi krizden etkilenen, işsiz, esnaf, çiftçi, işçi, öğrenci, ev kadını, kamu çalışanı bir grup insan. Bu çağrıyı da bizim gibi krizden “illallah” diyen vatandaşlara yapıyorlar. 7. Paket’in talepleri neler mi? Onlar da sırasıyla şöyle; 1Temel gıda maddelerinden ve ilaçtan KDV’nin kaldırılmasını ve bunlara 1 yıl boyunca zam yapılmaması. Konutlarda elektrik, su, doğalgaz, telefon, internet faturalarına uygulanan tüm vergiler, sabit ücretler ve fon kesintilerinin kaldırılması. 2 Kişilere ait kredi kartı borç faizlerinin silinmesi, kalan borçların 2 yıllık ödeme planıyla takside bağlanması. 3 Asgari ücretin iki katına çıkartılması, vergiden muaf tutulması. 4 İşten çıkartmaların yasaklanması, çalışma sürelerinin ücret kaybına yol açmaksızın kısaltılması. 5 Bütün işsizlere “işsizlik kartı” verilmesi, bu kart sahiplerine elektrik, su, doğalgaz, telefon, internet faturalarında yüzde 50 indirim yapılması ve toplu ulaşımın ücretsiz olması. İşsizlik ödeneğinin arttırılması ve kapsamının genişletilmesi. 6 Yoksulluk sınırı altında yaşayan konut kiracılarına nakdi kira desteğinin sağlanması. Kentsel Emine dönüşüm Arslan uygulamalarının durdurulması. 7 En düşük gelire sahip kesimlerden başlayarak “vatandaşlık geliri” uygulamasına bir an önce geçilmesi. İnisiyatif üyeleri, taleplerinin acilen yasalaşmasını, gerekli ekonomik, yasal ve idari tedbirlerin zaman kaybedilmeden alınmasını, hükümet ve yerel yönetimlerden istiyorlar. Yöneticilerin ipe un seren, bahaneler üreten ya da görmezden gelen tavırlarını da kabul etmemeye kararlılar. Hükümeti ve yerel yönetimleri, çalışanların, yoksulların, ev kadınlarının ve işsizlerin sesine kulak vermeye çağırıyorlar. 7. Paket eylemlerini Taksim Meydanı’nda sürdürüyor. Bir parça vicdan bu işe bulaşmaya yeter 7. Paket’in akvitistlerinden biri de sanatçı Gülçin Santırcıoğlu. Bu onun harekete ilk katılışı da değil. Daha önce kot kumlama işçilerini destekleyen eylemlerde de bulunmuş. 7. Paket onun tanımlamasıyla hareket kabiliyeti yüksek ve iradeli bir yurttaş insifiyati. Görünür ve ünlü biri olmasının avantajını bu etkinliğin yararına kullanıyor. Evet, çünkü bu önemli. Zira desteğin yolu olmasa da ilginin yolu buradan geçiyor. Santırcıoğlu “Bu hareket hiçbir siyası partiye ve ideolojiye bağlı kalmadan, sadece yurttaştan yurttaşa krizin etkilerine ve krizin ördüğü yalanlara bir karşı duruş” diyor, “Kriz bahane edilerek insanlar harcanıyor, yalanlarla insanlar tüketiliyor. Elbette krizinden zengin olanlar da cabası”. Onu en çok Emine Arslan’ın direnişi etkilemiş. Tehditler, yıldırma politikaları bu ülkenin gerçeği derken, krizin değil teğet, delen geçen etkisini görmemenin riyakarlık olduğu görüşünde. 7. Paket ile de örtülmeye çalışılan bu gerçeği daha görünür kılmaya çalıştıklarını anlatıyor. İnsanların krizi ceplerine dokunduğu zaman hissettiğini ve bu yüzden de kendilerini koruyanların, mağdurların halinden hiç anlamadığını söylüyor. Bu hareket bir atımlık barut değil. Devamı gelecek. Bu yüzden de 7. Paket internet sitesi üzerinden imza toplamaya devam ediyor. Şu anda 6 bin civarında olan imza sayısı 7 bin 777’ye ulaşınca, hükümete gönderilecek. (Bu yazı birkaç gün önce yazıldığı için belki bugün ulaşılmıştır bile.) Zaten devletten talep edilenler insani istekler. Bu hareket yedi kişiyle başladı, büyüyor. Santırcıoğlu, “Ben hem katılımcı, hem aktivist hem de mağdurum. Tanınan biri olmamın da bu işe fayda sağladığı için memnunum” diyor, “Bir parça vicdan bile bu işe bulaşmaya yeter. Benim gelecek için derdim ise kadınlarla ilgili sosyal sorumluluk projelerinde bulunmak”. Santırcıoğlu, 7. Paket aktivistlerinin harcadıkları yoğun emeğin yanında kendisinin yaptıklarının lafı bile olmayacağını, yalnızca “Evet, biz buradayız ve sözümüzü söylemekten” sakınmıyoruzun mesajını verebilmek adına görüş verdiğini yineliyor. Bu hareketin tüm yurttaşlara emanet olduğunu hatırlatıyor. Bize de en azından http://www.yedincipaket.com/ adresine gidip üstümüzdeki ölü toprağını silkmek kalıyor. Gülçin Santırcıoğlu İstanbul’un taşı toprağı şiir Adına şiirler yazılmış, şairlere ilham kaynağı olmuş İstanbul, 1216 Mayıs tarihleri arasında dünyanın pek çok ülkesinden gelen şairleri ağırlayacak. Bu yıl ikincisi ESRA yapılacak Uluslararası İstanbul Şiir beş gün boyunca AÇIKGÖZ Festivali kitapevlerinden köşklerine, tarihi mekânlardan tiyatro ve konser salonlarına, tüm şehir, şiirin derinliğine çağırılacak. Bu seneki ana teması Çağdaş Romanya Şiiri olan festivale 17 ülkeden 40 sanatçı katılacak. Adela Greceanu, Anjelina Polonskaya, Astrid Lampe, Breyten Breytenbach, Doina Ioanid, Emilio Coco, Fadhil alAzzawi, Francisco Brines, Gabriel Chifu, Haeng Sook Kim, Joachim Sartorius, Leopoldo Castilla, Ali Günvar, Ataol Behramoğlu, Gülten Akın, İbrahim Tenekeci, Veysel Çolak, Egemen Berköz… Festival’de şiir okumalarının dışında, Kadir Has ve Kültür Üniversitelerinde Şiir Akademileri, Bülent Ortaçgil, Serkan Çağrı&Rumeli Band ve Kardeş Türküler konserleri ile Şiir Hatları Vapuru gezisi de yer alacak. Festivalin bir de sürprizi var; yıllar sonra büyük usta Müşfik Kenter “Bir Garip Orhan Veli” ile sahnede olacak. Uluslararası İstanbul Şiir Festivali’ne katılmak sizin için ne ifade ediyor? Dünyanın farklı yerlerinden gelen şairlerle karşılaşmak ve farklı özgeçmişleri olan insanlarla konuşmak oldukça güzel. Yine de bu festivalin benim için ayrı bir anlamı var. Bu, benim Türkiye halkıyla ilk karşılaşmam. Şiirlerimi İstanbul gibi bir şehirde okumak benim için çok önemli bir olay çünkü burada şiirlerimi normal dinleyiciler önünde değil, şairlerin önünde okuyacağım. İstanbul’da herkesin şair olduğunu, en azından herkesin kendini şair addettiğini biliyorum. Bu elbette, bir şiir okumasına ayrı lezzet ve zevk katıyor. Bu buluşma sizce nasıl olacak? Şiirlerimin bazılarını Türk dinleyicileri önünde okumak benim için pek çok anlamı kapsıyor, kendi içimde geriye doğru yolculuk etmek gibi. Kuzey Irak’taki bir şehirde, Kerkük’te doğdum ve büyüdüm. Burada pek çok insan, Arapça’nın yanı sıra yerli aksanıyla Türkçe konuşuyordu. Sonra, Arapça şiirler yazmaya başladığımda Türk şiiri, benim temel ilham kaynaklarımdan biri oldu. DİLDEN FAZLASI Neden? Türk folklorunun büyüsünün ve zenginliğinin farkındaydım. Aşıkların ve sarhoşların yaktığı türküleri, yolcuların, sultanların, aşıkların, hırsızların hikayelerini biliyordum. Bu yoğun güzellik beni esir almıştı. Ayrıca okuduğum pek çok büyük Türk şairi de duygularını basitçe ifade edişleriyle, ama aynı zamanda da her bir kelime ve cümledeki hassasiyetleriyle beni büyülemişti. Orhan Veli, Nazım Hikmet ve Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi şairlerin yanı sıra Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Elif Şafak, Aziz Nesin ve pek çok yazarı da okumuştum. Bu nedenle benim halkım olduğunu düşündüğüm insanların önünde şiirlerimi okumak benim için büyük bir mutluluk olacak. Şiirlerim Arapça yazılmış olsa da onların içinde Türkçe bir şeyler de var. İstanbul ve şiir diye sorsak? İstanbul hakkında bir şey söylemek zor çünkü bu şehre karşı hissettiklerinizi ve sevginizi ifade etmek için dilden daha fazlasına ihtiyaç var. Aslında İstanbul bir şehirden daha fazlası. Şiirlerimi bu şehrin tarihi yerlerinde okumak benim için rüya gibi. Tarihin, modernliğe girmeniz için size kapılarını açtığı yer. Tüm dünyada, geçmişin haşmetini bugünün canlılığıyla birleştiren başka bir şehir yok; tüm zamanların paha biçilemez incisi. www.istanbulsiirfestivali.org TÜRK HALKIYLA KARŞILAŞMA Koordinatörlerden Adnan Özer’e göre bu festival bir gereklilik. Temasının Çağdaş Romanya Şiiri olmasına gelince… Özer, Romanya’nın Balkan ülkeleri arasında şiiri hakkında en az fikir sahibi olunan ülke olduğunu söylüyor. Üstelik Türk edebiyatı ile ilgili çeviri faaliyetlerinin Romanya’da artması da bunda etkili olmuş. Festival ve dolayısıyla da şiir her yıl istanbul’a biraz daha yayılıyor. Peki festival ve İstanbul dünya şairleri için ne ifade ediyor. Yanıtı festivale Irak’tan katılan Fadhil AlAzzawi’den. metekizik@cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B