10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

7 ŞUBAT 2009 CUMARTESİ 7 Profesyonellik söylemlerle yürümüyor Suriye’nin ilk cumhurbaşkanı Suphi Bereket’in yakın akrabası Beste Bereket, ilk filmiyle aldığı Altın Portakal’la uzun süre tartışılmıştı Beste Bereket, ilk filmi “Türev” (2005) ile henüz 22 yaşındayken hem Altın Portakal’ı hem de Sadri Alışık sinema ödülünü kazandı. Bedensel performansının doruğunda olduğunu söyleyen bu genç ve yetenekli aktris, tiyatro sahnesinden inip dizi setine koşturuyor ve hayalini ALPER ve uçta roller süslüyor. TURGUT zorlu Beste’nin baba tarafı Arap kökenli... Suriye’nin ilk cumhurbaşkanı Suphi alperturgut.blogcu.com Bereket, onun yakın akrabası, gazeteci Mithat Bereket ise kuzeni... Arnavut asıllı annesi Çiğdem Hanım’ın büyük dedesi de Osmanlı İmparatorluğu’nun Bağdat Valisi imiş. Peki, Beste adı nereden geldi derseniz, babası Hasip Bereket resmen hayatını müziğe adamış. Zaten Beste de; “Oyunculuğa âşık olmasaydım, kesinlikle müzikle uğraşırdım” diyor. O, boş zamanlarında kısa film senaryosu, şiir ve öykü yazıyor, akrilik resim ve yağlıboya tablolar yapıyor, Uzak Doğu felsefesiyle ilgileniyor. Ve siz bakmayın onun ufak tefek haline; Beste aynı zamanda iki yıldızlı bir dalgıç ve evinin salonuna kum torbası koyacak kadar savunma sanatı Wing Chun ile haşır neşir... Beste Bereket’le oyunculuktan girdik, dünya meselelerinden çıktık. Gölgelerin gücü adına SİNEM DÖNMEZ Karagöz ve Hacivat’ı, Tuzsuz Deli Bekir’i, Beberuhi’yi hatırlamayan yoktur. Bizim ilk öğrendiğimiz gölge oyunu onlardı zira. İstanbul Modern’de açılan Gölgeye Övgü, geleneksel gölge tiyatrosunun 20. yüzyıl başında sinemaya ve günümüz çağdaş sanatına etkilerini keşfetmeye çağırıyor izleyenleri. Gölge tiyatrosunun Türkiye ve Yunanistan’daki köklü geçmişinin çağdaş sanata etkilerini yansıtan sergi, dans, opera ve müzik içeren gölge tiyatroları, siluetler, çizimler, metinler, elyazmaları, filmlerle birlikte 100’den fazla yapıt sunuyor. Video, çizim ve heykellerin arasında masal gibi bir dünyaya adım atılan sergide zamanın nasıl geçtiğini anlamak mümkün değil. Kendi gölgenizden başkalarının gölgelerine uzanan sergi, gölgenin ustalarını bir araya getirirken, sergide bugünün sinemasına ilham vermiş pek çok eserle karşılaşma imkanı buluyor, gölgelerin günümüz sanatını ne kadar etkilemiş olduğunu görebiliyorsunuz. Küratör Paolo Colombo’nun bir masal diyarına benzettiği Süreli Sergiler Salonu’nda sergi siluetleriyle izleyenlerin siluetleri birbirine karışırken, çok eskiden elektrik kesildiğinde mum ışığında duvarda yaptığımız iki elle fil, kuş ya da kurt köpeği gölgesini yeniden yapabilirsiniz... Bu arada Prens Adam’ın HeMan’e dönüşürken söylediği ‘Gölgelerin gücü adına’ repliğini de hatırlamanız mümkün tabii ki... Size tavsiyemiz bir ya da iki saatliğine değil, birkaç saatinizi ayrıabileceğiniz, yetişecek işiniz olmadığı bir gün seçmeniz. Önünüzde uzun bir zaman dilimi var, sergi 6 Mayıs’a kadar açık. Çünkü gerçekten tam bir gün geçirebilir, birkaç saatliğine de olsa yapacak işleri unutmanın, bir yerlere yetişmenin sıkıntısından kurtulmanın keyfine varabilirsiniz Gölgeye Övgü sergisinde. GERÇEK HAYAT BAMBAŞKA Üniversitede fizik bölümünü kazandınız ancak siz konservatuarı tercih ettiniz. Neden? Lisede sayısal bölümündeydim ve ardından İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü’nü kazandım (babası müzisyenliğinin yanı sıra fizik ve işletme mezunu). Ancak tek hayalim oyuncu olmaktı. Ailem de mutlu olacağım işi yapmam konusunda beni destekledi. Lise hazırlıktayken Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin tiyatrosunda çalışmıştım. Net bir karar verip, Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne girdim ve şimdi haklı olduğumu düşünüyorum. Ne yalan söyleyeyim, matematiğin de çok faydasını gördüm. Örneğin birisiyle konuştuğum zaman, eğer karşımdaki matematikten anlıyorsa sohbet daha keyifli geçiyor. Kardeşim Yiğit ise hukukta öğrenci... O, biri Cumhuriyet savcısı diğeri hâkim olan dedelerimin yolundan gitmeyi tercih etti. Konservatuarda öğrencilik ve profesyonel oyunculuk... Teori ile pratik arasında dağlar kadar fark var değil mi? Dört yıl boyunca gece gündüz demeden çalışıyorsunuz, neredeyse okuldan hiç çıkmıyorsunuz. Herkes idealist ve mezun olduktan sonra sadece tiyatro yapacağımızı birbirimize fısıldıyoruz. Dizilerde oynamayı iğrenç buluyoruz, oynayanlara burun kıvırıyoruz. Ancak gerçek hayat bambaşka... Profesyonellik söylemlerle yürümüyor, yalnızca yaptıklarınız ve yapacaklarınızla var olabiliyorsunuz. Karagöz’den La Fontaine’e Gölgeye Övgü, sadece sanatseverlere değil, sinema, animasyon ve gölge tiyatrosunun tarihine ilgi duyan ziyaretçilere ve her yaştan geniş bir kitleye sesleniyor. Sergide Haluk Akakçe, İsveç’ten Nathalie Djurberg ve Jockum Nordström, Güney Afrika’dan William Kentridge, Finlandiya’dan Katariina Lillqvist, Almanya’dan Lotte Reiniger, Yunanistan’dan Christiana Soulou, Polonya’dan Ladislas Starewich, Büyük Britanya’dan Andrew Vickery ve A.B.D.’den Kara Walker’ın işleri ve filmleri yer alıyor. Sergiye girişte Karagöz karşılıyor ziyaretçileri. Ara Güler’in Hayali Küçük Ali’nin Karagöz oynatırken çektiği fotoğrafları görebilirsiniz. Ayrıca, Karagöz ve Yunanistan’daki ismiyle Karaghiozis üzerine yazılmış kitaplar, oyun esnasında çalan plaklar da nostaljik bir şekilde sergileniyor. İsterseniz Turkish Cultural Foundation’ın 2007 yılında oluşturduğu “Geleneksel Türk Gölge Tiyatrosu: Karagöz” adlı DVD setinden çeşitli Karagöz oyunları ve bu oyunların sahne arkasını da izlemeniz mümkün. Bir cep sinemasına benzeyen alanlarda sanatçıların video gösterimleri bulunuyor. Örneğin Haluk Akakçe’nin video çalışması gölgeleri aslından önce gelen figürleriyle sadece gölgelerin bile ne kadar estetik olduğunu gözler önüne seriyor sergide. İpnotize eden bir etkisi olan Akakçe’nin videosu saatlerce baksanız gözünüzü yormayacak hatta dinlendirecek nitelikte. Her video Akakçe’ninki kadar sakin değil tabii ki. Nathalie Djurberg’in pastadan insanlara benzeyen kil animasyon tekniğiyle gerçekleştirdiği “Cesur Madeleine” ve “Viola” adlı videolarını izleyebilir, neşeyle gülümseyebilirsiniz. Filmlerinde kendi yaptığı kuklaları oyuncu olarak kullanan Katariina Lillqvist’in sergide iki filmi ve filmler için yaptığı el işi kukla ve dekorları bulunuyor. Franz Kafka’nın A Country Doctor (Köy Doktoru) adlı öyküsünden uyarladığı ‘Köy Doktoru’ ile ‘Genç Kız ve Asker’de savaşa özellikle de Saraybosna mültecilerine gönderme yapıyor. Serginin önemli sanatçılarından Kara Walker, sergiye gölge oyunları, video animasyon, çizim ve siluetleriyle katılıyor. Genellikle kölelik, ırk, toplumsal cinsiyet konularını işlediği çalışmalarında kölelik kavramını vurgulamak için siluetler kullanıyor. William Kentridge’in sergide yer alan önemli işleri arasında, Mozart’ın “Sihirli Flüt”ünün kısaltılmış bir yorumu olan “Flütü Hazırlamak” için gerçekleştirdiği ön çizimler ve minyatür tiyatro maketi var. Sergide ayrıca 1920’lerde ilk siluet filmlerini yaratan, esin kaynağı Karagöz olan, Almanya’nın öncü sinemacısı Lotte Reiniger’ın sinema tarihinin ilk uzun metrajlı animasyon filmi “Prens Ahmet’in Maceraları da izlenebilir. Filmlerinin tüm kuklalarını tasarlayıp, üreten, aynı zamanda senaryo yazarı, sahne tasarımcısı, ışıkçı, ses teknisyeni ve yönetmen olarak görev yapan Ladislas Starewich’in küçük ekibi, kızları Irene ve Nina ile eşi Anna’dan oluşuyor. Tim Burton gibi çağdaş sinemacıları etkileyen Starewich, La Fontaine’in fabllarına dayanan öykülerini mizah, ironi ve müthiş bir teknik beceriyle harmanlayarak özgün yorumlar yaratıyor. Oyuncular sorunlara karşı hassas olmalı “Sürmanşet” adlı tiyatro oyununda Dolunay Soysert’le olan kadın kadına öpüşme sahneniz çok konuşuldu. Sadece bunu görebilmek için tiyatroya gelenler var mıdır? Sürmanşet, konservatuardan sonraki ilk tiyatro oyunum... Seyircinin oyuna ilgisi gayet iyi, üstelik eleştiriler de pozitif. Ama öpüşme sahnesi ön plana çok çıktı ve reklam unsuru oldu. Bunun farkındayım ve üzerinde konuşulmasını da normal karşılıyorum. Aslında iki kadının öpüşmesi, canlı performansın 5, 6 saniyesine denk geliyor. Bir öpüşme sahnesi, insanların politik bir drama olan Sürmanşet’i izlemelerini sağlayacaksa benim açımdan herhangi bir sakıncası yok. Bunun dışında Dot Bilsar’da sahnelenen “Vur / Yağmala / Yeniden” adlı oyunda da yer alıyorum. Bu oyunun savaş karşıtı sert söylemleri var ve seyirciyi çarpmasını biliyor. açtığı kesin... İki Süper Film Birden ise çok sevdiğim ve içinde yer almaktan büyük keyif aldığım, hem güzel hem de özünde derdi olan bir projeydi. Filmin yönetmeni Murat Şeker ise arkadaşımdır, onunla çalışmayı çok istemiştim. Sonradan anlaştığım üç film projesi ise ertelendi. Her zaman işler umduğunuz gibi gitmiyor, yılmadan çalışmak ve sabretmek gerekiyor. Nasıl bir rol sizi memnun eder? Güzel bir komedi veya sıkı bir dramda oynamayı çok isterim. Uçta roller ve sınırlarımı zorlayacak yönetmenler... Benim arzum işte bu... Bedensel performansımın zirvesindeyim ve henüz potansiyelimi kullanmamış durumdayım. Umarım istediğim rolleri, en verimli çağımda, genç ve güçlüyken oynarım. Kendimi kıyasıya eleştiren bir yapım var, memnuniyetsizliğim ise had safhada... Bu beni gerçekten hırpalıyor ve yıpratıyor. Peki, dünya meselelerine de kafayı takıyor musunuz? Gazze’de yaşanan kıyımı, Afrika’daki açlığı, ekonomik kriz bahanesiyle işten atılan işçileri gördükçe tüm kişisel sorunlar bir anda anlamsızlaşıyor. Bu beni üzüyor ve derinden sarsıyor. Belki duyarlı olmak çözüm getirmiyor ancak oyuncuların sosyal sorunlara karşı hassas olmaları şart. Para yardımı yaparak, sosyal sorumluluk projelerinde yer alarak da sorun çözülmüyor ama bir yerden de başlamak gerekiyor. Özellikle eğitim sistemi bin beter... İnsanlar kabalaşıyor, karşısındakine saygı duymuyor, tanımadığı insana hakaret ediyor, küfür savuruyor, arabasını yayaların üstüne sürüyor. Toplum giderek yozlaşıyor ve sanırım medeniyetin en büyük düşmanı da bu... Gölgeli çizimler Sergide sadece videolar yok elbette. Çizim ya da kolaj tekniklerini kullanan Jockum Nordström, sergiye dönemden döneme atladığı, popüler kültürün, geleneksel masalların, cinselliğin ve arzunun iç içe geçtiği, hem derinliği hem de genişliği olan sahnelere hayat verdiği karmaşık anlatılarla katılıyor. 18 ve 19. yüzyılı günümüzle karşılaştırdığı işleri hayli dikkat çekici. Sergiye 70 çizimlik bir dizi olan ‘Su’ adlı yapıtıyla katılan Christiana Soulou, çizimleriyle, sürekli değişen, hareketli ve her duygu geçişinde kendini dönüştüren bir iç dünyayı irdeliyor. TOPLUM YOZLAŞIYOR Artık eski sayılabilecek bir dizi olan “Parmaklıklar Ardında”ya yeni katıldınız... Kadın mahkumların yaşadıkları sorunları ve cezaevi hayatını gözler önüne seren dizinin senaristi Feride Çiçekoğlu, balıkçı Hilal rolünü benim için yazdı. Babasını denizde kaybeden Hilal, okulunu bırakmış ve zorunluluktan balıkçılığa başlamış. Onun bakmakta yükümlü olduğu üç kardeşi var. Dizi, Sinop’ta çekiliyor ve hafta içi orada kalıyorum. Sinop çok güzel bir kent ancak İstanbul’dan gelen birinin alışması zaman alıyor. Dizinin seti, Tarihi Sinop Cezaevi’nde kurulu... Orayı gezdiğinizde nice yaşanmışlıklar, acılar ve hatıralar içinde kayboluyorsunuz. (...Sinop Kalesi’nden uçtum denize / Tam üç gün üç gece göründü Rize... Dört bin yıllık Sinop Kalesi, 1568 yılında zindana çevrildi. Tarihi Sergi süresince etkinlikler Sergi süresince yediden yetmişe herkese seslenen geleneksel ve modern Karagöz yorumları, kukla, ortaoyunu, gölge oyunu gibi geleneksel türlerden yola çıkılarak oluşturulan oyunlar sunuluyor. Sergi kapsamında Tiyatrotem, Cengiz Özek Kukla Tiyatrosu ile Akbank Karagöz ve Kukla Tiyatrosu çeşitli gösteriler yapıyor. Müzenin alt katında ve sergi salonunun girişinde yurtiçi ve yurtdışından hem özel hem de devlet koleksiyonlarından bir araya getirilen Karagöz ve Karaghiozis’le ilgili çeşitli tasvirler, yayınlar sergilenerek filmler gösteriliyor. Sergi İstanbul’dan sonra 23 Mayıs 26 Temmuz tarihleri arasında da Atina’daki Benaki Müzesi’nde yer alacak. yapı 1999’dan bu yana da müze olarak ziyaretçilere açık) Sinemaseverler sizi “Türev” ve “İki Süper Film Birden”den hatırlıyorlar. Geriye dönüp baktığınızda ilk filmle ödül kazanmak şans mı getirdi, yoksa ağır bir yük mü? Türev’le Antalya’da ödül kazandığımda jüri başkanı Ferzan Özpetek, üyeleri Nuri Bilge Ceylan, Yılmaz Erdoğan ve Zuhal Olcay idi. Sinemanın içinden gelen isimlerden bu ödülü almak mutluluk ve gurur vericiydi. Altın Portakal’ı aldığımda 22 yaşındaydım, bir ay boyunca tartışması sürdü, ilk filmle ödül mü alınır diyerek... Bu tür haksız eleştirilerden elbette etkilenmişimdir. Sonuçta ödülünüzü oturup yemiyorsunuz, sarıp sarmalayıp, onunla uyumuyorsunuz. Özellikle konservatuar mezunu yetenekli birçok arkadaşın iş bulmakta zorlandığını göz önüne alırsak, ödülün bana şans getirdiği, önümü C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle