Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 5 ARALIK 2009 CUMARTESİ Türkolog ve yazar Beatrix Caner, vasat olduğu iddia edilen bir yazara Nobel ödülü verilmesini değerlendirdi. Müller’in romanlarında çoğunlukla Çavuşesku rejimini eleştirdiğini anlatan Caner, yazarın son romanının da komünist rejim hakkında hastalıklı bir nefret içerdiğini söylüyor. Müller’in adını ünlü Türkolog ve İslambilimci Annemarie Schimmel’le ilgili olumsuz değerlendirmeleriyle duyurduğunu söyleyen Caner, yazarı ırkçı olarak tanımlıyor. Caner, Nobel ödülünün de Batı’ya bir övgü olduğunu düşünüyor. Doğu hep kötüdür ? ? Izİzlenim ÜMRAN BULUT Batı hep iyi... Almanca yayın eksiğini giderdi Beatrix Caner 1954 yılında Romanya’nın Erdel bölgesinde doğdu. Macar azınlığın yoğun olduğu bu bölgede liseyi bitirdikten sonra 1973 yılında ailesiyle birlikte Federal Almanya’ya yerleşti. Frankfurt Üniversitesi’nde Alman Dili ve Edebiyatı, Sanat Tarihi ve Felsefe okumaya başladı. Daha sonra tümüyle Türkoloji’ye yöneldi. 1983’te mezun olduktan sonra aynı üniversitenin Türkoloji bölümünde asistan olarak çalıştı. 198889 yıllarında İzmir’de çağdaş Türk edebiyatı üzerine araştırmalar yaptı. 1998’de “Türkische Literatur Klassiker der Moderne” (Türk Edebiyatı– Modernin Klasikleri) başlıklı ilk kitabını yayımlandı. 2000 yılından beri eşi Mesut Caner ile birlikte Frankfurt’ta kurduğu Literaturca Yayınevi’ni yönetiyor. (www.literaturca.de) Dört dili rahat kullanabilen Beatrix Caner, Almanca’ya yaptığı 20’nin üzerinde çevirinin yanı sıra, bir süre önce de “Tanpınar’s Harmonie” (Tanpınar’ın Huzur’u) adlı monografi çalışmasını yayımladı. Caner, geçen yıl da Ahmet Haşim’in ünlü “Frankfurt Seyahatnamesi”ni Almanca yayımlayarak bu ülkedeki bir büyük eksikliği kapatmayı başarmıştı. Osmanlı döneminde Venedik ve istanbul Müzeler; sanatın, kültürün geçmişten günümüze taşındığı, açıklandığı ve kalıcı çalışmalarla geleceğe aktarıldığı mekanlardır. Kentlilerin ve turistlerin gezip görmeleri ve bilgilenmeleri için kaçırılmaz fırsatlar sunarlar. Şimdilerde Sabancı Müzesi, “Osmanlı Döneminde Venedik ve İstanbul; Namı Diğer Aşk” sergisiyle 15. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan dönemde Venedik ve İstanbul etkileşiminin en ince ayrıntılarını ele alıyor. Sergi, İstanbul 2010 Kültür Başkenti’nin bir etkinliği olarak Venedik Şehir Müzeleri Vakfı’nın işbirliği ile hazırlanmış. Küratörler Dr. N. Ölçer, Prof. G. Romanelli, Prof. G. Belligeri ve Dr. C. Tonini gibi tüm çalışanlar da içtenlikli bir sürecin ardından böylesine ilginç tarihsel dökümanlarla bizleri buluşturmuş olmanın kıvancını yaşamakta haklılar. Venedik ve İstanbul birbirlerine doğal benzerlikleri, tarihsel paylaşımcılıkları kadar zıtlıkları da olan iki kent. Doğu ve Batı’ nın kendilerince en radikal yüzlerini barındırıyorlar. Öyle ya, bu iki kent birbirlerine hem yakın, hem de uzaklar. Nasıl olmasınlar? Yüzyıllar boyunca süren mücadelelerin, savaşların beşiği olma durumlarını birbirlerine karşı nasıl savunmasınlar? Gizlice ya da açık açık birbirlerinden nasıl etkilenmesinler? Onca hayranlığın, saygının sahnelendiği alışverişlerden geçip günümüze ulaşan benzerliklerini nasıl sunmasınlar? Acaba ikisi de bu birlikteliği özlemiş ve kurgulamış mıydı? Sanırım. Sergi de bunun bir göstergesi. Adım adım izletiyor kendisini. 500 yıllık geçmişi ve kentlerin yaşadıkları tüm süreçlerin etkisiyle oluşturdukları ruhlarını tanıtıyor. Ekonomik, ticari, askeri düzeneklerin kazandırdığı bir tablo var karşımızda. ‘Öteki’ne dair bir alıntı olabilecekken aynı zamanda da etkileşimi ve zenginliği içeren bir birliktelik bu. İki kentin geçmişe öykünen yapılarında hiç de yabancı kalmadığımız sanatsal izlerine bakalım: kumaş desenlerini, halı motiflerini inceleyelim. Bazı tavırların nasıl da simge ve öyküsel dillerde birbirlerini yakaladıklarını görelim. Benzeşmenin altında edebi buluşmaların, diplomatik ilişkilerin ya da tarih okumaların ve felsefenin ilişkilendirilmesine uzanalım. Yaşam tarzlarıyla da ilgilenelim. Mimari dokunun biçimlenişine dikkat edelim. Dinsel biçimciliğe, ulaşımı kolaylaştıran gerekliliklere de değinelim. Her iki dünyaya ait estetik duyarlılığa, zarafete yeterince tanıklık edelim, hatta kimin kimi taklit edebilmiş olabileceğini düşündüren zihinsel arayışları deneyelim. Venedik ve İstanbul’u değiş tokuşların ışığından izleyelim. Yani sergiyi gezmeyi tarihe yolculuk anlamına ekleyeceğimiz tüm bu değerlerle sürdürelim. Ne dersiniz? Bence, hem keyif alacak, hem de sevgi ve saygı duyacağız. Sergi 28 Şubat 2010’a kadar açık olacak. İyi seyirler, 2009 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Herta Müller, bu hafta içinde Stockholm’de ödülünü alacak ve yazınsal kimliğiyle ilgili açıklamalarda bulunacak. Herta Müller gibi Romanya’da doğup büyüyen ve OSMAN çalışmalarını Frankfurt’ta sürdüren yazarBeatrix Caner, Nobel’in geldiği ÇUTSAY yayıncı nokta ve Müller’in edebi anlamıyla ilgili sorularımızı yanıtladı. Sizce bu yılki Nobel Edebiyat Ödülü’nün Herta Müller gibi “vasat” olduğu iddia edilen bir yazara verilmesi, nasıl bir anlam taşıyor? Herta Müller 1984’te Federal Almanya’ya geldiğinden beri hem kendisi hem o zamanki eşi, yazar Richard Wagner, Alman politikacıları tarafından son derece olumlu karşılanmış ve inanılmaz derecede destek görmüştü. Herta Müller ve eşi, Almanya’da her yazarın hayal ettiği bir tanıtım mekanizmasına dahil edilmişti. Geniş çaplı bir “PR” kampanyası ile her iki yazar tanıtıldı, en azından tanıtılmaya çalışıldı. Haberlere bakacak olursak, Alman okurların çoğu Herta Müller’in adını daha önce hiç duymamıştı ya da tek bir kitabını okumamıştı. Bugün buna rağmen okurlar Herta Müller’i tanımıyorsa ve kitapları okunmuyorsa, o zaman bu noktada sorgulanması gereken birçok olgu söz konusu. Herta Müller, romanlarında çoğunlukla Çavuşesku rejimini yazdı, eleştirdi. Nitekim son romanı da (Atemschaukel) komünist sistemin genel bir eleştirisidir. Müller ünlü Türkolog ve İslambilimci, değerli Annemarie Schimmel ile ilgili olumsuz değerlendirmeler sırasında adını duyuranlardan biridir. Annemarie Schimmel Alman Yayıncılar Birliği’nin yılda bir kez verdiği “Barış Ödülü”nü 1995 yılında almıştı. İki sene sonra aynı ödül Yaşar Kemal’e verilmişti, 2005’te ise Orhan Pamuk’a. İşte Annemarie Schimmel o yıl eşi görülmemiş bir saldırıya uğramıştı; en keskin dille saldıranlar arasında Herta Müller de vardı, hem de benim, “ırkçı” olarak değerlendirebileceğim bir içerikle. Herta Müller’in yazısında Annemarie Schimmel, Türkler ve İslam’la ilgili tek bir doğru şey bulmak mümkün olmadığı gibi, bu yazıya “objektif” demek de olası değildir. çoğu Alman eleştirmen ve medya mensubu için tam bir sürpriz oldu. Ancak burada yine Herta Müller’i savunmak durumundayım, çünkü edebiyatçı olarak belli bir yere yerleştirilememesi onun suçu değil. Bu, tamamen piyasaya dönük medya dünyasının bilgi ve ilgisizliği ile ilgilidir. Ancak örneğin üniversiteler içinde de Herta Müller ile ilgili ciddi bir çalışma henüz yapılmadı. Bu, örneğin Jelinek için geçerli değil, halbuki o çok iyi tanındığına rağmen pek fazla sevilmeyen bir yazardır; üstelik o da eserlerinde totaliter sistemleri eleştirir. Herta Müller’in kitaplarını olumlu değerlendiren herkes onu bizzat tanıyan, hatta ona çok yakın sayılan kişilerdir. Ama sonuçta bu da hiçbir şeyi ifade etmez. Müller belki de çekingen, duyarlı ve şair olarak yeterince anlaşılamamış bir edebiyatçıdır; böyle düşünmek de mümkündür. Bence onun Alman edebiyatındaki yeri, olumlu veya olumsuz önümüzdeki birkaç yılda belli olacak. Romanya ile ilgili tespitleri çoğunlukla doğrudur. Ne de olsa o Romanya’da da yazar olarak başarılı idi. Ancak bence dar çerçeveli yerelden geniş çaplı genele, hele insanlığı esas ilgilendiren evrensele henüz ulaşamamış bir yazardır. Herta Müller Komünizm düşmanı Herta Müller’in “vasatlığına” yine de itirazınız var galiba... Evet, bir yayıncıyım ben ve bir yazarın eserlerine vasat demem kolay değil. Fakat benim daha çok Nobel Edebiyat Ödülü ile ilgili olarak dikkatimi çeken başka bir şey var: Birkaç yıl önce Macar yazar Kertész bu ödülü aldığı zaman, onun Alman faşizminin hiç de o kadar kötü olmadığını, istendiği zaman o sistemin de pekala yaşanabilir bir sistem olduğunu savunması hoşgörülmüştü. Öne çıkarılan tema buydu. Herta Müller’in eserlerinde ise komünizm insanlık dışı bir sistem olarak gösterilmektedir. O zaman, Nobel alan yazarların eserlerine bu açıdan bakılırsa, kısa yoldan şu kanıya varmak mümkündür: Batı’daki sistemler en kötü halleri ile bile üstündür, Doğu sistemleri ise –komünizm dahil– insanlık dışı, ilkel ve acımasızdır, hatta sadece yıkıcıdır. Tabii, bu mantıkla giderseniz, buna Atatürk’ü de dahil etmeniz gerekir!.. Evrensele ulaşamadı Nobel’in verilmesinde politik bir yan yok mu? Gerçekten de ödül alan kitapların özü de edebilikten çok politiktir. En azından son beşaltı yılda Nobel Ödülü alan yazarların edebi değil de, daha çok politik açıdan değerlendirildiğini düşünmemek çok zor. Enteresan birçok başka bağlantı da mümkün: Ödül alan yazarların geldiği ülke biriki sene içinde Frankfurt Kitap Fuarı’nda konuk ülke olarak yer aldı. Bunu tesadüf saymak biraz naif olabilir. Sonuçta bu fuar esnasında söz konusu ülkeler her şeyden önce “demokratik olmayan” sistemleri nedeniyle ciddi bir eleştiriye uğradı. Edebiyat açısından bakılırsa, fuarın konuk ülkesi olarak ne Hindistan, ne Türkiye, ne de Çin edebi ilgi toplayabildi. Başka bir deyişle, bu edebiyatların hiçbiri entelektüel bir tartışmaya, bir değiş tokuşa yol açmadı. Konuk ülke yazarlarıyla Alman yazarları arasında edebi bir diyalog başlamadı, ancak tek tük politik ağırlıklı konuşmalar oldu. Tabii bir de arkası gelmeyecek, kısa vadeli bir medya canlılığı yaşandı. Burada organizasyon bozukluklarının çok ötesinde, çok daha derin mekanizmalar işlemektedir. Siz hem Romanya’yı hem de Almanya ve Alman edebiyatını iyi bilen bir Türk edebiyatı uzmanı, üstelik de Türkolog’sunuz. Herta Müller’in yaptığı edebiyat sizce nerede? Objektif bakarsanız, Herta Müller’in edebiyatı Almanya’da henüz belli bir yer edinmiş değildir. Nobel Edebiyat Ödülü Özgür düşünen insan sayısı azalıyor Herta Müller’in açık antikomünizminin yer yer hastalıklı bir nefrete dönüştüğü gözleniyor. Bir histeri düzeyindeki bu düşmanlık olmasaydı, dünyanın en büyük edebiyat ödülüne layık görülmesi mümkün olur muydu? Sanırım bu soruya en azından kısmen, biraz önce yanıt verdim. Dediğim gibi, esas soru, ödül kurulunun amacıdır. Eğer bu ödül dünyanın başka kuruluşları ile hiçbir bağlantı içinde değilse, o zaman birçok basit değerlendirmeye kaçabilirdik... Örneğin daha iyi yazar şu an yok mudur dünyada? Alman bir yazara 10 yıl içinde üçüncü kez ödül verildi, acaba arkasında ne var? Buna benzer birçok anlamsız veya oyalayıcı soru sorabilirdik. Ama eğer bu ödülü global ve politik bir çerçeve içine oturtacaksak – ki, ben bunu yapmak isterim o zaman yönlendirici bir anlamı olduğu düşünülebilir. Çünkü kısa yoldan Batı’nın üstünlüğü reklam edilmektedir. Rakip bir sistemin düşüncesi bile olanaksız gösterilmektedir. Tabii, son otuz yılda her yolda bu türlü propaganda ile karşılaşırız ve çoğu insan buna karşı da koymaz, koyamaz, çünkü bu manipülasyona paralel eğitim düzeyi o derece alçaltıldı ki, özgür düşünebilen insanların sayısı gittikçe gerilemektedir. Eğer dünyanın gidişatı son yıllarda bu kadar açık olmasaydı, “küçük burjuva zihniyeti dünyaya iyice hakim oldu derdik, o kadar. Ama aynı küçük burjuva zihniyeti dünyaya sadece son yirmi yılda iki Irak savaşının yanı sıra ciddi bir politik toprak kayması ve inanılmaz bir sefalet de getirdi. Nedensellik açısından bakılırsa, o zaman önemli bir sonuç elde ederiz: Dünyanın bugünkü durumunun sorumlusu Batı’dır. Bu geniş çaplı konunun içinde tartışılabilecek tek bir nokta göremiyorum. “İdeolojilerin zamanı geçmiştir” deniyor, ama ideolojik bakmadığınız zaman da, sadece içinden çıkılmaz bir kaos görebiliyorsunuz. Aynı olayları ideolojik çerçeveye yerleştirdiğiniz an, her şey aydınlanıyor, belli oluyor, bütün taşlar yerlerini buluyor. Yani son soruya yanıtım: Tabii ki hayır! Hem karikatür hem resim Ürün Sanat Galerisi, konusunu Deniz Fenerleri olarak seçilen bir karma sergiye ev sahipliği yapıyor. Hem resim, hem karikatür hem de seramiklerle deniz fenerlerinin anlatıldığı sergi, 6 Ocak’a dek sürecek. Sergide Artin Demirci, Ayşen Erte, Can Moralı, Canan Bilge, Güray Canberk, Işıl Özışık, Kamil Masaracı, Leyla Tekbulut, Mehmet Pesen, Neşe Gümüşcüoğlu’nun eserleri görülebilecek. (Tel: 0 216 363 12 80) Merhamet Melankolisi Çağdaş sanatın önemli adreslerinden biri olan Siemens Sanat, “Merhamet Melankolisi” adlı yeni bir karma sergiye ev sahipliği yapıyor. Küratörlüğünü Mürteza Fidan ve T. Melih Görgün’ün yaptığı Merhamet Melankolisi adlı sergide, Audrey Bakx, Burak Bedenlier, Müge Akçakoca, Petrit Halilaj ve Şükran Mertcan’ın yapıtları yer alıyor. Merhamet duygusunu yorumlayan sanatçıların, başkalarını sevmenin ve başkaları için üzülmenin melankolik bir duygu olmasına ve bu duygunun da merhametten beslenmesine gönderme yapan yapıtlarından oluşan sergi, yarından itibaren 5 Şubat’a dek Siemens Sanat’ta ziyaretçilerle buluşuyor. (Tel: 0 212 334 11 04) C MY B C MY B