Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
7 ŞUBAT 2009 CUMARTESİ 3 Cumartesi Şairi Büyükbabam, babam, ben Küçük oğlan, kız, damat Gelişimiz teker tekerdi Gidişimiz cümbür cemaat.. (Hiroşima ) MELİH CEVDET ANDAY Benim ne vücudum ne de ruhum satılık Bilinmezler, kayboluşlar, gerçekten kaçışlar belki gerçeği bilemeyişler, korkular, yalanlar... İnanmak ama neye ya da kime... Yersiz ve zamansız bir köy. Hasan Ali Toptaş’ın yazdığı, diliyle, kurgusuyla büyük beğeni toplayan, hatta yayımlanmadan Yunus Nadi Roman Ödülü’nü alan ZUHAL kitabı Gölgesizler’in hikayesinin köy burası. Hayal gücüyle AYTOLUN yaşandığı okuyanı bir anda içine alan kitap, Hakan Karahan tarafından projelendirilip, Ümit Ünal yönetmenliğinde sinemaya kazandırıldı. Gölgesizler’i konuşmak üzere buluştuk Karahan’la. Film için öncelikle “Kitap ve sinemaya aşkım için yapılmış bir filmdir bu” dedi. Sinemadan, edebiyattan konuştuk Karahan’la. İçinde duvarları olmayan, zihni berrak, her türlü zorluğu deneyecek kadar kendini bilen biriyle tanıştık. 2003 yılında genel müdürken değiştiğini, bu kalıplara sığamadığını farkedip bir kapıyı kapatıp çıkmış ve şimdi de kendini zorlu bir kapıdan girerken bulmuş biriyle... Fiks mönü ? Kaşarlı Dişli Köfte ? Condoleezza Rice’lı Kereviz İstatistik.. Tak.. Tik.. Tak.. Herkes şikayetçi abi!.. Ama halk memnun abi.. Hasan Ali Toptaş’ın Yunus Nadi Roman Ödülü’nü aldığı kitabı Gölgesizler, bankacılık sektöründen ayrıldıktan sonra sanat dünyasına yönelen Hakan Karahan yapımcılığında beyazperdeye uyarlandı. Film 27 Şubat’ta vizyona girecek. Espirisentır İki meslek iki görüş CAMBAZ: Düşündükçe tel tel dökülüyoz be abi.. HAREKET MEMURU: Koşuyosan yürü.. yürüyosan dur.. ayaktaysan otur.. Burç sentır Başak burcundaki kardeşim bu hafta gene gaza gelme ihtimalin bööyük.. Yalnız dikkat kendini bu kez çöl yerine kutuplarda bulabilirsin.. Hayırlı gazlar.. BÜYÜ GİBİ... Neden Gölgesizler? Ve neden bir edebiyat eserinin sinema uyarlaması? Sağır Oda dizisinde senaryo ekibiyle çalışırken girdi içime bu zehir. Büyü gibi. Senaryo yazıyorsunuz, sonra ekranda onu izliyorsunuz. Uzun süre setlerde ve kelimelerin arasında sürünürseniz bu ıstırap zevk haline dönüşebiliyor. Özgün bir senaryo yerine mutlaka Türk bir yazarın edebiyat eseri ile başlamak istedim. Toptaş, 1994 yılında yazmış. Yıl 2008. 13 yıldır millet uyuyor mu? O kadar kötü filmler ve senaryolar var ki... Bu kadar muhteşem bir kitap 13 yıl geçer ve benim gibi ilk prodüksiyonunu yapmak isteyen birine nasip olur! Türk sinemasında böyle bir örneği yok zaten. Sonra anladım onu. O kadar zor ki bunun filmini çekmek. Onun için elalem elini uzatmaya korkmuş. Ben kitabı okurken filmi gördüm. Önce kendim yazdım senaryoyu. Öncelikle siz giriştiniz senaryoya yani? Ben romana çok sadık kalarak yazdım. Yönetmen olarak Ümit Ünal tavsiye edildi. Ümit’in benim senaryomdan muhteşem bir film yapacağına inanıyordum. Ama “Senaryoyu ben yazmazsam bu filmi çekmem” dedi. Senaryomu çekmeceye koydum, “Peki” dedim. Ümit bir senaryoyla döndü. Çekmeceye koyduğum senaryomu bir de kitledim kimse görmesin diye. Ümitin yaptığı iş o kadar güzeldi ki. Hasan Ali Toptaş’ın müdahalesi oldu mu? Önerileri oldu. Hasan Ali’nin bu konuyla ilgili çok hoş bir lafı var: “Tabiî ki senaryo kitaptan ayrılacaktır. Eşyanın tabiatı böyledir. Bir tanesini ben aydınlıkta yazarım, ötekisini siz karanlıkta seyredersiniz.” Muhteşem şarkı sözleri yazdı Candan (Erçetin). Şarkının sözlerini de yazdım önce. Onu da Candan bu sözleri yazdıktan sonra aynı çekmeceye kilitledim. Türkiye bunları konuştu Vay be.. Breh breh breh.. Helal ossun.. İşte bu.. Koçum benim.. Büyüksün.. Moderen zamanlar Saat kaç?.. Van minit.. Einstein İstanbul’da Aahhh dişim!.. N’oldu?.. Atom çekirdekliymiş.. Yeni.. yeni.. yeni.. Artık bizim de bir “PET ŞOP” umuz var!... Burası yalnızca “İNSANİ” şeylere açık olucak.. Bu haftaki konuğumuz etkili sağanak çizer ERRRCAAAN AKYOOOOL!... Kitap ve sinemaya aşkım için... Dizilerde kitaptan uyarlanıyor ancak neden sinemada böyle bir eksiklik var? Bu film tetikler mi? Bence tetikler. Fark edilse iyi olur. Gölgesizler’in beyazperdedeki başarısı, Hasan Ali Toptaş’ın sinema yoluyla da bir yazar olarak tanınıyor olması bu kapıyı açacaktır. Yapımcılar elini taşın altına koymaya mı korkuyor yoksa vizyon mu eksik? Türk Sineması’nda izlenen dört film arasında birinci sırada Recep İvedik, ikinci sırada Kurtlar Vadisi Irak, sonra AROG ile Babam ve Oğlum yer alıyor. Ekonomik koşullar, yaşam şartları, eğitimsizlik... Zaten dertli olan insanı ağlatmak yerine, bir komedi yapmayı tercih ediyorlar. Böyle kolay para kazanmak varken bir edebiyat eserini bizim prodüktör kitlemiz düşünmez. Yapımcı geliştirmemiş kendini. Peki ya izleyici? ‘Seyirci ne istiyorsa onu çekelim’ demek mi doğru yoksa ‘Seyirciye öyle değişik şeyler seyrettirelim ki onları da eğitelim’ demek mi? Gölgesizler benim kitap ve sinemaya olan aşkım için yapılmış bir filmdir. Nasıl 2003’te iş hayatında kimsenin çıkamadığı kapıdan çıktım. Şimdi de kimsenin giremediği kapıdan girerim. Sinemadaki hareketlilik sürecek mi sizce? Biz yeni kuşağız. Hareketin süreceğine inanmasaydım girmezdim. Narsist Film’i Türk edebiyat eserlerini Türk Sineması’na kazandırmak için kurdum. Planım işlemedi diyelim, başarısızım. Çekilirim sektörden. Kitaplarımı yazarım. Bu saatten sonra bir iş yapayım, voleyi vurayım gibi isteklerim yok. Geriye güzel şeyler bırakmak istiyorum. kamilmasaraci?gmail.com Yeşilçam Ödülleri’nde halk oylaması Turkcell’in ana sponsorluğunda ve Beyoğlu Belediyesi ile TÜRSAK Vakfı’nın işbirliğiyle düzenlenen, Türkiye’nin en geniş katılımlı jürisinin belirlediği ‘Yeşilçam Ödülleri’nde bu yıl bir ilke imza atılıyor. Yeşilçam Ödülleri’nin özel kategorisini oluşturan Turkcell İlk Film Ödülü’nde, sinemaseverler favori filmlerini kısa mesaj oylarıyla destekleyerek ödül sürecine katılabilecekler. Oy veren her 100. kişi ödül törenine iki kişilik davetiye şansı kazanacak.Turkcell İlk Film Kategorisi’nde aday filmin adını yazıp 5201’e kısa mesaj atan Turkcell müşterileri oylama sürecine dahil olarak beğendikleri filmler için birer kez oy kullanabilecekler. Turkcell İlk Film Ödülü adayları, “Sonbahar, Devrim Arabaları, Gitmek, Bayrampaşa: Ben Fazla Kalmayacağım ve 120” filmlerinden oluşuyor. Turkcell İlk Film Kategorisi’nde aday filmini oylayan kullanıcılar arasından her 100’üncü SMS’i gönderen kullanıcı, 3 Mart’ta Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nda gerçekleştirilecek ödül törenine katılma hakkı kazanacak. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla bu yıl ikinci kez gerçekleştirilecek olan ve yine ‘En İyi Film Ödülü’nün Bakanlık adına verileceği ‘Yeşilçam Ödülleri’ iki aşamalı ve en geniş katılımlı jüri sistemiyle “Türkiye’nin Sinema Ödülleri” olarak öne çıkıyor. Geçtiğimiz sene “Türk Filmleri Yarışıyor, Türk Sineması Kazanıyor” sloganıyla yola çıkan ‘Yeşilçam Ödülleri’nde bu yıl toplam 47 film yarışıyor. Filmleri Ulusal Sinema Platformu üyelerinin, sektör temsilcilerinin, sinema yazarlarının ve 2009 ödüllerine aday filmlerin yaratıcılarından oluşan 600 kişilik jüri değerlendirecek. İnsanlar değişir 21 yıllık çalışma hayatınızdan yöneticiyken ayrıldınız. O sektörü, genel müdür olmayı istiyordum. Seviyordum işimi. 3543 yaşları arası ise bana sıkıcı geliyordu artık. Krizler birbirinin aynı, insanlar klişe, yapmacık, birbirinin aynı... Bu çarkın bir parçası olmak istemedim. Demek ki insanlar değişiyor. Bitmiş evlilikler gibi. Eşinize elinizi bile süremezsiniz ama o evden de çıkıp gidemezsiniz. Çünkü dışarıda alınacak büyük bir risk vardır. Ben öyle bir şeye razı olamam. İnsanlar kalıplara sıkışıyor, karar almakta güçlük çekiyor tabii. Hiç kimse köşeye sıkışıp canı yanmadıkça bu kararı alamaz. Demek ki manevi olarak, kendime ne ifade ediyorsam, köşeye sıkışmışım ve canım acıyor. Yoksa hiçbir şey yapmayıp, ayağımı da masanın üzerine koyup, mış gibi yaşayıp o maaşları her gün ve her yıl cebime koyardım. Ama benim ne vücudum ne de ruhum satılık. İnsanlar severek ve isteyerek yapıyorsa olur tabii. Neye mahkumsa, herkes kendi hayatından mesul. Peki birikiminiz veya garantiniz var mıydı? Bu ülkede neyin garantisi olabilir ki. İnsanın kalıplarını aşabilmesi için tek gereken motivasyon, canının yanacağı kadar köşeye sıkışmış olması. O zaman işten, eşten, paradan ve ünvandan da vazgeçersiniz. İnsanın böbreğinde taşla yaşaması gibi bir şey. Atmanız lazım onu. Bankacılık birikimim ne olacak? 21 yıl eşek bağlasınız öğrenirdi. Benim birikimim başka türlü. Ben hayatta bir koltukta 35 karpuz taşımaya önem veririm. 60 yaşında, emekli olduktan sonra dünyayı gezmeye çalışan ya da yeni bir hobi edinmeye çalışan insanlardan değilim. C MY B C MY B