23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 25 NİSAN 2009 CUMARTESİ Kitabın Biri GÜRAY ÖZ Zaman geçer karanlığa gömülür ülke Uzza, Manat, Lat’tan kurmuşsan romanının kahramanlarını, bir de kitabın adını “Allahın Kızları” (Doğan Kitap) koymuşsan, hiç kuşkusuz başına bazı şeyler gelecektir sevgili kardeşim Nedim Gürsel. Cemaat kültürünün gittikçe yaygınlaştığı ve artık hakimiyet derecelerine tırmandığı zamanlarda değil miyiz? Bak kurtuluşu emir komuta zinciriyle cemaatin uzlaşmasında arayan bilgili ve kültürlü kardeşlerimiz de artık teslim bayrağını çektiler, çekiyorlar. Bu arada sen, her şeyi, ama her şeyi derinliklerine kadar büyük bir kültürel dünya mirasının süzgecinden geçirip üretmeye cesaret etmekten suçlu değil misin? Senin o güzel romanını sunduğun toplumdaki değişimi bilmiyorum sen Paris’ten izleyebiliyor musun? Söylediklerinden izlediğini anlıyor da seviniyorum. Seviniyorum, çünkü burada artık yalnızlığın koyu gölgelerle süslü odalarına çekilmek üzereyiz. Sevgili kardeşim Nedim, cemaat kültürünün yaygınlaşması demek kuşkusuz senin de bildiğin gibi kültür kırıntılarının en aza inmesi ve olanın da çarpıtılması demektir. Sen bakma Türkiye’de demokrasinin geliştiği, artık yazarların yargılanmadığı, yargılanmayacağı boş sözlerine. Siyaset sahnesine egemen bakış, egemen pratik 1 Mayıs’ı tatil ilan etmek, ama Taksim’i kapatmak, demokrasiden söz etmek, ama tek adamlığa, otokratlığa özenmek, yazarları ağırlamak ama ölçüyü yeniden çizmektir. Nâzım Hikmet’e vatandaşlık verince bu ülkenin siyasetinin bir utancını kaldırdıklarının değil, bir ihsanda bulunduklarının propagandasını yaparlar daha çok. Onu komünistlikten arındırarak sunmaktır niyetleri. Olacak iş değil ya, neyse… Senin romanına neden kızdıklarını anlamakta zorlanıyorsun besbelli. Sen romanında inancı efsanelerin içinde anlatmadın mı? Anlattın. Onu şiirin güzel diliyle zamanların içinden geçirerek masallaştırmadın mı? Tam da öyle yaptın. Oysa cemaat artık o devri kapattı Nedim. Onlar masalla, inancın efsaneleriyle uğraşmıyorlar, siyasetin her şeye hükmeden gücüyle ilgilidirler. Sense inancı saflaştırıyor, zamanın içinde uzun bir yolculuğa çıkartıyorsun. Günümüzün cemaat hedeflerine ne kadar da aykırısın. Ne diyorlar; şimdi moda, “zeitgeist” diyorlar, artık başka türlü hüküm veriyormuş, başka türlüymüş zamanımızın ruhu. Sevgili Nedim. Sen hayatın içinde, hayatın ta kendisi olarak yaşamayı kendine ilke edinmiş, uzakları yakınları iç içe geçirmiş bir tuhaf sürgünsün. Dünyanın her yerini kendi evin bellerken, daha da çok yolları, sofraları, kadınları kendi içinde meczederek romanlarda, hikayelerde anlatılarda bize sunarken fark etmişsin yolu. Sen diyorsun ki, “Anadolu’yu karış karış dolaşıp tekkelerle, dervişlerle, onların menkıbeleriyle yatıp kalkmaya başladığında, bir yol arayışına girecektin. Doğru yolu bulmak değildi amacın, belli bir yola girmek de değildi. Yoldan çıkmak, kendini hayat yolunun ortasında karanlık bir ormanda bulmak istemiyordun o kadar.” Yol nedir? Şairin yolu, yoldan çıkmak, yoldan çıkarmaktır. Senin de yaptığın bu değil mi? Yoldan çıkacağız, yeni bir yol yapacağız. Şimdi ise yenilgi zamanlarıdır. Ve böyle zamanlarda yazmanın, her şeye rağmen yazmanın değerine paha biçilemez. Karanlık bir ormanın içindeyiz hepimiz. Gözlerimiz hep, olup bitenlerde bir hata, bir yanlışlık, bir aymazlık ararken, içimizde olup bitene isyan taşıp coşarken, şiire, şarkıya, kelimeye, heceye de o isyan yansımasın hiç olur mu? Yansıyor ve bizi de işte bu nedenle sevmiyorlar. Arada bir “hoş görseler” de, ne çirkin bir laftır şu “hoş görmek”, çizmeden yukarı çıktığını sezdikleri gün, hoş görmeyiveriyorlar. Tarikat yol demektir ve yoldan çıkanı, çıkma eğilimi göstereni, eleştireni sevmez cemaat. Sen de yoldan çıkmışsın işte. Eski zamanlarda yani cemaatlerin henüz başlarını kaldırmadıkları, kendilerini siyaseten güçlü hissetmedikleri zamanlarda kitaplarımıza, düzeni eleştiriyor muyuz, diye bakarlardı yalnızca. Komünistlik yapıyor mu, solculuk yapıyor mu diye araştırır, kelimelerimize pertavsızı böyle tutarlardı. Sıkıyönetim mahkemelerinde lügat parçalarken, bizi kendi kelimelerimizden aparttıkları, ama hiç anlamadıkları cümlelerle suçlamaya çalışırlardı. Şimdi buna artık cemaatlerin egemenlikleri, daha iyisi hakimiyetleri mi demeliyim, arttığı için başka ve daha derin bir sansür eklenmiş durumdadır. Yani sen derinleştikçe, düzene eleştirinin yanına topulumu eleştiriyi anlayışları kavrayışları ekledikçe işte yoldan çıkmış, yoldan çıkarmış oluyorsun, tehlikelisin sen. ??? Sevgili kardeşim Nedim’e sözlerimi burada bitirdim de ey okuyucu, sana dönüyorum. Daha okumadınsa “Allahın Kızları”nı bir an önce al da oku. Sonra belki okuyamayabilirsin. “Yok artık bu devirde de olur mu!” deme. Olur. Biz biliyoruz pek çok kitabın Seka’da hamur edildiğini, biz biliyoruz, pek çok filmin, kitabın arşivlerden silindiğini. O günler hafızamızda duruyor hala.. Sonra daha da önemlisi kitap basılabilir, vitrinlerin karanlık köşelerinde gizlenebilir ama, daha gelmedi, öyle zamanlara doğru gidiyoruz ki, eline alıp dolaşamaz, otobüse binemez olursun. Bir başka kitabın örneğin Battal Gazi kitabının kapağına ya da bir tarikat gazetesinin zarflığına ihtiyaç duyabilirsin. Bir an önce evine koşup sevgili yazarının kitabını okurken, tedirgin bir geceden sonra sabahı ne bileceksin? Ey okuyucu. Oku vakit varken. AKP’nin “sanatı yaygınlaştırıyoruz” söylemiyle yaşama geçirdiği yozlaştırma, tiyatrolarda da kendini gösteriyor. AKM’nin kapanmasıyla bu süreç daha da belirginleşti. İdari bina bir iş hanında, peruk ve dekor atölyeleri denizcilik işletmelerinin antrepolarında. Sanat emekçileri ise Beykoz, Kartal, Üsküdar arasında mekik dokuyor. Bir nevi kent içi sürgün hareketi olarak adlandırılabilecek bu durum tiyatro izleyicisini de etkiliyor. Oyun başladıktan sonra salona girmek isteyen mi ararsınız, tiyatro salonuna çerez ve kebap sokmak isteyen mi... Çıtır çerezli, kebaplı tiyatro dönemi AKP hükümeti “sanatı yaygınlaştırıyoruz” diyerek tüm alanlarda yozlaşma ve ticarileşmenin önünü açan adımlar atıyor. AKM’nin kapatılması sonrası ortaya çıkan durum, hem sanatseverler, hem de sanatçılar açısından içler GAMZE acısı. AKM çalışanları bu ikiyüzlülüğün “kulisine” ERBİL dikkatlerimizi çekiyor. Atatürk Kültür Merkezi (AKM) yaklaşık bir yıla yakın süredir “tadilat” gerekçesiyle kapalı. AKM çalışanları da aylardır faaliyetlerini zorlu koşullar altında yürütmeye çalışıyor. Kültür ve Sanat Emekçileri Sendikası (Kültür Sanat Sen) üyesi/yöneticisi AKM çalışanları ile mevcut çalışma koşulları ve karşılaştıkları güçlükleri konuştuk. Öncelikle operabale ve tiyatronun “kıtalar üstü” hale gelmesi sorunu var. İdari bina Taksim Gezi parkı karşısındaki bir işhanında. Tiyatronun oyunları Beykoz, Kartal, Üsküdar’ın yanı sıra kira karşılığı kullanılan Cevahir ve Kenter Tiyatrosu’nda sergilenirken, “sahne arkası” Karaköy’de konuşlandırılmış. Şaka değil, AKM’deki atölyeler (marangozhane, demirhane, terzihane, boyahane, kundura atölyesi, makyajperuka atölyesi) ve ambarlar (kostümlerin, dekor ve aksesuarların korunduğu depolar) Karaköy’de Denizcilik İşletmeleri’nin antrepolarında koruma altına alınmış ve atölyelerin çalışma alanları da burası olmuş. Binici Opera ve balenin durumunu yine yönetim kurulu üyesi Tarık Çakar’dan dinliyoruz. İdari binası Taksim’de The Marmara’nın yan sokağında bir kiralık mekanda. Bale, koro ve solistler Üsküdar’daki eski Tekel binasında prova yapıyorlar. Orkestra provalarını Süreyya Operası’nda yapıyor. Kadıköy’deki Süreyya Operası aynı zamanda oyunların sergilendiği bina. AKM’nin yerini almış olan Süreyya Operası’nın 500 kişilik bir kapasitesi var ve her zaman bir ay sonraya bilet bulabiliyorsunuz. Repertuvarda yer alan Carmen, Aida gibi büyük oyunları sergileyemiyorlar. Çakar, “Hem seyirci hem biz mahrum kalıyoruz” diyor. Opera ve balenin depoları ise Hasköy’de. “İki binamız Asya’da, ikisi Avrupa’da. Kıtalar üstü konumdayız” diyor Tarık Çakar. TASFİYE FİKRİ “Sıtmayı gösterip ölüme razı etmek”... Durumlarını en iyi bu sözün özetlediğini düşünen sendika yönetim kurulundan Savaş Aykılıç, çalışma koşullarının ağırlaşmasına bir örnek veriyor: Teknik ekip, ikili bir görev üstleniyor. Hem üretim yapıyor, yani kostümleri dikiyor, ayakkabıları imal ediyorlar. İnsanlar da bu durumda gönüllü oluyor tabii. Çünkü emekli maaşından daha düşük parayla çalışıyorsunuz. Hiçbir devlet kurumunda böyle birşey yok.” Bu noktada AKM’nin yıkılması planı kadar vahim başka bir olasılık üzerinde duruyoruz. Çalışanlarının tasfiyesi ve kurumun yeniden yapılandırılması. Kıtalar üstü sanat hizmetlerinin ağır yorgunluk yarattığı çalışanlar, günün birinde “biz bu işi yapamıyoruz artık” deme noktasına geldiklerinde bunun beklenmedik bir şey olduğunu söylemek güç olacak. Çünkü gerçekten bugünkü tablo bunu zorluyor. Sevda Binici, AKM’nin Avrupa Kültür Başkenti kapsamına alınmasıyla birlikte yeni bir yönetim arayışının da işaretlerinin verildiğini söylüyor. “Ajans tipi bir yönetim”den bahsedildiğini, bunun sanattan da rant sağlamayı gözeten bir anlayışı işaret ettiğini belirtiyor. “Önemli olan yönetimin değiştirilmesi ve buraların festival ya da özel kuruluşların etkinliklerine açılması. Troya gibi ticari etkinlikler. İşte o zaman elit sözü anlam kazanacak. Bugün 6 lira ödeyen insan o gün 600 lira ödeyebilir mi?” PARA VERDİM... AYIP OLMASIN Kültür Sanat Sen İstanbul Şube Başkanı Sevda Binici, AKM’nin kapatılmasıyla ortaya çıkan yeni bir masraf kapısına dikkat çekiyor: Kiralar. “Kenter Tiyatrosu’na aylık 25 bin, Cevahir’deki yerlere 45 artı 29 bin, Karaköy’deki antrepoya 10 bin TL ödeniyor. İdari binaya da kapatılma sonrası iki kat daha eklendi bunu da 10 bin diye düşünelim. Yalnızca tiyatro için ve yalnızca kira masrafları bu kadar artmış oldu.” Böyle bir çerçevede sanatın yaygınlaşmasından bahsedilmesine bozuluyor AKM çalışanları. Ya yozlaştırılmış bir sanat tüketimi anlayışı söz konusu, ya da politikacıların gösterilerine konu olan bir sanatsal destek. “Bakana ayıp olmasın diye biz ayda bir kez Kartal’a oyun götürüyoruz. Dekorumuzla, kostümümüzle, sırf burası işliyor görünsün diye” diyor Sevda Hanım. AKM’nin “elit bir izleyiciye” hizmet verdiği iddialarını tümüyle gülünç buluyorlar. “6 liralık bir biletle yapılan gösterilerin her tarafı elit olsa ne olur?” Bu konuda yapılmış araştırmalar olduğunu hatırlatıyorlar. “Evet, eğitim düzeyi yüksekti AKM izleyicisinin, ama bu sanatın yaygınlaştırılmasının önünde bir engel olarak görülemez ki”... Cevahir’de bir tiyatro sahnesinin açılması başlangıçta tepkiyle karşılanmış AKM çalışanları arasında. Alışveriş merkezindeki bir sahnenin kendi işlevlerinden uzaklaşacağını düşünüyorlarmış. Nitekim, kaygılar karşılık bulmuş. Sevda Bülent Tarık Binici kendi başından geçen Gezer Çakar örnekleri anlatıyor, bir örnekte soruşturma geçirmiş. “Orada sanat başka türlü oluyor. ediyor vs; hem de Müşteri ilişkisi gibi oluyor. Paramı verdim, maç Savaş aynı ekibin bir gibi, izlerim; ben eğlenmeye geldim diyor izleyici. Aykılıç bölümü akşamları Bir kez geç kalan bir seyirciyi içeri almadığımız oyunlara sahne için bana soruşturma açıldı. Seyirci şikayette arkasından hizmet bulunuyor, ben paramı verdim, diye. Bizim eğitici veriyor. Aynı ekip günde iki posta çalışıyor. bir misyonumuz da vardı. Kültürel erozyonu Buna bir de mekanın on parçaya bölünmüş anlatmaya çalışıyorum, her yerde sahne açıyoruz olmasının getirdiği “yol külfeti”ni ekleyin. Zaten deniyor. O sahnelerin yeri ve işlevi önemli.” eleman azlığı olan bir yerde, sorunlar kat kat artmış. Geç kalma dışında da örnekler var: “Çıtır İnsanlar normal bir çalışma gününün ötesinde mesai çerezleriyle gelip içeri girmek isteyenler oluyor. yaptıkları için, yemek masrafları da artmış. Örneğin Hatta bir seferinde oyun başladı yarım saat sonra Karaköy’de başlayan sabah 9 mesaisi, gecenin 11’inde biri geldi ve elinde kebap benzeri bir paket vardı. Beykoz’da sonlanabiliyor. Yeni çalışma koşulları daha Oyun başladı, bununla giremezsiniz, dediğimde, fazla kişinin emekli olmasına neden olmuş. içeride çocuklar aç beni bekliyor demez mi?” Bülent Gezer AKM’deki bir özel duruma dikkat Edibe Akçakaya yıllardır AKM’de çalışmış, çekiyor. “AKP’nin bu kurumları tasfiye etme fikri “Bize, bir marka olduğumuzu anlattılar, var. Ben sözleşmeliyim, eşi benzeri olmayan bir 20.00’den sonra geleni asla almayız dediler. Ama durum yarattılar. Emekli maaşları çalışırken şimdi, hele belediyenin olduğu yerlerde garip aldığımız maaştan fazla oldu. Ya da çalıştığınız durumlarla karşılaşıyoruz. Belediyenin durumda emekli maaşından daha düşük çalışanları sakallı, tesbihleriyle insanları alıyorsunuz. İnsanları emekli olmaya teşvik karşılıyor. Namaz kılmaya gelenler var” diye ediyorlar. Yasal olmayan bir şekilde bizi emekli sorunun başka boyutlarına dikkat çekiyor. ‘Anadolu’nun Elleri’ İstanbul’a dokunuyor Halkbank, yüzyıllardır Anadolu’da icra edilmeye devam eden 15 farklı geleneksel el sanatını fotoğraflarla belgeleyen ‘Anadolu’nun Elleri’ sergisini İstanbul’da açtı. ‘Anadolu’nun Elleri’ sergisi, gazeteci yazar Nazım Alpman’ın Anadolu’yu dolaşarak Halkbank için kaleme aldığı ‘Ustadan Çırağa, Dededen Toruna Anadolu’nun Elleri’ isimli kitaba dayanıyor. Ayrıca sergi, fotoğraf sanatçısı Tolga Sezgin’in kitap için çektiği fotoğraflardan oluşuyor. 7 Mayıs’a dek Fotoğrafevi Allianz Galerisi’nde görülebilecek sergide gümüş, demir, boncuk, semer, lüle taşı, yemeni, tekne, çini, bakır, dokuma, baston, kalay, halı, taş ve keçe ustalarının üretim süreçleri ve ürünleri fotoğraflarla anlatılıyor. Sergide, Ahlat, Afyon, Bartın, Beykoz, Buldan, Bursa, Denizli, Devrek, Diyarbakır, Gaziantep, Görece, İznik, Mardin, Midyat, Milas, Mudurnu, Safranbolu, Şanlıurfa ve Tavas olmak üzere Anadolu’nun farklı bölgelerinden 15 el sanatı üreten insanların özveri ve başarı hikayelerini anlatan projeler de yaptıklarını dile getiriyor. Böylece hem kattıkları değer için onlara şükran borçlarını ödediklerini hem de Türkiye’nin endüstri tarihine, kültürsanat ortamına katkı sağlayacak eserler yarattıklarını söyleyen Aydın, “Anadolu’nun kültürel mirasının belgelenmesine ve gelecek nesillere aktarılmasına katkıda bulunmak amacıyla düzenlediğimiz bu sergiyi, yüzyıllardır sanatlarını aşk ve özveri ile icra ederek yaşatan değerli ustalarımıza armağan ediyoruz” diyor. Ustalara saygı niteliğindeki bu çalışmanın ete kemiğe bürünen eşsiz sanat ürünlerinin, seri üretime inat direnişini, yerelliğini ve benzersizliğini de gözler önüne serdiğini dile getiriyor Aydın. Ayrıca sergideki fotoğraflardan bazıları 2009 yılı takviminde kullanılarak Anadolu’nun geleneksel el sanatlarının daha geniş kitlelerle buluşmasına da katkıda bulunmuş oldu. ustasını yansıtan toplam 48 fotoğraf yer alıyor. Fotoğraflara, ustaların hayat hikayeleri ve sanatlarına ilişkin anlatılarından alıntılanan metinler eşlik ediyor. Halkbank Genel Müdürü Hüseyin Aydın, sergi ile ilgili değerlendirmesinde yalnızca maddi destek değil, C MY B C MY B ? Uğur Kökden yazdı 12 Mart Günleri’ni. En iyi bilenlerdendir. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı. ? Bunları Kimse Yazmadı, kim neyi yazmadı, yazamadı merak ediyorsanız, medya eleştirisi okumak, kapalı bir kutu olan medyaya bakmak istiyorsanız, Oray Eğin Yazdı. Güncel Yayıncılıktan çıktı. Ötekiler
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle