22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 14 MART 2009 CUMARTESİ Düşler de engeli aştı Engelli vatandaşlara ücretsiz sanat eğitimi imkânı sunan Düşler Akademisi’nin ilk dönemi bitti. Öğrenciler, şu aralar yaptıkları projeleri veya performansları sergilemekle meşgul... Proje koordinatörü Ercan Tutal, Düşler Akademisi’nin engellileri çok heyecanlandırdığını anlatıyor. Ona göre bu çok doğal, çünkü Türkiye’de onlar için neredeyse hiçbirşey yapılmıyor... Düşler Akademisi, engelli vatandaşlara sosyal yaşam çözümleri sunan AYDER (Alternatif Yaşam Derneği) DENİZ öncülüğünde, YAVAŞOĞULLARI UNDP (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı) ve Türkiye Vodafone Vakfı‘nın finansal desteği ile geçtiğimiz Kasım ayında hayata geçen bir sosyal sorumluluk projesi. Engellilere sanat alanında eğitim veren düşler akademisi; vokal, ritim, dans, film, fotoğraf, DJ‘lik, enstrüman, resim ve tasarım atölyelerinden oluşuyor. Akademinin birinci dönemi bitti... Proje koordinatörü Ercan Tutal, Düşler Akademisi’nin engellileri çok heyecanlandırdığını, fazla reklam yapamadıkları ilk dönemlerde bile katılmak için çok fazla kişinin başvurduğunu anlatıyor, ona göre bu çok doğal, çünkü bu fırsatı başka şekilde yakalamaları neredeyse mümkün değil, üstelik çoğu da dar gelirli ailelerin çocukları. Tutal, Türkiye nüfusunun yüzde 15’ini engellilerin oluşturduğunu, bunun her yedi kişiden birinin engelli olduğu anlamına geldiğini söylüyor. Ona göre devletin, engellilerin çalışma hayatına katılmaları veya üretimde bulunmaları adına sunduğu fırsatlar yok denecek kadar az. Bu da, 10 milyon engelli evlerinde oturuyor veya kıraathane mantığıyla işletilen derneklerde sigara ve alkol tükeretek, kağıt oynarak vakit geçiriyor anlamına geliyor. Tutal, “Bir de onlara bakan insanlar var” diyor, “Her birine bir kişinin baktığını sayarsak bu sayı 20 milyona çıkıyor. Yani 20 milyon kişi evlerine hapsolmuş, üretim çemberinin dışına atılmış durumda.” Taner Ceylan’ın aykırı bir sanatçı olarak portresi Londra Sotheby’s müzayedesinde rekor fiyata satılan “Ruhani” ve müzayede kataloğunun kapağındaki ESRA “Boksör” yapıtı ALİÇAVUŞOĞLU adlı ile gündeme esraali?yahoo.com gelen Taner Ceylan ismi birkaç haftadır pek çok gazete sayfasında karşımıza çıkıyor. Özellikle onun da pek alışık olmadığı türden, olumlu ve “kutsayıcı” başlıklarla. Oysa çok değil, birkaç yıl öncesinde resimlerindeki cinsel temalar nedeniyle öğretim görevlisi olarak görev yaptığı okuldan uzaklaştırılmış, kişisel sergisinde yer alan bir resim, kataloğu basan matbaa tarafından reddedilmiş, Dan Cameron’un küratörlüğünü yaptığı 8. Uluslararası İstanbul Bienali’nde sergilenen “Taner Taner” yapıtı 18 yaşından küçüklere yasaklanmıştı... Kısaca sanatçı, bir süre önce yaptığı işlerle değil, bu işlerin muhafazakar yaşamımıza bir tehdit gibi algılanması nedeniyle anılıyor, konuşuluyordu. Sanat tarihimizde politik işleri nedeniyle yasaklanmaya, bastırılmaya çalışılan sanatçılara rastlamamıza karşın cinsel politikaların baskıcı yapısıyla Taner Ceylan’dan önce bu denli yüzleşmemiştik. Ayrıca, bir sanatçının bu türden heteroseksist baskılarla yıldırılmaya ve üretiminin göz ardı edilerek “müstehcen” ve “pornografik”e indirgenmesine de pek çok kişi ses çıkarmamıştı. Ama bugün yapıtlarının “çok para etmesi” ve uluslararası sanat piyasasında kabul edilmiş olmasıyla Taner Ceylan, bir zamanlar onunla aynı akademi partisinde eğlenmiş olmalarından pay çıkarmaya çalışan gazete yazarlarının köşelerinde yer alıyor. Bunun nasıl bir iki yüzlülük olduğundan söz etmeye sanırız gerek bile yok. Taner Ceylan o gün olduğu gibi bugün de ortasında yer aldığı durumu çözmekte zorlanıyordur herhalde. Peki Taner Ceylan kimdir ve sanatsal tavır olarak günümüz sanatı içinde nerede yer almaktadır? 1990’lar Türkiye’de çağdaş sanatın büyük bir sıçrama yaptığı, söylem çeşitliliğinin yoğun olarak hissedilmeye başlandığı yıllar olarak tanımlanabilir kabaca. Başkalaşım süreci olarak özetlenebilecek bu dönemde, yenilikçi süreç ivme kazanır. 1990’larda sanatçılar kendilerinden önceki yılların birikimlerini olgunlaştırmış; bir tavır ortaya koyabilmiş; ele aldıkları temalar ve biçimsel çeşitlilikle bu yılları dönemsel bir üsluba dönüştürebilmiştir. Bu döneme bir üslup özelliği katan, asıl olarak içeriksel değişim ve çok dilliliktir. SINIR TANIMAZ SANATÇI Teoriden; felsefe ve sosyolojiden beslenen sanatçılar farklı disiplinlerle yoğun bir ilişki içindedir. Sanatta kültürel kimliklerin, coğrafyanın, yerleşik kalıplara karşı geliştirilen düşüncelerin ele alınışı, postmodernizmin bu yıllarda Türkiye’de yavaş yavaş etkin olmasına da bağlanabilir. Teori bu yılların sanatçıları için temel başvuru kaynağıdır. İşte bu çerçevede Türkiye’de 1990’lardan itibaren küreselleşme ve postmodernist teorilerin aracılığıyla çeşitlenen, sanatçının İZMİR DÜŞÜ Tutal, Birleşmiş Milletler’in çok yakın zamanda engellilik hakları sözleşmesi imazaladığını hatırlatıyor; “bu nedenle engellilere yönelik proje geliştirme konusunda bir hassasiyetleri vardı. Biz de onlara bu projeyi sunduk ve tabii kabul ettiler” diyor. Tutal Beşiktaş Belediyesinin de, mekan tahsis etme vb. pek çok konuda yardımı olduğunu belirtiyor. Belediye onlara ayrıca ulaşım desteği de sağlamış. “Düşler Akademisi çok bileşenli bir ortaklığın ürünü” diyor Tutal: “Bu yüzden başarılı oldu. Aldığımız fon bir yıllık ama biz projeyi sürdürmekte kararlıyız. Akademi kendi kendini döndürür duruma gelebilir, örneğin şimdi İzmir’de de bir Düşler Akademisi açıyoruz ve bunun için çok fazla finansal desteğe gerek duymadık.” Düşler Akademisinin bir dönemi, üç ayı kapsıyor. Öğrenciler bu üç aylık eğitimleri sonucunda ürettikleri eserleri ortaya koyma şansı da kazanıyor. Örneğin, resim yapanların eserleri MKM’de segilendi. DJ atölyesi öğrencileri, yılbaşında Ghetto’da, dönem sonunda ise Roxy’de müzik yapma şansı buldu. 19 Mart’ta, saat 18.00’de de Aksanat’ta, film atölyesi öğrencilerinin, bitirme projesi olarak çektikleri 11 dakikalık kısa filmlerinin gösterimi olacak. Fotoğraf öğrencileri için de ayrı bir sergi açılmak üzere... Ercan Tutal, bunun öğrenciler üzerinde çok önemli bir etkisi olduğunu, onlara güven kazandırdığını söylerken, öğrencilerin de “hayallerim bile bu kadar değildi” dediklerini anlatıyor. Tutal engellilerin “Ben de gitar çalmak, resim yapmak istiyorum” diyecek cesaretleri olmadığını vurguluyor; “cesaretleri olduğunda ise onları sınıflarına dahil edebilecek kurumlar, eğitilmiş personel ve eğitmenler yok dolayısıyla sosyal hayatın dışına itiliyorlar” diyor. Ona göre bir döngü söz konusu; engelliler evlerinden çıkmıyor, onlar evden çıkmayınca da, engelsizler onları yok sayıyor ve kimse onlar için birşey yapmıyor. Türkiye bu konuda sınıfta kalmış durumda... Tutal, engellileri çalıştırmayı şart koşan yasaların hafifletildiğini anlatıyor ve bu sürecin kötüye gittiğini vurguluyor: “Biz, bu kötüye giden süreci biraz kırıp, engellilere kapılarımızı açtık. Onlara ücretsiz sanat eğitimi sunduk. En önemlisi yeteneklerini keşfetme imkanı verdik. Eğitim alacakları bölümleri kendileri seçtiler, biz de onların geçmişlerini inceleyerek seçimlerinde yardımcı olduk.” kendi dünyasını ve toplumsal olanı merkeze alarak kültürel kimlik, cinsel kimlik, toplumsal bellek, kişisel mitoloji, kurmaca kimlik gibi, kimi zaman politik yönelimleri de içine alan, farklı mecraları kuşatan işler ürettiği görülür. Bu dönemin sanatçıları evet kendilerini merkeze alırlar ama toplumsal olanla bağları da bir o kadar güçlüdür. 1980’lerin ehlileştirilmiş görünen içe dönük yapısı, 1990’lardan itibaren dışavurumcu bir dinamizmi, çeşitliliği, çok yönlülüğü ve deneyciliği içerir. Tüm bunlar disiplinlerarası ve politik bir içerikle farklı eksenlere taşınır. 1990’lardan itibaren yeni bir görsel kültür de oluşur. Bu dönemin sanatçısı sınır tanımaz, hatta sınırlardan nefret eder. Hayatı kavramayı her şeyden daha çok ister! Ciddiyet ve ironinin atbaşı gittiği işler üretilir; herşeyi tartışmak, her konuya eleştiri getirmek isteyen yeni bir dönemdir artık yaşanan. Eleştirel bilinç belki de hepsinin ortak noktasıdır. DAHA SAHİCİ VE DAHA AZ PORNOGRAFİK Kültürel kimliklerin yanı sıra cinsel kimlik de 1990 sonrası sanat pratiklerinde sanatçıların irdelediği konuların başında gelir. Kısaca tanımlamaya çalıştığımız 90’lar kuşağının isimlerinden biri olan Taner Ceylan ise ifade biçimi olarak, geleneksel bir malzemeyi, tuvali kullanır; ancak ele aldığı tema, cinsel kimlik ve dolayısıyla kullandığı imgeler, sanat ortamımızda daha önce bu denli açıkça ifşa edilmemiş olmasıyla hem yeni, hem de ilktir. Ceylan’ın yapıtlarının birçok kişi tarafından “ahlaksız”, “cüretkar”, “çirkin” gibi hayli olumsuz sıfatlarla eleştirilmiş olmasını çıplaklığı ve dolayısıyla sanattaki karşılığını salt kadın bedeni ile sınırlandıran ikiyüzlü bir anlayışa bağlayabiliriz. Sanat tarihinin pek çok başyapıtının kadın bedenine odaklanan “uzanan çıplak” ve “nü” resimlerden oluştuğu düşünülürse, Ceylan’ın bunu ters yüz ederek kullanması hem yerleşik algımızı kesintiye uğratıyor, hem de kadın bedenini metalaştıran anlayışı rahatsız ediyor. Ceylan’ın kullandığı eşcinsel imgeler, özellikle de bunların pornografik nitelikler taşıması, aslında cinselliği salt çıplaklık ve kadın bedeni olarak gören anlayıştan çok daha sahici ve daha az pornografiktir denebilir sanırız. Pornografik ya da daha zarif bir ifadeyle erkek bedeninin estetik yapısını en ince ayrıntısıyla ele alan Taner Ceylan’ın otoportreleri ise, bu imgelere takılıp kalan pek çok kişi tarafından arka plana atılıyor. Oysa sanatçının kendi portreleri sanat tarihindeki otoportre geleneği içinde çok farklı ve daha önce karşımıza çıkmayan bir içeriği görselleştiriyor. Özellikle de bu resimleri gerçekleştiren sanatçı olarak tanımladığı otoportreleri... Özel ve mahrem gibi kavramları tekrar düşünmemezi sağlayan, kendi olma sürecini resimlerinin ana teması yapan Ceylan’ı kaygan zeminli sanat ortamında dirençle durduğu için kutlamak gerek. Bu kutlamayı uluslarararası sanat camiası bir süredir yapıyordu zaten. Kendi topraklarında ihtiyacı olmadığı halde “iadei itibarı” bazı çevreler tarafından verilmeye başlanan sanatçının “kabul görmesi” için, muhafazakarlaşan bu ülkede daha ne kadar zamana ihtiyaç olduğunu kestirebilmek çok zor. Engelli turist gelmiyor Akademi, önce 1530 yaş arası katılımcıların başvurusuna açıkken, daha küçük yaştakilerin de yoğun talepleri olunca yaş sınırını düşürmüş. En çok talep de işitme engellilerden gelmiş, DJ’lik atölyesinin büyük bölümünü de onlar oluşturuyormuş. Tutal dans atölyesi sonucunda yine işitme engellilerin oluşturduğu, çok başarılı bir dans gruplarının ortaya çıktığını anlatıyor. Öğrencilerin, üç aylık eğitimlerinin sonucundaki üretimlerinin ve performanslarının da beklenenin çok üstünde olduğunu vurguluyor. Akademi her dönem, bir başka engelli öğrenci grubuna olanak sağlamayı hedefliyor. Ancak Tutal devam etmeyi gerçekten isteyen öğrencileri yüzüstü bırakma niyetinde olmadıklarını, yan sınıflar açarak veya benzeri çözümler üreterek, eğitimlerine devam etmelerini sağlayacaklarını belirtiyor. Ercan Tutal’a göre engellilerin Türkiye’deki en büyük sorunlarından biri de ulaşım, “Örneğin tekerlekli sandalyeye mahkum bir bireyin İstanbul’da gezmesi neredeyse olanaksız” diyor. Dünyada en hızlı gelişen sektörlerden birinin engelli turizmi olduğunu söylüyor bir de... Geçen yıl 59 bin engelli Avrupa’yı gezmiş, ancak hiçbiri Türkiye’ye uğramamış. Ercan Tutal anlatıyor: “Antalya’da altı yedi yıldızlı iki bin odalı oteller var. Bu iki bin odalı otellerden birine, engellilere uygun odalarının bulunup, bulunmadığını sorduk. Sadece iki odanın engellilere uygun olduğunu söylediler. Dünya nüfusunun yüzde 10’unu, Türkiye nüfusunun ise yüzde 15’ini engellilerin oluşturduğu düşünülünce, bunun ne kadar traji komik bir durum olduğunu görmemek elde değil.” İstanbul’un 2010 Avrupa Başkenti olma yolunda gerçekleşen projelerin içinde de engelliler için hiçbirşey bulunmuyormuş, AYDER’in konu üzerine sunduğu tüm projeler de geri çevrilmiş. Tutal, İstanbul’un engellilerin de yaşayabileceği bir kent halini alması için maddi açıdan da büyük bir götürüsünün olmadığının altını çiziyor. “Biz bunları her yerde anlatıyoruz, ama...” diyor. Tutal’ın yarım bıraktığı cümleyi tamamlamamak elde değil; malesef umursanmıyor! Izİzlenim Bu mevsimin yeni oyunlardan ikisi 2019 Bilimsiz Kurgusal Güldürü ve Marx’ın Dönüşü. 2019’da zaman zaman güldü salon, zaman zaman ise tüm Atatürk çocukları olarak kızdı, öfkelendi. Oyun hamasi değildi, tiyatro sanatının klasik çizgisini benimsemiş grup çalışmasıydı elbette. Ferhan Şensoy’un yazdığı bu oyun aynı zamanda da sanatın toplumsallığını, eleştiren, sorgulayan yapısını gösteriyordu. Oyuncuların tümünden edilinen izlenimle, dekorla, kostümle, ışıkla izleyeciyi çoktan içine almış, onu sarmıştı. Oyun, eğitimci tavrı içeren bir örgüde eleştiri oklarını fırlattı da fırlattı. Yaşadıklarımıza “Bire bir uyuyor” diyerek ayrıldınız tiyatrodan, evinize döndüğünüzde siz de Mustafa Balbay’ın tutuklandığını öğrenebilirdiniz… Ne demeli? Yaşam tiyatroda, tiyatro yaşamda. 2019 Bilimsiz Kurgusal Güldürü her sahnesinde feveran etmeyi işten saymayacağınız gerçekler silsilesiydi. Vurgulara, göndermelere, mecazlara acı bir tebessümle güldünüz… Bahsetmek istediğim diğer oyunu Howard Zınn yazmış. Çeviri Özüm Özgülgen’in. Marx’ın Dönüşü. Tek kişilik. Usta oyuncu Genco Erkal’ı izliyoruz. Bir saat yirmi dakika boyunca Marx’ın kitaplarından ve dünyasından alıntılar örülüyor. ? ÜMRAN BULUT umranbulut@gmail.com Umutsuz kalmakla, kalmamak… Erkal sahnenin her yerinde olarak sürdürüyor oyunu. Önündeki basamaklara iniyor, orada dikeliyor, oturuyor, kalkıyor, sonra tekrar masasına dönüyor. Kitaplardan gazetelerden bölümler okuyor. Perdeye yansıtılanları açıklıyor. Sesini konunun anlatımına uygun kullanıyor. Jestleri etkileyici. Son derece hassas davranıyor. Bunları defalarca yapıyor. Dur yok, durak yok. Anlatıyor da anlatıyor. “Dilimde tüy bitti, kapitalistler, liberaller benim öldüğümü söyleyedursunlar” demeye getiriyor, getirmiyor da öyle diyor Marx. “Ben bu olumsuzlukları yüz elli sene önce belirleyip açıklamıştım, nasıl ölürüm?” Tiyatrodan evinize döndüğünüzde siz de bir Amerikan şirketinin iflasın eşiğinde olduğunu ve işçilerin işten çıkarıldığını öğrenebilirdiniz… Ne demeli? Yaşam tiyatroda, tiyatro yaşamda. Antik Yunan’dan beri insanı eğiten sanatsal bir dildir tiyatro. Yaşasın! Oyunlar taze mi tazeler. Düzen böylesine çarpık sürdürüldükçe her yeni günle yeniden tazeleneceğe benziyorlar. Marx’ın söylemiyle değerlerin insani olanla koşutluğunu, artı değer üretiminde işçinin payını, yapılanmada sadece zengin olunmasına, teknolojik ilerlemeye yol almanın insanlığın harcanmasından başka birşey ge tirmeyeceğini öğretecek. Marx’ın Dönüşü Kapital’den o günkü gazete haberlerine değin olayı defalarca masaya yatıracak. 2019 Bilimsiz Kurgusal Güldürü, Türkiye’deki dincilik çizgisinin karşı konulamaz gibi duran yaygınlığını eleştiren boyuta değinecek. Yaşamımıza ve laik düzenimize karşı geliştirilen tabloyu tane tane anlatacak, kırgın oluş, kızgınlık ve sanatsal dürtüler bir yumak oluşturacaklar. Tiyatronun seyirciye o an anlatıkları ile yaşaması ve insanla buluşması bu sanatın en alıcı yönüdür. Sanatçılar sahnededir ve seyircilerin onlara eşlik ettiğini hissederler; oyunlar böylece sürerler. Tıpkı bu oyunlarda olduğu gibi ustalıkla ve umuda yolculukla sonlandırılırlar. Biz ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasa maddelerinden laikliğe karşı oluşturulan düzenin yerle bir edileceğini ispatlayan tarihi gerçeklere bakarak umutlanıyoruz. İşini dürüst yapan çeşitli mesleklerden onurlu kişilerin sorgulanmak üzere vakitli vakitsiz evlerinden alınmalarına, hapsedilmelerine giden acaip yolculuklara kızıyoruz. Toplumun her kesiminden yükselen eleştirilere kulak veriyoruz. İşsizlik, açlık, ahlaki olumsuzluklar, insana karşı sürdürülen zulümle eş değer haksızlıkları yaşarken nerede olduğumuzu sorguluyoruz. Ve sonuçta kaçınılmaz olarak her biri umutsuz kalmakla, kalmamamızı güdüleyenlerden oluyor. Bu oyunlar da öyle. İyi seyirler. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle