19 Kasım 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sinema VİZYON ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? (I Skoni Tou Hronou) Theo Angelopoulos’un yönettiği filmin başrollerini Willem Dafoe, Bruno Ganz, Michel Piccoli ile Irene Jacob paylaşıyor. Angelopoulos’un uzun zamandır beklenen yeni filmi Zamanın Tozu, Ağlayan Çayır ile başlayan ve yönetmenin 20.yüzyılı kişisel bir bakış açısıyla ele aldığı üçlemenin ikinci filmi. Angelopoulos bu kez, Stalin’in ölümünden Watergate skandalına, Vietnam savaşından Berlin duvarının yıkılışına, belki de son elli yılda 20. yüzyıla damgasını vurmuş olaylara ve günümüze bir yolculuk yapıyor. Yönetmen A. yarıda bıraktığı filminin çekimini tamamlamak üzere Roma’daki stüdyosuna geri döner. Film, A.’nın annesinin hayat boyu büyük aşk yaşadığı iki adamla olan ilişkilerini anlatmaktadır. Karakterler birbirlerini bir bulup bir yitirir, 20. yüzyılın ikinci yarısının önemli olaylarını kateden bir yolculukta Sibirya, Kuzey Kazakistan, İtalya, Almanya ve Amerika’da birbirlerini ararlar. (Ne Te Retourne Pas) Marina de Van’ın yönettiği filmde Sophie Marceau, Monica Bellucci, Andrea Di Stefano ile Thierry Neuvic rol alıyor. Sophie Marceau ve Monica Bellucci, fiziksel olarak yavaş yavaş başka birisine dönüşen bir kadının hikayesinin anlatıldığı psikolojik gerilimde bir araya geliyorlar. Evli ve iki çocuklu bir yazar olan Jeanne (Sophie Marceau), evinde huzursuzluk verici değişimler olduğunun farkına varır. Kendi bedeni de değişmeye başlamıştır ama etrafındaki kimse bunları görmemektedir. Ailesi bu korkuları, yeni kitabını yazmakla ilgili stresine bağlasa da, Jeanne daha derinlerde başka bir şeyler olduğunu bilmektedir. Annesinin evinde bulduğu bir fotoğraf onu İtalya’da bir arayışa sürükler. Artık başka bir kadına (Monica Bellucci) dönüşmüş olan Jeanne, kimliği hakkındaki şaşırtıcı gerçekleri burada öğrenecektir. ? Dönüşüm ? Zamanın Tozu Bari adını koysaydınız Kötülük kötülüğü doğurur Sinemada bazı yönetmenler kötülüğün kökenlerini, insanın içindeki canavarı metaforik olarak anlattılar. İçlerinden bazılarıda izleyicinin dayanıklılık sınırlarını zorladılar. Peter Brook, ASLI Golding’ten uyarladığı SELÇUK William Sineklerin Tanrısı’nda (1963) uçak kazasından sağ kurtulabilen delikanlıların ıssız bir adadaki yaşam savaşımlarını işledi. İki genç zıtlaşıp çekişerek erk yarışına girişince şiddet ve barbarlık başgösterir. Salo ya da Sodom’un 120 Günü’nde (1975) Pier Paolo Pasolini, İkinci Dünya Savaşı sonunda hiçbir kaygıları olmayan, tabu tanımayan bir cumhuriyeti didik didik eder. İnsanın insana yaptığı mutlak dehşeti vurucu, beklenmez görüntülerle zorlukla izlersiniz. Possession’da (1981) Andrzej Zulawski, söylemlerin söylemindeki gibi her insanda varolduğu savunulan canavarlık ortamını bulur bulmaz sahnede yerini alıverir. Gus Van Sant, Fil’de (2003) bir Amerikan lisesinde iki ergenin devinen herşeyin üstüne onlar sanki birer nesneymiş gibi ateş etmelerini saptar. Kötülük sevgi eksikliğinden, yasaların yöneticilerin elinde uğradığı görecelikten, özgürlük yoksunluğundan, dayanakların yitirilmesinden kaynaklanabilir. Michael Haneke’nin Altın Palmiye ödüllü Das weisse Band (Beyaz Kurdele/2009) filmi de kötülüğün kökenlerini deşiyor. zamanki gibi kötülük Haneke sinemasının merkezindedir. Sinemacı Alman faşizmiyle ilgili çok film yapıldığını, oysa kötülüğün kökenlerini işleyen çok az film olduğu düşüncesinden yola çıkarak Beyaz Kurdele’yi gerçekleştirmiş: “Salt Nazizm’le değil terorizme, köktenciliğe götüren sistemlerle ilgili bir film yapmak istedim. Politik ya da dini bir ideolojiyle nasıl bu denli akılsızca bütünleşilebilinir sorusunu sordum” diyen Haneke filminin gerçekçi ama doğalcı olmadığını açıklıyor. Evliliğe gün sayan saf bir gelin ile damadın tuhaf şahidi arasında kıvılcımlanan tam tekmil şaibeli ve bizleri kandırmaktan uzak bir aşk öyküsü... Evet, sevi mevzubahisse, her şey mubahtır. ALPER Ancak tereddüde mahal vermeyecek, “Adını Koy”acaksın, bizleri, öncelikle bu aşka TURGUT Sen inandıracaksın. Netice itibarıyla Adını Sen Koy, derdini (varsa şayet) asla anlatamayan ve üstelik tepeden tırnağa vasat bir seyirlik... Şüphesiz önermiyorum. Sanırım, usta yazar John Steinbeck’in, pek meşhur “Fareler ve İnsanlar” adlı romanı (filme de uyarlanmıştır) bilmeyeniniz yoktur. İşte “Abimm”, güzel bir çıkış yakalamasına karşın bir çuval inciri berbat eden ve esinlendiği güzelim hikâyenin de resmen canına okuyan bir film. Şirazeden çıkmamak adına uzak durmakta fayda var. Böylesi bir durumda, ivedilikle vicdan muhasebesi yapılır, fonda da duygular ve mantık çarpışır. Ferman ise bellidir; ya hicrana sürükleneceksin ya da her şeyi göze alıp vuslat adına savaşacaksın. Hazır konuyu John Steinbeck’ten açmışken, onun, “Büyük Buhran”dan süzüp demlediği kült eseri “Gazap Üzümleri” ile ırgat grevinden yola çıkan “Bitmeyen Kavga”yı anmadan geçmek istemem. Ama Steinbeck’in sonu, pek hayırlı olmadı. Ölümüne yakın (1968), ABD’nin Vietnam’ı işgal etmesini savunması, büyük yazara asla yakışmadı. Gerçekten kötü bir final... Abimm, de finalde saçmalamayı kafasına koymuş. Son dönemde çekilen yerli işi filmler, layıkıyla noktalayamamak için adeta işbirliğine girmişler. Umarım, alışkanlık haline getirilmez, böylesi bir garabet gelenekselleşmez. Abimm, ne ararsanız, onu bulabileceğiniz bir yamalı bohça gibi. Ayrıca ellerini de korkak alıştırmamışlar, absürtlük, ağdalı dram, sululuk... Ne varsa içine tıkıştırmışlar. Oyuncuların da aklı karmakarışık... Baksanıza filmin türü hakkındaki yanıtlarına; Mustafa Üstündağ, komedi, Levent Üzümcü, dram, Selen Seyven, aşk, Haldun Boysan, aksiyon, Rüçhan Çalışkur, sıcacık bir aile filmi... Oyuncular frene basamamış, yönetmen Şafak Bal, direksiyon hâkimiyetini kaybetmiş, senarist İlkay Akdağlı, yola mıcır döşemiş ve kaçınılmaz kaza meydana gelmiş, kıpkırmızı “Morgan” marka canım araba, şarampole yuvarlanmış. Mustafa Üstündağ, filme, Kurtlar Vadisi’ndeki Muro’dan esintiler getirmiş, Levent Üzümcü ve Selen Seyven, zihinsel engelli rolüne soyunmadan önce, keşke Sean Penn’in harikalar yarattığı “Benim Adım Sam”i (I Am Sam / 2001) tekrar tekrar izleselermiş. “Muhtar” lakaplı mafya babasının yanında çalışan Çetin, tatlı paraya kavuşmak için yapmayacağı numara olmayan üçkâğıtçı bir heriftir. 30 yıldır görmediği babasının ölüm haberini alan Çetin, mirasa konmak adına Muhtar’a dil döker ve klasik bir otomobili de teslim etmek şartıyla izni koparır. Marmaris’e ulaşan Çetin’in, mirası malmülk değil, varlığından haberdar olmadığı zihinsel engelli ağabeyi Arif’tir. İnsanüstü bir kuvvete sahip Arif’i yanına alarak yola koyulan Çetin, ağabeyiyle kaynaşma çabasına gireyim derken kaza yapar. Bu kaza kardeşlerin yaşamını değiştirir. Çünkü arabalarının zulasında, Muhtar’a ait tonla para vardır. Çetin, şeytana uyar ve mafya babasına kazık atmaya kalkar. Bol mangır ve yeni bir hayat... Ta ki; bela kapılarına dayanana dek... alperturgut@cumhuriyet.com.tr Abimm Avusturyalı sinemacı Haneke ilk filmlerinden beri bıçağı yaraya sokup kemiğe dek kanırtarak en tepkisiz bireyleri bile şöyle ya da böyle uyandırabiliyor. İletişim kuramayan Avusturyalıların (Yedinci Kıta, Benny’nin Videosu, Tesadüfi Bir Kronolojinin 71 Parçası), şiddetle beslenen Amerikalıların(Ölümcül Oyunlar), uzun yıllar süresince Cezayir soykırımını görmezden gelen Fransızların (Saklı) vicdanlarını devindirip sorguluyor. Haneke kuşkusuz çağımızın en kışkırtıcı anlatıcısı. Beyaz Kurdele’de yönetmen Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde Kuzey Almanya’da ki bir kasabanın gündelik yaşamına girerek Alman toplumu üstünden er veya geç faşizmle yüzleşmiş ya da yüzleşecek olan ulusları eleştiriyor. Nazizm’i doğuran kötücüllüğü sergilerken yönetmen geçmişte ve günümüzde tüm totaliter rejimlerin portresini de eksiksiz aktarıyor. Temmuz 1913’te Eichwald kasabasında garip ve trajik olaylar birbirini izlemeye başlar. Bir adam atından düşer, bir köylü kadın hızar makinesinde biçilip ölür, bir lahana tarlası sular altında kalır, bir çocuk sakatlanır, bir kuş çarmıha gerilir. Yavaş yavaş bu olayların ardındaki yalanlar, bayağılıklarda açığa çıkmaya başlar. Bunları yaşayan toplum o denli hiyerarşik bir yapıdadır ki püriten baskılar zaman zaman sadizmle karışır. Kötülük kötülük doğurur. Bu cehennemi, onur kırıcı, küçük düşürücü sarmalı betimleyen dramda Haneke faşizmin, terorizmi doğuran köktendinciliğin ve tüm barbar aşırılıkların metaforunu yapar. Film Birinci Dünya Savaşı’nın duyurusuyla sonlanır. Her Faşizmin metaforu Anlatıcı izleyiciye olayların nasıl geliştiğini tam olarak bilmediğini belirtir. “Herşeyi bildiklerini sanan dönem filmlerinden nefret ediyorum. Bunlar 19. yüzyıl yalanından başka birşey değiller. Ona sunulan gerçeklikten izleyici sürekli kuşku duymalı” diyen Haneke, Beyaz Kurdele’de yeni bir biçeme, köktenciliğe iyice yaklaşarak bunu öyküyle bütünleşmesinden ötürü seçtiğini belirtiyor: “Yalınlık içinde köktenci olmaya çalıştım. Brecht’in dediği gibi karmaşık yalınlık ulaşılması en güç şeydir”. Beyaz Kurdele eğitime, aşağılanmaya da değiniyor. Yönetmen eğitimin getirdiği sorumlulukları, bir ruh, karakter oluşturma sorumluluğunu anlatarak küçük düşürülen, alçaltılan ya da dövülen bir insanın bundan kurtulmak için herhangi bir ideolojiye kolayca sığınabileceğini vurguluyor: “Uzun ve ciddi bir hastalığın acısı unutulabilir ama aşağılanmanın acısı hiç unutulmaz. Bu nefretin temelini hazırlayan koyu, derin bir yaradır. Size bağımlı insanları yeri geldikçe aşağılama tutumuysa bir doyumsuzluk göstergesidir” diyen Haneke filmlerindeki şiddetin ucuz, dışarlak, tecimsel bir şiddet olmadığına dramatik olduğuna dikkat çekiyor. Siyahbeyaz görüntüler, müziğin olmaması, özenli çerçeveler kapalı kapılar ardında gizlenen acımasızlığı alabildiğine duyumsatıyor. Filmin çocuk oyuncuları iki ayda yedi bin çocuk arasından seçildi. Renkli 35 mm çekilen film sonradan siyah beyaza dönüştürüldü. Petrol lambaları ve mum ışığında çekim yapıldı. Haneke, 20. yüzyılın başındaki Alman fotoğrafçı August Sander’in duru, parlak fotoğraflarını filmine görsel referans aldı. Güçlülerin zayıflar, zenginlerin yoksullar, yetişkinlerin çocuklar, Tanrı’nın insanlar üstündeki buyuruculuğunu olağanüstü bir anlatımla yansıtan Beyaz Kurdele umarız sinemalarımızda en kısa zamanda gösterime girer. Dramatik şiddet Ne yalan söyleyeyim, Tuna Kiremitçi’nin hiçbir kitabını okumadım. Köşe yazarlığı olsun, işlediği konular olsun, katiyen ilgimi çekmiyor. Müzisyenliği hakkında kelam edecek halim de yok. Hiç tanımadığım bir insan hakkında, “maymun iştahlı” gibi bir serzenişte de bulunamam. Ancak konu sinemaysa ve ben, kaleyi bulduğum an şut çekmesini seven bir film eleştirmeniysem, üzgünüm ki; top burada benim önüme düşüyor. Ve yapım, kötü bir şaka gibi “Adını Sen Koy” diye ara pası veriyorsa, bu filmin gerçek adını koymamız gerek. Buyurun, malumu ilam; OLMAMIŞ... Anlaşılacağı üzere, filmin senaristi ve yönetmeni; Tuna Kiremitçi... Görüntü yönetmenliğini Soykut Turan üstleniyor, müzikler ise Tamer Çıray’a ait. Başlayalım mı? Senaryo zaafı, dramatik yapı yoksunluğu, diyalogların akıcı ve etkileyici olmaması, yönetilemeyen oyuncular, karakterlerin altındaki derin boşluklar... Saymakla tükenmeyecek, duralım. Sinematografiden ve olay örgüsünden zaten hiç bahsetmeyelim. Gelelim oyunculara... Güneşi Gördüm’de harika bir iş çıkartan Cemal Toktaş, “Kara Köpekler Havlarken”de çıtayı aşamamıştı, Adını Sen Koy da ise oyunculuk adına adeta geri adım atmış. “Issız Adam”da yıldızı parlayan Melis Birkan, lütfen kusura bakma ama keşke oyunculuk yerine başka bir meşgale bulsaymışsın. Bunca noksanlığa rağmen, filme dair dişe dokunur tek şey nedir diye sorsanız? Kuşkusuz, yetenekli aktör Ahmet Mümtaz Taylan’ın verdiği resitaldir derim. Mekân Eskişehir... Altın kalpli delikanlı Can, iflah olmaz bir çapkınken Aybige’ye âşık olmuş ve en nihayetinde durulmuştur. Şimdi ikilinin düğününe bir hafta kaldı. Almanya’dan Can’ın çocukluk arkadaşı Ilgaz da geldi, nikâhta şahitlik yapmak için... Ama o da ne, bizimki (Ilgaz), sadece fotoğrafını gördüğü halde gelin hanıma âşık olmuş. Hayda... Güzel Aybige de (bir nevi sevgi kelebeği) tastamam iki günde sırılsıklam bir aşka yakalandı. Eyvah, Ilgaz’ın intihar saplantılı ağabeyi Harun da kahramanlarımızın arasına karıştı. Anlaşılan o ki; yavaş yavaş kontrolden çıkıyoruz. Artık seyreyleyelim, gümbürtüyü... Lakin emanete hıyanet Adını Sen Koy etmek kolay mı? Adını Sen Koy Bursa’da film şenliği Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği (ÇASOD), Bursa Osmangazi Belediyesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle, 713 Aralık tarihleri arasında bir film şenliği düzenliyor. Bursa Osmangazi Belediye Başkanı ve ÇASOD yönetim kurulu üyelerinin katılımıyla 7 Aralık akşamı Akpınar Kültür Merkezi’nde yapılacak olan şenlik açılış töreni, Devrim Arabaları filminin gösterimi ve film ekibinin katılımıyla gerçekleşecek. Bir hafta boyunca sürecek film şenliği ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? boyunca Devrim Arabaları, Güneşi Gördüm, Beynelmilel, Mülteci, Yolcu, Deli Deli Olma ve Takva filmlerinin gösterimlerini takip edecek söyleşilerde CASOD başkanı Rutkay Aziz, Tarık Akan, Şerif Sezer, Erkan Can, Güven Kıraç, Vahide Gördüm, Altan Gördüm, Altan Erkekli, Halil Ergün, Derya Durmaz, Cezmi Baskın, Can Kolukısa, Numan Çakır gibi pek çok tanınmış oyuncu Bursa’lı sinemaseverlerle bir araya gelecek. (www.casod.org) C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle