18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 2 MAYIS 2009 CUMARTESİ Kitabın Biri GÜRAY ÖZ Aydınlık gerçeğin peşinden gelir... Eski bir yazardan, eski bir devrimciden söz edeceğim size bugün. Önce şiirler yazıyor, ilk gençliğinde. Hep öyledir ilk gençliğimizde yazdığımız şiirler sonra gerçek şiirlere dönüşünce şairliği hak ederiz. Bin bir türü var şiirin. Henri Barbusse ilk gençlik yıllarının şiirini sonra düzyazının engin şiiriyle değiştiriyor. 1. Dünya savaşına er olarak katılıyor. Savaş ona göre değildir. Bu birinci paylaşım savaşı ise her şeyi insanlarla paylaşmak isteyen Barbusse’e tamamen yabancı bir şeydir. Atılıyor ordudan. Bu yılların şiirsel dökümü Ateş adlı unutulmaz romanıdır. Fransa’nın bütün toplumcu yazarları Ateş’in yani Henri Barbusse’ün çevresinde toplanıyorlar. O yıllar pek çok insan durumlarının sınavlardan geçtiği yıllardır. Barbusse şiirini sürdürüyor. Fransız Komünist Partisi’ne giriyor. Sovyet devrimini heyecanla izliyor. Sonra umutların gerçekleştiği ülkeye Sovyetler Birliği’ne göç ediyor. Batının kindar ve kendini beğenmiş, ama asıl önemlisi sinsi bir antikomünizmle ruhu kirlenmiş edebiyat dünyası Henri Barbusse’ü unutuveriyor. Onun yeniden keşfedilmesi, görmediği, ama yaklaştığını sezdiği, çünkü 1935’te Moskova’da öldü, ikinci paylaşım savaşından sonradır. 2. Dünya savaşı, savaşın korkunçluğunu faşizmin nazizmin dehşetini acı ve sert bir şekilde hatırlattığı, en azından bir süre sosyalizm bir öcü olmaktan çıkartıldığı için Barbusse’nin kitapları yeniden Batı’yla buluşuyor. Yanılmıyorsam, Ateş ve Aydınlık 70’li yıllarda Türkçe’ye çevrilmişti. Aydınlık, Yordam yayınlarından 2007’de yeniden yayınlandı. Yine Erdoğan Tokatlı’nın çevirisi. Galiba ilki de onundu. Ne güzel bir romandır. ??? Aydınlık aslında değişimin romanıdır. Ama Kafka’nın bir gecede böceğe dönüşen Gregor Samsa’sının değişimi gibi değil. Karanlıktan, bencillikten, kibirden, kendini aldatmaktan yücelişe, barışa, kardeşliğe doğru bir değişim. Ama insanın bencil dünyası bütün sahte ışıklara rağmen aldatıcı ve sıkıcıdır. Daha romanın ilk cümlesinde karşılar sizi bu sıkıntı. “Haftanın bütün günleri birbirinden farksız, hepsi birbirine benziyor.” Fabrika’da memur mösyö Paulin iş çıkışını anlatıyor. İşçilerle ustabaşılar arasındaki farka o incecik sınıf farkına sığınarak var ediyor dünyasını. Yine de mösyö Paulin dünyaya açık birisidir ve sonra aşk geliyor. Aşkın adı, Marie’dir. Ey okuyucu size romanı özetlememi bekliyorsanız yanılıyorsunuz. Şu kadarını söyleyeyim ki, değişimin şiirini bu romanda isterseniz yakalayabilirsiniz. Romanın bir insan hayatının sıradan olağan işlerini sırasıyla anlattığı kanısı da sizi yanıltmasın, aşk, evlilik, bizim mösyö Paulin’in Marie’yi üzmeden başka kadınlarla gününü gün etmesi ve gittikçe artan sıkıntısının ayrıntılarını da anlatmayacağım size. Mösyö Paulin şehirde patlak veren işçi ayaklanmasından fena halde tedirgin olmuştur. O yıllar kitaplarından okuyanlar bilirler, Avrupa’da devrimci dalganın kabardığı yıllardır ve zaten savaş da bu kabarışın isyanın korkusunu taşır. Sonra savaş ve seferberlik gelecektir. Acı gerçek mösyö Paulin’in kapısını da çalacaktır. Fransa ayağa kalkmıştır. Küçücük bir paragraf ister misiniz? Bugün de işe yarar bir paragraf demek istiyorum. “Ertesi gün ve daha sonraki günler, gazeteler kapış kapış satıldı. Ve isimlerindeki değişikliğe rağmen, birbirine müthiş benzeyen bu gazetelerden, Fransa’nın coşkun bir silkinme içinde olduğunu okuduk biz de, o küçücük kalabalığımızla bir anda aynı elektrikli havaya kaptırdık kendimizi. Artık biz de heyecanlı ve kararlıydık. Gözlerimiz ışıl ışıl yanarak bakıyorduk birbirimize ve ilk defa böylesine büyük bir heyecanı birbirimize çok görmüyorduk. Ben bile ‘hele şükür’ dedim Milliyetçilik duygusu bir anda sarmıştı hepimizi, gene suyun yüzündeydi.” Savaşta yalnız savaş yoktur. Gölgeler de vardır. Ne için savaşıldığı bazen alaca karanlıkta kendini arada bir gösteren gerçeklerin içinden geçerken gözünüze çarpıverir. Belli belirsiz. En çok, belki de romanın en şiirsel bölümleridir bunlar, ölümün anlatıldığı sayfalarda gösteriyor kendini. Savaş ve ölüm insana “neden?” diye sormayı öğretiyor besbelli. ??? Gerçek aslında ne kadar yalındır. Yalındır ama söylemek de ne kadar zordur ve nasıl da bazı zamanları bekler. Yeniden buluşmanın sırrı belki de gerçeğin söylenmesindedir. Haykırarak söyler Paulin. “Gerçek mi? Dinle öyleyse, ben neydim eskiden, olduğu gibi anlatacağım sana…” Bitireyim ben de bu uzun yazıyı artık. Ama en son değişimin vardığı noktayı da söyleyeyim de gerisini siz romanı okuyarak, Henri Barbusse’ü belki yeniden keşfederek getirirsiniz. “İç dünyamızı aydınlığa çıkarabilmek kutsal bir şeyin peşinden yürümeye bağlıysa eğer ve eğer hayatı herkese eşit ölçülerle paylaşmak gerekiyorsa, gerçeğin peşinden yürüyelim.” Alem kadın bu Yazgülü. Sürpriz yapmak için nedense yurtdışına çıkışlarımı kolluyor. Hiç boş bırakmaya MİYASE gelmiyor. Ne zaman olsam “Ne İLKNUR yurtdışında zaman dönüyorsun, hadi çabuk gel, sana bir sürprizim var” diye arar. Gerçekten de her seferinde bir sürprizle karşıma çıkar. Bu kez de aynısı oldu. Yurtdışında iken aradı ve “gelince ara bir sürprizim var” deyip kapattı. Gelince öğrendim. Bu kez ne özel ne de iş yaşamında bir değişiklikti sürprizi. İlk kitabının haberini verdi. Bunca yıllık dostluğumuza rağmen onun “kitapsız” olduğunu hiç aklıma getirmemişim. Yazgülü, ilk kitabının daha doğrusu romanının sevincini bir meyhanede dostları ile paylaşacaktı. Kitabın çıkmasını bekleyemedim, fotokopilerini isteyip okudum. İlginç bir konusu var. “Kiralık Adam” adını taşıyan romanda tutkulu, bir aşk, kadın ve erkek arasındaki ego savaşı, cinsellik sorunları olan bunalımlı kadınlar, başarılı bir iş kadını ve kadınlara özel gecelerde refakat etmesi için erkek kiralama hizmeti veren bir şirket ve onun parlak elemanlarından Uğur’un bazı geceler kiralandığı sahibesi Hayal ile aşkı. Uğur enteresan bir karakter. “Her eve lazım” dedikleri cinsten biri. Hem sevgili Hayal’in büyük aşkı hem de cinsel sorunları olan kadınlara terapist görevi yapan bir profesyonel. Bir kadın için oldukça cesur konulara el atmış Yazgülü. Günümüzün Evliya Çelebisi unvanını fazlasıyla hakkeden Yazgülü Aldoğan’ın bu kadar gezme arasında nasıl fırsat bulup yazmış hayret doğrusu. Kıtalararası uçak seyahatlerinde yazmış romanı. Bir süre bu romanın okuyucuya ulaşması ve tepkileri izleyecekmiş. Arkasından bir anı romanın sırada beklediğini söyledi. Moda olduğu üzere bu anı romanın kahramanı kendisi değil, annesi. Yazgülü Aldoğan’la ilk romanı üzerine söyleştik. Erkekler bu yoklukta kendilerini bir şey sanıyor KADINLAR YALNIZ Romanda kadın sorunu, kadının cinsellik sorunları, tutkulu bir aşk hatta batan bankalar nedeniyle Gazeteci işini kaybeden bir kahraman var ama siyaset hiç yok. yazar Yazgülü Evet romanımda siyasetin Aldoğan, ilk romanı günlük yansımaları bile Kiralık Adam’da tutkulu yok. Biraz siyasetten arındırılmış bir şey bu. bir aşk, kadın ve erkek Bir akşamüstü içkisi arasındaki ego savaşı, cinsellik gibi bir şey. Ama sorunları olan bunalımlı kadın siyaseti aslında kadınlar, başarılı bir iş kadını ve çok farklı bir şey değil. Bir kadın erkek kadınlara özel gecelerde refakat savaşı var. Sonuç etmesi için erkek kiralama hizmeti olarak o da bir veren bir şirket ve onun parlak siyaset. Egemenlik elemanlarından Uğur’un bazı kavgası var. Romanın adı da geceler kiralandığı sahibesi Hayal ilginç. ‘Kiralık ile aşkını anlatıyor. Cesur adam’ ismi ve böyle konulara el atan Aldoğan, bir konu nerden “Kadınlar cinselliği ve aşkı aklınıza geldi? Valla isim konusunda yazmaya çekiniyor. Çok çok zorlandım. Gazeteci büyük bir mahalle alışkanlığıyla kitabın baskısı ve otosansür ismini bir habere başlık atar gibi koyduğumu fark ettim. var” diyor. Onun dışına çıkmaya çalıştım. Bu kez çok soyut oluyor. Çok soyut olduğunda da bizim insanımız çok fazla takılmıyor. Çok edebi olmasındansa kitabı anlatmasını tercih ettim sonunda. Neyse o. Finale bakınca bu da Issız Kadın ismini alabirdi hani. İyiler çabuk seçiliyor kötüler mi Evet, çok yalnız kadınlar. Bu gerçeklerden çok kalıyor? kopuk bir roman değil aslında. Çok hayal var içinde Ya evet ortalıkta kötüler kalıyor. Eh erkekler ama çok da gerçek var. Çevremdeki kadınlar çok de bu yoklukta kendilerini bişey zannediyor. yalnız. Benim konuştuğum, benimle duygularını Romanda olay aslında kadınlara kiralık paylaşan okurlarım olsun, arkadaşlarım olsun partner sağlayan bir şirketin elemanları ile gördüğüm herkes çok yalnız. müşterileri arasında dönüyor. Eminim çok Bu yalnızlık biraz da güçlü kadınlara özgü bir kişi soracaktır size, bu sizin hayaliniz mi? durum mu acaba? Romanda da öyle bir hava Keşke olsa değil mi? O tamamen benim var. Erkekler güçlü kadınlardan korkar ve hayalim. Ama aynısı olmasa da benzerine uzaklaşır. Brezilya’da tanık oldum. Bu, aklımın bir Tabii o var, bir de arada çok fazla uçurum oluştu. kenarında kalmıştı. Zaten dans sahneleri de Kadınlar çok daha hızlı gelişti. Elbette şehirli oradan esinlenme. Bir Brezilya kadınlardan söz ediyorum. Kadınlar daha seyahatimizde kaldığımız otelin çok güzel bir yukarılarda, erkekler ne duygusal anlamda ne kişilik gece kulübü vardı. Orada bir grup kadın olarak gelişemedi. Onlar çok daha bencil, çok daha gördüm. Yanlarında da çok güzel dans eden çocuk çok daha sığ kaldılar. Dolayısıyla birbirlerini bulamıyorlar. Senkron tutmuyor. Doğru düzgün kadınların yanında onlara hiç da yakışmayan abuk subuk adamlar görüyorsun. O zaman da olmuyor. İyiler seçiliyor, geriye kötüler kalıyor genç iki adam vardı. Bu iki adam sırasıyla kadınlarla dans ettiler. Yapmak için bilmeyi gerektiren Latin danslarını icra ediyorlardı. Kadınlar dansı biliyor ama bu iki adam olağanüstü profesyonelce dansediyordu. Dikkatimi çektiği için sordum. Meğer o iki adam dans hocasıymış. Dans derslerinin dışında dans etmek isteyen kadınlar tarafından bedeli mukabilinde çıkarlar ve onlarla dansederlermiş. Bu çok hoşuma gitti. Dans için adam kiralanıyorsa eşe dosta hava atmak için de erkekler kiralanabilir diye mi düşündünüz? Zaten romanda erkeklerin kiralanma amacı refakat. Cinsellik yok. Türlü çeşitli şeyler için refakat. Kadınlar cinselliği yazmaya çekiniyor Romanda kadınların cinsel sorunları, cinsellikten kaynaklanan bunalımları çok fazla irdelenmiş. Bugüne kadar erkeklerin cinsel sorunları daha çok konu edilirdi. Kadınlar cinselliği yazmaya çekiniyor. Kadınlar aşkı bile yazmaya çekiniyor. Kadınların yazdığı aşk romanlarında dikkat edin cinsellik yok. Sanki aşk platonik yaşanıyormuş gibi. Ya da bizim televizyonlarda seyrettiğimiz Türk dizileri gibi. Öpüşürlerken ekran kararıyor, gerisi yokmuş gibi. Oysa aşkın içinde, yaşamın içinde cinsellik var. Hatta çok iyi cinsellik yaşadığın birine aşık oluyorsun, yoksa ikisi birbirine bağımlı olmadan ilişki çok zor gider. Bir kadınla bir erkeğin arasındaki aşk niye aşk. İki kadın da birbirine çok iyi duygular da besleyebilir. Bir kadınla bir erkeğin birbirlerine aşık olmasının altında yatan temel dürtülerden bir cinselliktir. Ama bunu yazamıyordu kadınlar. Çok büyük bir mahalle baskısı, çok büyük bir oto sansür var. Ha ben nasıl yazdım? Valla gözümü kapadım yazdım. Romanımın ilk hali ile yayınlanan hali arasında çok fark var. Yayımlanan hali çok daha masum. İlk hali Bukowski’nin romanlarının Türk versiyonu muydu? Biraz daha cesurdu, yayınevine yollamadan gözden geçirirken, ‘ben n’apıyorum’ deyip sansürledim. Nasıl bu kadar cesur yazmışım diye kendi kendime hayret ettim. Çünkü o romanın içine gömülüp de çalıştığın zaman, on saat onbeş saat, öyle akıp gidiyor. Her şeyi yazıveriyorsun. Sonra kapatıp da üstünden üç beş gün geçince yeniden okuduğunda ‘aaaa’ oluveriyorsun. Sonuçta ben de o kadar cesur değilmişim. Yoo bayağı cesurmuşsun.. Ama birbirinin de bunları yazması lazım. Bunlar yaşanmıyor değil ki, ayrıca çirkin de değil. Orda esas tartışılacak olan, benim bu kadınların cinsel sorunlarına getirdiğim sorun çözme biçimi. Bunun tartışmasının yapılacağına eminim. Ama onda da fevkalade rahatım, çünkü sonuç olarak bu bir bilimsel makale değil. Tamamen kurgu da değil. Bir bilim adamının bir sunumundan etkilenerek belki biraz süslenmiş, ete kemiğe büründürülmüş bir tedavi yöntemi var. Niye böyle acı bir final? Türk insanı acı final seviyor. İkincisi de, öteki türlü sonu olmazdı. Ayrılık falan olmazdı. Kitabın bir adını da ‘Seni terk edecek kadar çok seviyorum’ olarak düşünmüştüm. Kadın o kadar çok seviyordu ki o adamı, ondan en top zamanda ayrılmayı düşünüyordu. Çünkü daha sonra inişe geçeceğini biliyordu. O, inişe geçmeyi taşıyamayacağını düşünüyordu. Yediremeyecekti kendine. Onun için en mutlu olduğu dönemde çekip gitmek istedi. Çekip gitmek fiziken var olduğu sürece katlanılması çok zor bir acı. O tamamen çekip gitmeyi arzu etti. Her şeyin en topunda çekip gitti. Müthiş cesur bir çekip gidiş o. C MY B C MY B ? Ragıp 1973’te çevirmiş, ama yayınlanması 1981’i beklemiş. Kitabı bana 1997’de imzalayıp vermiş Ragıp Zarakolu. Yeniden bulunca ne kadar sevindiğimi anlatamam. Çocukluğumdan; İzak Babel, Belge yayınlarından çıkmış. ? Yasemin Mürekkebiyle: Esra Yalazan yazmış. Büyük bir sevinçle ve tad alarak okudum. Helikopter yayınlarından çıktı. Ötekiler
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle