23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sinema ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Dünya & Desie (Dunya & Desie) Dana Neshusthtan’ın yönettiği ve Maryam Hassouni, Eva Van De Wijdeven, Theo Maassen ile Christine Van Straalen’ın oynadığı Dünya & Desie, farklı nedenlerle Amsterdam’dan Fas’a doğru macera dolu bir yolculuğa çıkan iki arkadaşın hikayesini konu alıyor. Dünya, ramazan, imamlar ve Mekke sembolleriyle yetiştirilmiş Faslı bir kızdır. Desie ise, peynir, tahta nalınlar ve laleler kadar Hollandalıdır. 18. yaş gününde, Dunya ailesinin onu bir Faslı ile evlendirmek istediğini öğrenir. Fakat bu fikir ona pek de cazip gelmemektedir. Bu esnada Desie hamile kalmış ve babasıyla görüşmeye karar vermiştir. Babasının Fas’ta yaşadığını öğrenen Desie, onu bulmak üzere Dunya’yla birlikte Fas’a doğru, son derece heyecan verici ve macera dolu bir yolculuğa çıkar. Yolculuk boyunca yüz yüze kalacakları kimi olaylar onları hayatları üzerine yeniden düşünmeye sevk eder. ? Gerçek Masallar (Bedtime Stories) Yönetmenliğini Adam Shankman’ın yaptığı filmin başrollerinde Adam Sandler, Guy Pearce, Keri Russell ile Richard Griffiths yer alıyor. Filmde, çocukluk çağındaki yeğenlerine uyku öncesi anlattığı masalların tek tek gerçekleşmeye başlaması üzerine kendini inanılmaz maceraların tam ortasında bulan bir emlak girişimcisinin eğlenceli öyküsü konu ediliyor. Hayatı sonsuza kadar değişen Skeeter Bronson (Adam Sandler) adlı otel görevlisinin başına gelen macera dolu komik olaylar serisi anlatıldığı filmde, küçük çocuklara birbirinden ilginç ve çarpıcı masallar anlatan Bronson’ın ve ailesinin yaşamı altüst olur. ? Öldür Beni Korhan Uğur’un yönettiği filmde Burak Sarımola, Nihan Aslı Elmas, Erol Alpsoykan ile Aysan Sümercan’ın rol alıyor. Ozan ve Atilla, TV programı yapan iki arkadaştır. Bir gün Dikili’nin bir köyüne gelirler. Orada Emine Teyze’nin esrarengiz şerbetinden içen Ozan’ın hayatı değişir, ölümsüz olduğunu fark eder. Ancak şerbetin bir etkisi de içenlerin köyü terk edememesidir. Şerbetten içmeyen Atilla kaçıp gider, Ozan köyde yalnız başına kalır. Bu köyde herkes önceki hayatlarında yapamadıklarını yapmaya çalışmaktadır. Saat tersine işlerse “Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi” (The Curious Case of Benjamin Buton), “Alışılmadık şartlar altında dünyaya gelmişim” diyen bir adamın bu kez sondan başa ama yine de beşikten ALPER mezara fantastik yaşam öyküsünü güzel bir seyirlik. “Şüphe” TURGUT kurgulayan (Doubt) ise kilisenin modernleşmesini alperturgut.blogcu.com savunan bir rahip ile gelenekçi bir rahibenin ucu herhangi bir yere bağlanmayan kuşku odaklı (sübyancılık, eşcinsellik) savaşını dillendiriyor. İkisi de kaçmaz, mutlaka seyredin. Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi’ni, “Yedi” (Seven) ve “Dövüş Kulübü”yle (Fight Club) gönüllere taht kuran David Fincher yönetti. Aslında film, Amerikan edebiyatının büyük ismi Mark Twain’in “Seksen yaşında doğup yavaş yavaş 18’imize doğru ilerlesek hayat sonsuz mutluluk olurdu” sözüne dayanıyor. “Muhteşem Gatsby”, “Geceler Tatlıdır”, “The Love of the Last Tycoon”, “Güzel ve Lanetlenmiş”, “Cennetin Bu Yanı” gibi mükemmel eserlere imza atan ve 44 yaşında hayata veda eden bahtsız ve üstün yetenekli yazar F. Scott Fitzgerald (18961940), Twain’in bu cümlesini aldı ve 1920’lerde “Benjamin Buton” makalesini yazdı. Benjamin Button’ın beyazperdeye tanışması ise sancılı oldu, yaklaşık 18 yıl elden ele dolaşan proje, en son Fincher’e ulaştı ve şöhretli rejisör, filmin senaryosunu kaleme alması için “Forrest Gump” ile ödüllere boğulan Eric Roth ile anlaştı. Filmin başrollerini ise deyim yerindeyse dört dörtlük iş çıkaran Brad Pitt, Cate Blanchett, Taraji P. Henson, Julia Ormond, Jason Flemyng, Elias Koteas ve Tilda Swinton üstlendi. ŞÜPHE Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi’nin görüntü yönetmeni Claudio Miranda… Kurgu, Kirk Baxter ve Angus Wall’e, müziklerse Alexandre Desplat’a ait. Queenie, altın bir kalp taşımakta ve kısmete inanmaktadır. Sıcak, insancıl ve aşırı dindar Queenie, Benjamin’e iyi bir anne olacaktır. Hemen hemen her gün, bir Nolan Evi sakini ebediyete intikal eder, ölümü beklenen Benjamin ise aksine gençleşmektedir. Benjamin, huzurevinde kalan büyükannesini ziyarete gelen bir kız çocuğu ile arkadaşlık kurar. Daisy, zamanla büyüyüp serpilecek, dünyanın en meşhur balerinlerinden biri haline gelecektir. Benjamin, bir süre sonra sıcak yuvasını terk eder ve ayyaş Kaptan Mike ile uzak diyarları görmek adına denize açılır. Yolculuğu esnasında yaşama dair deneyimlerle donanan Benjamin, Rus liman kenti Murmansk’ta, bir diplomatın eşi Elizabeth Abbott’dan kadın erkek ilişkileri konusunda eğitim alır... Sonra İkinci Dünya Savaşı patlak verir, ölümün kıyısından dönen Benjamin daha da gençleşmiş bir halde Nolan Evi’ne döner. Daisy ve Benjamin arasında yaşanacak her ne varsa sürekli ötelenir. Ta ki orta noktada buluşup, büyük bir aşkın girdabında yitene dek… Savaşta zafer, cesaret, dostluk Bir akşam bir barda, Ari Folman’a eski bir dostu her gece gördüğü karabasanı anlatmaya başlar. Dişlerini gösteren, ağızlarından salyalar akan iri çoban köpekleri adamı kovalamaktadırlar. Ari’ye bu korkulu saldırıyı anlattıkça arkadaşının belleği yerine gelir. ASLI 1980’lerin başında kuşatılmış SELÇUK Lübnan’da görevli dostu İsrail askerlerinin yaklaştığını gördükçe sürekli havlayan köpekleri öldürmek zorunda kalmıştır. Şimdiyse o köpeklerin ruhları uykularında onu hiç rahat bırakmazlar. Dostunun bu itirafından sonra Ari’nin parçalanmış belleğindeki anılarıda yerine oturmaya başlar. İsrail ordusunda asker olan 17 yaşındaki Ari, İsrail ordusunun işgal ettiği Filistin sığınmacı kampları Sabra ve Şatila’da 16 Eylül 1982’de Hıristiyan Falanjist milislerin giriştiği katliamlara tanık oldu. Bu kanlı cinayetlerin sonunda çocuk, kadın, yaşlı 3500 Filistinli yaşamını yitirdi. Beyrut kasabı olarak bilinen İsrail savunma bakanı Ariel Şaron’sa bu katliamlarla İsrail ordusunun hiçbir ilgisi olmadığını açıklayarak suçu müteffikleri aşırı sağcı Hıristiyan Falanjistlerin üstüne yıkmıştı. Bu acımasız saldırıların birinci elden tanığı olan Ari Folman’ın o gün gördükleri, yaşadıkları o denli ürkütücü, korkunçtu ki belleği donup kalır. Eski asker dostunun köpekli düşünü açıklamasından sonra suçluluk duygusuyla belleği yeniden uyanan Ari, dünyada dört yana dağılmış olan asker arkadaşlarının peşine düşer, amacı gerçeği olduğunca ortaya çıkarmaktır. “Lübnan’da başıma gelenler geldi. Olanları konuşmadım, düşünmedim, eski yaşamıma döndüm. Kırk yaşıma gelince ordu beni yedek askerlikten çıkardı. Ayrılmadan önce ordunun psikiyatrına yedi seansta tüm yaşamımı anlattım, ilk kez kendimi kendi öykümü anlatırken duydum. Psikoterapiden, rüyasında köpekleri gören dostumdan sonra da çevremdekileri katliamlarla ilgili sorgulamaya başladım” diyen Ari, eski silah arkadaşlarıyla karşılaştıkça katliamları bilinç altına itmiş belleği bu kez en gerçeküstü görüntülerle dolup taşmaya başar. EVHAMA KAPILMAYA GÖR Akademi ödüllerine beş dalda aday olan Şüphe’yi (10 yıldır ABD tiyatrolarında gişe rekorları kırıyor), aynı zamanda filmin senaryosunu da yazan John Patrick Shanley çekti. Shanley, 22 yıl önce “Ay Çarpması” (Moonstruck) ile senaryo dalında Oscar heykelciğini kucaklamıştı. Filmin başrolleri paylaşan Meryl Streep (15. kez Oscar’a aday) , Philip Seymour Hoffman, Amy Adams ve Viola Davis ise resmen döktürüyorlar. Mükemmel oyunculukların dışında, senaryosu ve kurgusuyla da göz kamaştıran Şüphe, yılın en iyi filmlerinden biri… Bir kilise okulunda yaşananlar, öncelikle şüpheden doğar ve haklıyla haksızı ayırt edemediğimiz bir yüzleşmeyle sonuçlanır. Eğer bir insan evhama kapıldıysa yapacaklarının sınırı var mıdır? Peki, emin bile değilken tüm gemileri ateşe verebilir mi? Evet, evet, evet... Çünkü şüphe elmadaki kurt misali insanın içini kemirir durur. Tarih; 1964… Yer; Bronx’taki Aziz Nicholas Kilisesi… Amerika’nın 35. Başkanı John F. Kennedy’nin suikaste kurban gitmesinin ardından şoka giren ülke, hala olayın tesiri altındadır. Göreve gelen yeni Papa ise tüm dünyada reform rüzgarları estirmektedir. Vietnam savaşı öncesinde yapay görünse de ılıman bir siyasi iklim, ABD’yi kuşatmaktadır. Biz kilise okuluna geri dönelim. Yenilikçi, esprili ve sokulgan Rahip Flynn, disiplin adı altında öğrencilere kesinlikle göz açtırmayan ve herkesin korkulu rüyası diyebileceğimiz Rahibe Aloysius Beauvier ile anlaşamamaktadır. Kilise okuluna kabul edilen ilk siyah öğrenci Donald Miller, rahip ve rahibenin arasındaki çatışmayı tetikler. Genç ve masum rahibe James, Peder Flynn ve öğrenci Miller arasında ahlakdışı şeyler yaşandığı şüphesiyle, Katolik okulunun müdiresi Rahibe Aloysius’a başvurur. Aloysius da mesnetsiz olup olmadığı bile anlaşılamayan bu iddia üzerine kollarını sıvar ve amiri konumundaki pederin kuyusunu kazmaya başlar. Artık olaylar rahatlıkla çığrından çıkabilecektir. yoktur SAVAŞ KARŞITI İLETİ Savaşı’ndan 26 yıl sonra savaşın sarsıntılarını çizen Folman, bu kırılgan, çok uçlu politik yorumlara açık konuya olabildiğince mesafeli yaklaşıyor. Görüntülerin kalitesi, karakterlerin yüz anlamları, filmin plastik güzelliği içeriği zor sindirilebilir bu çalışmanın artılarını oluşturuyor. Filistinli kurbanları unutmayan, onları finale yerleştiren yönetmen, katliamdan kaçan kadınların, çocukların, yaşlıların belgesel görüntüleriyle hümanist ve savaş karşıtı iletisini açıkça gönderiyor. Beşir’le Vals’in yapısını bir yapboz gibi kuran Folman için bu derinlemesine bir iç çözümleme yerine geçiyor. 13 DALDA OSCAR ADAYI Caz müziğinin başkenti New Orleans’ı yakıp yıkan “Katrina Kasırgası”, savaşta ölen oğlu için zamanı terse çevirmek isteyen ve aksi istikamette çalışan bir saat yaratan kör zanaatkâr, yedi kez yıldırım çarpmasına karşın inadına ölmeyen bir ihtiyar, ressam olmak arzusuyla bedenini tuvale çeviren yarı deli römorkör kaptanı, uzun boylu kadınlardan hoşlanan tatlı dilli ve sevecen Pigme ve 80 yaşındaki bir ihtiyarın yüzüne sahip bir bebek… Özgün bir hikâyeden salt kadere yaslanan, aşk, aşk diye tutturan ve bir parça da duygusallaşan bir öykü yaratan Fincher ve ekibi, Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi ile 13 dalda Oscar’a aday oldu. Süresinin uzunluğu ise filmin en büyük handikabı... İnsan düşünmeden edemiyor, böylesi sağlam bir malzemeden daha oturaklı bir film yaratılamaz mıydı? Birinci Dünya Savaşı 1918’de biter ve New Orleans’ta Benjamin Button adlı bir hilkat garibesi doğar. Anne Caroline’nin doğum esnasında yaşamını yitirmesi üzerine, dehşete kapılan ve lanetli bebekten kurtulmak isteyen düğme imalatçısı baba Thomas, onu bir huzurevinin (Nolan Evi) kapısına bırakır. Talih, Benjamin’e gülmüştür. Bir ihtiyarın bedenine sahip bebeği bulan Nolan Evi’nin siyahî işletmecisi TERAPİ YAPAN FİLM Sinema tarihindeki ilk belgesel animasyonu yapmaya karar veren Folman bu acıyla dolu parçalanmış olayların ancak çizgifilm olarak yansıtılabileceğini savunur. Bu politik animasyonuna da katliamları tetikleyen Lübnan Falanjistler Partisi genel başkanı, eski Lübnan devlet başkanı Beşir Cemayel’in öldürülmesinden ötürü Waltz with Bachir (Beşir’le Vals/2008) adını verir. Lübnan Savaşı’na İsrail bayrağı altında katılan Ari Folman, savaşta yaşadığı ve bastırdığı anılarını yansıtırken gerçeklere koruyucu bir bakışla yaklaşmayı yeğlemiş. İşgale katılan arkadaşlarıyla olayları konuşurken hem bireysel hem ortak bellek olgusunu sorgulamayı amaç edinen sinemacı araştırmasını ahlaki, psikolojik ve politik boyutlara dek genişletmiş. Filmini bir terapi olgusu gibi kullanan, tedavi süresince itilmiş anıları yüzeye çıkaran Ari, ortak belleğin böylesi konularda daha çok etkili olduğunu vurguluyor. Sabra ve Şatila katliamlarına izin veren İsraillileri de sorgulayan eski asker, bu kanlı dönemin Lübnan devlet başkanı Cemayel’in öldürülmesine tepki olarak aşırı sağcı Hıristiyan Falanjistlerce düzenlendiğinin de altını çiziyor. Birinci Lübnan Ari Folman, savaş karşıtı filmlerin ne denli savaşa karşı olsalar da amaçlarından çoğunlukla saptıklarını da sorguluyor: “Savaş korkunçtur deseler de dostluktan, cesaretten, yoldaşlıktan sözediyorlar. Savaşta ne zafer, ne cesaret, ne yiğitlik ne de savunulacak dostluk vardır. Bunların gerçekle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur.” 1962’de Varşova’da doğan, bir yaşında ailesiyle İsrail’e göçeden Ari Folman, ordudan ayrılınca dünya turuna çıkma kararı verir. Onbeşgün sonra Güneybatı Asya’da bir pansiyona yerleşen Ari, dinlediği başka insanların ilginç öykülerini ailesine, dostlarına kendi yaşamış gibi aktarır. Bir süre sonra yazar olmak istediğinin ayrımına varan Ari, İsrail’e dönüp senaryo yazım tekniklerini öğrenmek için bir sinema okuluna başlar. Mezuniyet filmi Comfortably Numb’ta(1991) 1. Körfez Savaşı’na katılan yakınlarının deneyimlerini komik, soyut biçemde aktarır. İsrail televizyonuna belgeseller çeker, çocuk dizileri yapar. İlk uzun metrajı Saint Clara’nın (1995) ardından Suriye’de yaşayan son katil Nazi’nin İsrail’e iade edildiği fütürist öykü Made in Israel’i çeker. Yaratım süreci dört yıl süren, Altın Küre’de en iyi yabancı film seçilen, Oscar’da yabancı film adayı olan Beşir’le Vals dün sinemalarımızda gösterime girdi. Bellek, savaş, zafer, vicdan, suçluluk, bilinçaltı kavramlarına yetkinlikle yaklaşan belgesel animasyon kesinlikle izlenmesi gereken bir çalışma. Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi BERGMAN VE KADINLAR Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, film etkinliklerine 13 Şubat1 Mart tarihleri arasında İsveç Kültür Başkonsolosluğu işbirliğiyle düzenlenen ‘Bergman ve Kadınlar’ adlı film programı ile devam ediyor. Programda yer alan 8 film 1950’lerden 1970’lere kadar uzanan Bergman’ın işlediği değişik kadın ana karakterlerin hikayelerinden oluşuyor. Ayrıca Bergman’ın son dönemlerini kameraya alan Bergman Adası belgeseli de programda gösterilecek. Filmler orijinal formatlarında 35mm ile gösterime sunulacak. Pera Müzesi’nde ‘Bekleyen Kadınlar/Secrets of Women’, ‘Monika’yla Bir Yaz/Summer with Monika’, ‘Kadın Düşleri/’Dreams’, ‘Yaşamın Eşiğinde/Au Seuil de la Vie’, ‘Bütün O Kadınlardan Söz Etmeden/To Say Nothing About these Women’, ‘Persona’, ‘Çığlıklar ve Fısıltılar/Cries and Whispers’, ‘Güz Sonatı/Autumn Sonata’ filmleri izleyiciyle buluşacak. Sinema sektöründeki birkaç “dahi”den biri olarak görülen Bergman, günümüzde var olan ödüllerden birçoğunu aldı. Jungfrukällan (1960; Erden Pınar), Såsom i en spegel (1961; Aynadaki Gibi) ve Viskingar och rop (1973; Çığlıklar ve Fısıltılar) adlı filmleri, En İyi Yabancı Film dalında Oskar ödülüne layık görüldü. Zamanla Bergman’ın filmleri daha derin bir nitelik edindi, insan psikolojisini, insan duyguheyecanlarını daha sorgulayıcı hale geldi; İsveçli yönetmen, çoğu zaman seyirciyi şoke edecek kadar yoğun filmlere imza attı. TÜRKİYE SEVDALISI: ARIN Yönetmenliğini Berrin Avcı Çölgeçen’in yaptığı ‘Bir Türkiye Sevdalısı Süha Arın’ belgeselinin galası bugün saat 17.00’de Pera Müzesi Sinema Salonu’nda gerçekleşecek. ‘Belgesel Sinemacı Yönüyle Sabahattin Eyuboğlu’ ve ‘Yaşamı ve Belgeselleriyle Suha Arın’ adlı iki kitabı bulunan yazar ve akademisyen Berrin Avcı Çölgeçen’in yönetmenliğini yaptığı belgesel, Türk belgesel sinemacılığının ‘yüz akı ve büyük ustası’ olarak tanımlanan Süha Arın’ı anlatıyor. Süha Arın, 40 yıl süren üretken meslek yaşamında, çok sayıda ulusal ve uluslararası ödüle değer görülen otuzun üzerinde yapıta imza attı. Filmlerinde Anadolu kültürünün ve Türk toplumunun çağdaş ve geleneksel değerlerini, sosyal ve siyasal konuları bir Cumhuriyet aydını duyarlılığıyla işleyen Arın, belgesel yönetmenliğinin yanı sıra eğitimci kimliğine de sahipti. 1973’te Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nda başlayıp, Ankara ve İstanbul’daki çeşitli üniversitelerde sürdürdüğü öğretim görevinde, aralarında günümüzün ünlü yönetmenleri, gazetecileri ve akademisyenlerinin de bulunduğu çok sayıda öğrencinin yetişmesine katkıda bulundu. Suha Arın, bugün gerek eserleri, gerekse belgesel sinema eğitimine getirdiği yaklaşımıyla Türk Belgesel Sinemasının ‘Büyük Ustası’ olarak kabul ediliyor. Çölgeçen ve Süha Arın’ın kardeşi Reha Arın’ın katılımıyla gerçekleşecek gala tüm sinemaseverlere açık. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle