16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Dinleyin 4 25 NİSAN 2009 CUMARTESİ Manga’dan tüketerek Klasik müzik sevenlere ‘Her Konserin Bir Öyküsü Var’ dizisinin bu sezonki son programında Akbank Oda Orkestrası, 2009 yılında yıldönümleri kutlanan bestecilerden ikisine odaklanıyor. Mozart’la birlikte klasik dönemin en büyüklerinden olan Joseph Haydn ve İsviçreli Ernest Bloch... Akbank Oda Orkestrası 30 Nisan Perşembe akşamı Benyalin Sönmez’in solistliğinde Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda bir konser verecek. Haydn’ın viyolonsel için bestelediği ‘İki Konçerto’ ve Bloch’un oda orkestrası için yaptığı ‘Konçerto Grosso’su, bir bestecinin aynı türde iki eserinin ne kadar farklı olabileceğini ortaya koyacak. (0216 556 98 00, biletler 19 ve 15 TL) mutlu olanlara Manga’nın yeni albümünün ismi “Şehrii Hüzün”. Bu albüm İstanbul’u anlatıyor. Manga rap ve nu metal harmanı müziğine Anadolu ezgileri, alaturka tınılar, zaman zaman da arabeske tutunan tasavvufi yaklaşımlar da eklemiş. Albümün çıkış parçası “Dünyanın sonuna doğmuşum” ise bir sistem eleştirisi. Tüketmeden varolamayan, tüketerek mutlu olduğunu sananlara sert bir gönderme! Manga’yı bundan yaklaşık beş yıl önce animasyon klipleri “Bir Kadın Çizeceksin”le tanıdık. Bu öyle bir tanışmaydı ki aradan beş yıl geçmesine ve başka bir albüm yayınlamamalarına ALİ DENİZ rağmen onları unutmadık. Şimdi USLU döndüler. Yeni albümleri “Şehri Hüzün” İstanbul’u anlatıyor. Neden mi? Çünkü Ankaralı grup elamanları, ilk albümün sarsıcı yükselişinden sonra İstanbul’a taşındılar. Bu albüm de İstanbul’da yazılan şarkılardan ibaret. Beklememize değdi. Grubun solisti Ferman Akgül, 16 şarkıdan oluşan ve 60 dakika müzik içeren “Şehri Hüzün” albümünün gecikmesinin nedenini “Şarkıların içimize sinmesi zaman aldı. Kendimizi rahat bıraktık ve iki yıl süren turnenin yorgunluğuyla biraz zaman kaybettik. Yeni şarkılar üzerinde de çok çalıştık” diye açıklıyor. Türkiye’yi gezme fırsatı bulduklarını, bunun da ülkelerine bakış açılarını derinden değiştirdiğini söylüyor. TÜRKİYE’Yİ TANIDIK Özgür Can Öney de “Türkiye gerçeğiyle hiç ummadığımız bir anda tanıştık. Türkiye’nin İstanbul, Ankara, İzmir demek olmadığını yaşayarak öğrendik. Bu ülkenin büyük bir Doğu’su olduğunu o zaman fark ettik” diyor: “Şehirlerde insanları yutan bir yaşam hızı var. Bu yol macerası bize hem tüm bu karşılaştırmaları hem de türküleri öğretti.” Ferman Akgül, Anadolu turnelerinden çok etkilendiklerini heyecanla anlatıyor, “bu ülkenin türkülerini kasetten dinleyebilirsiniz, ama yola çıkıp kulağınıza çarpan sesleri, şiveleri, doğal haliyle almanın ve şaşırmanın keyfi bir başka. Biri bir türkü mırıldanır onu duyarsınız. Bir dua, bir tekerleme gibi kulağınızda kalır, İşte onun tadı başkadır.” Albümdeki düşük tempolu şarkılarda duyulan ezgiler, alaturka havalar, zaman zaman da arabeske kayan, tasavvufi yaklaşım da bunun kanıtı. Albümün çıkış parçası “Dünyanın sonuna doğmuşum” ise bir sistem eleştirisi. Ferman Akgül’e göre dünya iki türlü sona gidiyor. Biri savaşlarla, biri de savaşsız, ama çok tehlikeli olan tüketim Haydi çocuklar konsere! Türkiye’deki konservatuvarların 1016 yaş arası öğrencilerinin oluşturduğu Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası, ‘Disney Konseri: Filmlerden Sihirli Müzikler’ konserini veren dünyadaki ilk çocuk orkestrası olacak. Çocuklara Disney’in senfonik müzikal dünyasının tanıtılacağı konser bugün saat 15.00’te, yarınsa 14.00’te Türker İnanoğlu Maslak Show Center’da gerçekleşecek. Konserlerde izleyiciler birçok kültürün hikâyelerinin, masallarının ve efsanelerinin doğduğu uzak beldelere doğru müzikal bir yolculuğa çıkacaklar. Program, Disney’in Aslan Kral, Güzel ve Çirkin ve Tarzan gibi animasyon filmlerinden müzikal performanslar da içeriyor. (0212 286 66 86, biletler 25 ve 20 TL) alışkanlıklarıyla. Elbette bu bilmediğimiz bir şey değil. Her şeyi tüketen, harcayan ve bununla mutluluk arayan insanlar olmamız çoğumuzun içselleştirdiği bir durum. Bu şarkıdaki “Ben tüketmeden varolamam” da buna iyi bir gönderme. Akgül, “insanlar her şeyi fanatizm boyutuna taşıdı. Savaşa ve düzene yeteri kadar da ‘hayır’ diyen yok. Televizyon ise çok can yakıcı bir silah” diyor. Yağmur Sarıgül de müzik de dahil her şeyin vahşi kapitalizm kurallarına göre yönlendirilmesinin koyu bir fanatizmle aynı anlama geldiği görüşünde. Sarıgül, “Türkiye Amerika’yı yaşıyor. Bu da çok rahatsız edici. Biz şarkılarımızda büyük bir umut vermiyoruz, kurtulma yolu gösteremiyoruz, ama olanların farkındayız mesajını veriyoruz. Ne yazık ki insanoğlu daha fazlasını istedikçe değişen bir şey olmayacak. Buna inanmak istemesem de gerçek bu” diyor. Popüler müziğin ve pop kültürün bir parçası gibi görünen Manga’nın asıl durduğu yeri bu albüm daha iyi anlatıyor. Elbette gruplar sürdürülebilirlik açısından farklı tanıtım stratejileri uyguluyorlar. Bu sevimsiz oyuna dahil olmak da artık müziğin değişmez kuralı. Evet, Manga muhalif bir imaja sahip değil, ama sanırım onları anlamak için biraz da bizim emek harcamamız gerekli. Pearl Jam: Grunge tutsakları Seattle’ın 90’lı yıllarda öfkeyle grunge püsküren tavrı şimdilerde yerini her ne kadar Microsoft milyarderlerinin köşklerine, rap starların sayfiye yerlerine ve eski Hollywood yıldızlarının inziva alanlarına bıraksa da, bu şehir bir fil mezarlığı değil. Olsa olsa yaşayan ölülerle dolu bir efsane krallık. Müziğin metamorfoza uğradığı 90’lı yıllarda ise birkaç grup kendine çok özel ve ayrıcalıklı bir yer edindi. Bu gruplardan biri de Pearl Jam’di. Pearl Jam’in temelleri 1980’li yılların başında, Seattle henüz grunge müzik endüstrisinin başkenti olmamışken atıldı. Stone Gossard ve Jeff Ament‘ın “Green River”la başladığı macera daha sonra aralarına efsane müzisyen Andrew Wood‘u aldıklarında “Mother Love Bone” ile devam etti. 1989’da “Shine” ardından “Apple” yayımlandı. Ama adı uyuşturucu ile özdeşleşen Seattle, Andrew Wood aşırı dozdan ölünce dağıldı. Pearl Jam’ın dünya sahnesine vokale çıkması için Eddie Vedder‘ı beklemesi gerekti. Vedder’ın büyükannesinin ismi (Pearl) ve onun yaptığı reçelden (Jam) esinlenerek “Pearl Jam” ismini aldılar. İlk albümleri “Ten” 1991 yılının yazında yayımlandığında bu albümün bir milyon kopyadan fazla satacağını kimse beklemiyordu. Albümün üçüncü videosu “Jeremy” ekranlarda dönmeye başladığında yer yerinden oynadı. O yıl “Jeremy” MTV Müzik ödülleri gecesinde dört ödülü birden kucakladı. Bu albümdeki her şarkı birer efsaneye dönüşürken grup grunge kültürünün kazıkları daha da derinlere çakmayı başardı. Bu albümün şarkılarına bir bakalım. Bilmediğimizin olması mümkün mü? “Once”, “Even Flow”, “Alive”, “Why Go”, “Black”, “Jeremy”, “Oceans”, “Porch”, “Garden”, “Deep”, “Release”. Şimdi, toplamda 12 milyondan fazla satan bu albüm “Legacy Edition” isimli çift CD’lik özel versiyonu ile müzikseverlerin karşısında. Bu arşivlik çalışmada grubun “Alive”, “Even Flow” ve “Jeremy” gibi şarkılarının yeniden master edilmiş versiyonlarının yanı sıra daha önce yayımlanmamış altı şarkı ve Brenden O’Brien imzalı yeni remiksler bulunuyor. İSTANBULLU OLDUK Manga elemanları ilk albümün rüzgârıyla da kendilerini İstanbul’da bulduklarını, doğdukları, büyüdükleri ve müziklerine ilham veren Ankara’yı geride bıraktıklarını biraz buruk anlatıyorlar. İstanbul’a ilk geldiklerinde grup olarak aynı evde kaldıklarını sonradan da evleri ayırıp farklı hayatlara adım attıklarını söylüyorlar. Peki, geçmişi özlüyorlar mı? Cevapları ortak; “Evet, ama hayatı takip etmek zorundayız. Artık biz değil, Manga var. O bizden bağımsız yaşıyor.” Manga’nın bu albümdeki referansı son beş yıllık süreçte yaşadıkları ve okudukları. Ömer Hayyam ve Karacaoğlan’ı albüme taşımaları da “anlatmak istediklerini en güzel dillendirenlerin onlar olması.” Grup elamanlarından Yağmur Sarıgül, ilk albümden sonra yoğun konser programlarıyla neredeyse tüm Küba ritimleri coşturacak Kübalı efsanevi topluluk Buena Vista Social Club, 12 kişilik ekibiyle Türkiye’de olacak. 28 Nisan Salı akşamı İstanbul Santral İstanbul’da ve 29 Nisan Çarşamba ise Anadolu Gösteri Kongre Merkezi’nde konser verecek grup müzikseverlere enerji, ritim ve neşe dolu saatler yaşatacak. Küba müzik sahnesinin en önemli isimlerinden Manuel ‘Guajiro’ Mirabal, Jesus ‘Aguaje’ Ramos ve Manuel Galbán da sahnede olacak. Küba’nın en güzel ritimlerinin seslendirileceği konserler saat 21.00’de başlayacak. (0216 556 98 00, biletler 120, 99.50, 78, 56 ve 45 TL) BİRİLERİ Yaz yaklaşırken, bu yıl ülkemizde konser verecek konuklar da birer birer açıklanmaya başlandı. Bunların arasında heyecanla beklenen gruplardan birisi de The Prodigy. 1990’larda breakbeat ve punk rock unsurlarını birleştirerek büyük başarı kazanan İngiliz grup, temmuz ayında Rock’n Coke kapsamında İstanbul’a geliyor. Elektronik müziğin dehalarından biri kabul edilen programcı Liam Howlett ile karizmatik vokalistler Keith ZÜLAL Flint ve Maxim Reality’den KALKANDELEN kurulu ekip, daha önce 1998 ve 2004’te de İstanbul’da kzulal?yahoo.com konser vermişti. The Prodigy, şu sıralarda, geçen ay yayımlanan beşinci albümü “Invaders Must Die” için çıktığı dünya turnesini sürdürüyor. Onları İstanbul’a gelmeden, turnenin New York ayağında yakaladım! Bir The Prodigy konseri bebeğin karnını doyuruyor... Kocaman arabayla salona nasıl girdiklerini hiç anlamadım. Bir bebek için son derece uygunsuz bir ortamdı; her şeyden önce, ses düzeyi, insanın kulak zarlarını titretecek kadar yüksekti ... “FIRESTARTER” BİR NUMARA The Prodigy sahnede görününce, yarattıkları etkiyi anlatmak olanaksız. Yeni albüme adını veren ilk şarkıyı çalmaya başladıklarında, çığlıklar birbirine karıştı. Çılgın ritimlere uyan ışıklar yanıp sönerken, salondakilerin havaya kalkan elleri görülmeye değerdi. Arkasından ikinci single “Omen” geldi. Yeni albümün soundu, bu kez de çok enerjik. 1997’den beri grubun üç üyesini de tekrar bir araya getiren ilk çalışma olması da, hayranları arasında büyük bir heyecan yaratmış durumda. Foo Fighters’dan Dave Grohl’un bateride eşlik ettiği KONSERDE 6 AYLIK BİR BEBEK! Manhattan’daki Roseland Ballroom’da gerçekleşen konser için 52. Sokak’a gittiğimde, grubun hayranlarının oluşturduğu uzun bir sırayla karşılaştım. O geniş sokak yeterli olmamış, Broadway Caddesi’nin üzerine taşmışlardı. Binanın kapısına yaklaşır yaklaşmaz, iriyarı bir görevli tarafından durduruldum. O anda, EMI Türkiye’den Arzu Güldiken’e yürekten teşekkür ettim. Çünkü adımı konseri izleyecek basın listesine yazdırmıştı. Görevliye durumu anlatıp içeri girince, sahneyi iyi görebileceğim bir yer bulabildim. Şunu söylemeliyim ki, New York’ta gittiğim en garip konserlerden biriydi. Daha önce The Prodigy konserine gidenler bilir; konserden öte bir tür rave partisidir bu. (80’lerde, özellikle acid house akımı ile bir altkültür fenomeni olarak gelişen, hızlı ve tekrar eden ritimler eşliğinde ışıkların kullanıldığı, uzun süreli dans partileri.) O gece de, hem 20’li yaşlarında gençler vardı, hem de 40’larını sürenler... Yüzü boyalılar, punk saçlılar, sanki pazar yürüyüşüne çıkmış gibi sıradan görünenler, her türden insan gelmişti. Ama 6 aylık bebekleri ile gelen Tayvanlı bir ikili, gariplikte herkesi gölgede bıraktı... Sağ tarafıma bir baktım ki, bir bebek arabası ortada duruyor, baba elleri havada dans ediyor, anne biberonla RİFAT MUTLU rifatmutlu?gmail.com “Run With the Wolves” ise, rock severleri memnun etmiş gözüküyor. Fakat yine de, “Invaders Must Die”ın, 1997 tarihli olağanüstü albüm “The Fat of the Land” gibi çığır açmadığı kesin... Nitekim, konserde de arka arkaya çaldıkları yeni şarkılarla hava ısınıyor; ama herkesin beklediği “Firestarter”. Yayımlandığında haftalarca listelerin bir numarasında kalan o muhteşem şarkı duyulduğu anda, salonda adeta bir arbede yaşanıyor. Bir şarkının, yüzlerce insan üzerinde aynı anda bu kadar kuvvetli bir etki yaptığına, çok ender tanık olursunuz. Sanki hepsine elektrik verilmiş gibi! Keith Flint, şarkının videosunda yaptığı, kendine özgü garip dansı, aynen sahnede de tekrarlıyor. Artık şaçları, o videodaki gibi kafasının iki yanından çıkan boynuzları andırmıyor. Dansı ve bir deliyi çağrıştıran görüntüsü, bir zamanlar az gürültü koparmamıştı. Birçok televizyon kanalı, videoyu göstermeyi reddetmiş, radyolar şarkıyı çalmamıştı. Keith, bugün artık o tür bir saç kesimine ihtiyaç duymadığını, görüntüsü etrafında koparılan fırtınanın da saçmalık olduğunu söylüyor. Elektronik müziğin küçümsendiği dönemde, dünya çapında rock yıldızı statüsüne ulaşan ilk rave grubu olmuştu The Prodigy. 90’lı yıllarda gitar rifflerini dans müziğine taşıyarak devrim yarattılar. Bugün o devrimin izinden gidiyorlar ama yeni bir şey eklemeden... Konserin sonunda dinleyiciler, kulakları daha az duyar bir halde, enerjileri tükenmiş ama mutlu bir şekilde ayrılıyor salondan... Bebekleri ile gelen Tayvanlı aileye ne mi oldu? Gece boyunca eğlendiler, ama konserin bitimine 15 dakika kala güvenlik görevlileri tarafından sorgulanmaya başladılar. Başlarına üşüşen televizyon kameralarından korkan anne, bebeğine sıkıca sarılmış ağlıyordu. İlk rave konserine gelen bebek ise, geceyarısında gözlerini kocaman açmış etrafa bakıyordu... Dedim ya, garip bir konserdi... www.zulalkalkandelen.com C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle