19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İtalyan Filmleri Festivali başladı 2. İstanbul İtalyan Film Festivali dün Alkazar Sineması’nda yapılan açılış töreniyle başladı. 10 Aralık Perşembe akşamı son bulacak festival kapsamında 2009 yılının yayınlanmamış en iyi on uzun metraj filminin yanı sıra, belgesel ve kısa metraj filmler de dahil toplam 25 yapım Alkazar Sineması ve Pera Müzesi’nde izleyiciyle buluşacak. İtalya ve Türkiye arasındaki kültürel iletişimi ve karşılıklı bilgilenmeyi güçlendirmek, Türkiye’deki İtalyan filmlerin dağıtımını desteklemek ve arttırmak amacıyla sinema ve sinema sektörüyle ilgilenenleri buluşturan festival Medfilm Festivali tarafından İtalyan Kültür Merkezinin işbirliğiye düzenleniyor. 2. İstanbul İtalyan Film Festivali’nin Alkazar Sineması’nda yapılan açılış gecesine İtalyan Konsolosu da katıldı ve oyuncu Valentina Carnelutti’ye Vivident Özel Festival Ödülü verildi. Yoğun trajediyi, komedi ve hicivle birleştirme yeteneğine sahip olan Carnelutti, rollerini Fransızca, İngilizce, Portekizce ve İspanyolca dillerinde canlandırabiliyor. Angelopoulos, Ridley Scott, Soderbergh, Citto Maselli, Paolo Virzi, Marco Tullio Giordana, Gianni Zanasi ve Enrico Pau gibi birçok ünlü isimle çalışan Carnelutti’nin oyunculuğu eleştirmenler tarafından çok beğeniliyor. 2. İstanbul İtalyan Film Festivali’nin açılış filmi olarak gösterilen Ivano De Matteo’nun ‘La Bella Gente/Güzel İnsanlar’ filmi, burjuva ikiyüzlülüğünün acımasızlığını ve kurallarının şekilciliğini gözler önüne seriyor. Filmin gösteriminin ardından izleyiciler yönetmen Ivano de Matteo ile buluştu. Alkazar’da festival kapsamında bugün, 19.00’da ‘La Casa Sulle Nuvole/Bulutların Üzerindeki Ev’ filmi gösterilecek. Film, orijinal bir geriye göç hikayesi ile bir ailenin sırlarını ve sorumluluklarından kaçan bir jenerasyonu melankolik bir komedi ile dile getiriyor. Saat 21.00’de ise yönetmen Claudio Noce’nin katılımıyla ‘Good Morning Aman/Günaydın Aman’ filmi izlenebilecek. Filmin arka planında çok etnik yapılı bir Roma görülüyor. 2 5 ARALIK 2009 CUMARTESİ Bize bir şey olmaz demiştik Küresel ısınma yaşantımızı doğrudan etkileyen sonuçlara yol açıyor. Denizlerde oksijenin azalmasına bağlı olarak canlı türleri değişiyor, yağmurlar azalıyor, tarım alanları yok oluyor. Kopenhag’da başlayacak olan zirvenin adı da, konusu da iklim... Küresel ısınma doğadaki tüm canlıları tehdit ediyor. Birkaç yıl televizyonlarda METE önce buz dağlarının erimesiKIZIK ni binlerce kilometrelerden izlerken belki de “bize bir şey olmaz” dedik. Oysa bu olaylar yaşantımızı doğrudan etkileyen sonuçlara yol açıyor. Nasıl mı? Bilgilerimizi hatırlayalım... Beyaz renk ışığı tamamıyla yansıtıyor. Siyah renk ise ışığı tam olarak emdiğinden, yansıtmadığından gözümüze siyah olarak görünüyor. Gerçi siyah beyaz karşılıksız sevdamız olsa bile... Yerküremiz, okyanuslar ve denizler koyu renk olduğu için ışığı emiyor. Ancak küresel ısınmadan ötürü buzul dağları eridikçe ve yok oldukça yüzeyler ısınıyor. Bu durum sonucu devası mürekkep balıkları, denizanaları, ahtopotlar peydahlanıyor. Çünkü sıcak sular soğuk su kadar oksijen barındıramıyor. Bu durumda deniz canlıları yaşamak için ortama uymak zorunda kalıyor ya da ölüyorlar. Isınma nedeniyle karbondioksit karbonik asite dönüşüyor. Bu da mercan ve midyelerin kireç kabuklarının erimesine yol açıp yok olmalarına neden oluyor. Oysa bunlar karbondioksiti yok etmede çok önemli bir rol oynuyor. Kireçli canlılar azaldıkça, CO2 serbest kalıyor, atmosfere yayılıyor ve küresel ısınmaya da yol açıyor. Oysa denizdeki planktonun (suda bulunan mikroskobik canlılar) büyümesi icin CO2’ya ihtiyacı var. Hatta denizdeki plankton bu yapısıyla dünyamızdaki tüm tropik ormanlardan daha fazla CO2 emiyor. Ancak aşırı sanayileşmeyle çoğalan CO2, bu dengeyi bozuyor, karbonik aside dönüşüyor, planktona zarar veriyor ve bu önemli dengenin (karşılıklı dayanışmanın) yok olmasına neden oluyor. Yılın dörtte üçünde donmuş halde olması gereken tundralar; Sibirya, Almanya ve Fransa da erimekte. Oysa dünyadaki organik CO2’nin üçte biri tundraların buz toprağında bulunuyor. Buzun üstünde yaşayan mikroorganizmalar, bu CO2’yi metan gazına dönüştürürler. Metan gazı ise, metandan beslenen bakteriler tarafından tekrar CO2’ye dönüştürüyor ve bu şekilde iki mikroorganizma arasında denge sağlanıyor, devinim sürüyor. Fakat tundra buzları eridikçe, metan ve CO2 çevreye salınıyor... Sadece tundraların erimesinden, tüm dünyada bir senede yakılan kömür, doğalgaz ve petrol toplamına eşdeğer metan ve CO2 çevreye yayılıyor. Bir metan molekülü ise bir CO2 molekülün 2030 katı gücünde bir sera gazı olmakta. Metan depoları aynı zamanda denizlerin diplerinde donmuş “metan hidrat” kristalleri olarak bulunmakta. Gezegenimizde 10 trilyon ton metan bu şekilde depolanmış durumda. Okyanus ve denizlerin ısınmasıyla metan hidrat; metan gazına dönüşüyor, yeryüzüne çıkıyor ve küresel ısınma artıyor... Metan deposu Su perisinin de ‘suyu kaynadı’ Denizlerde manzara böyle. Ya karada? Yine bilgilerimizi tazeleyelim. Yeryüzünde bitkiler büyümek için karbondioksit kullanıyor. Ancak artan ısıyla birlikte bu eko sisteminde de değişiklikler oluşuyor. Bitkilerin CO2 emmeleri azalıyor bu durum topraktaki mikroorganizmaların CO2 salımının daha etkili olmasına yol açıyor. Böylece doga artık CO2 yutan degil, koruyan duruma geçiyor. Isınma arttıkça, yağmur azalıyor, kuraklık başgösteriyor, tarım geriliyor, içme suyu sorun oluyor ve orman yangınları artıyor. Bu yangınlardan çıkan CO2 dumanı ise, atmosferdeki sera gazlarına ekleniyor. Daha fazla meta daha fazla kâr üzerine oturtulan kapitalist ülkelerin sanayisinin sera gazlarına orman yangınları da ekleniyor ve küresel ısınmanın daha da artmasına yol açıyor. Üstelik yanan toprak verimsiz ve kuraktır, ekimi ve tekrar canlıların yaşaması uzun yıllar alır. Çözümün adı bizde 2B’dir. Yeni binalar dikmektir. Yöneticiler ve şirketler yeni ince ayak oyunları peşinde, al gülüm ver gülüm hesabındalar. Çeşitli şirketler adına lobi faaliyetleri olanca hızıyla sürüyor. Kyoto Önsözleşmesini bile delik deşik eden şirketler, bu kez Kopenhang zirvesinde de sahnedeler. GDO’lu ürünler ve Batı’nın mobilya gereksimi için özellikle Amazonlar yok ediliyor. Güney Amerika’da 40 milyon hektarlık tarım arazisi, yabancı otları yok ederek CO2’lerin artmasına yol açan GDO’lu tohum ve ürünlerle kaplı. Başta Monsanto olmak üzere GDO tekelleri yakılan, yok edilen ormanlık arazilere soya ektiriyor. Bir yandan toprağı kendi tohumlarına köle yaparken diğer yandan da bio yakıtlarıyla atmosfere zehir salıyorlar. Küresel ısınmaya yol açanlar arasında kömür, atom santralları, uçak trafiği, milyonlarca egzos, bilinçsiz tarım ve tarım alanlarının yok edilmesi, aşırı üretim, tüketim ve boşvermişlik de var... Tehlikenin farkında olanların sesi ve tepkileri, dünyanın dört bir yanında duyuluyor, gözleniyor. Bu aldatmaca zirveye karşı çıkanlara Kopenhag’da saat 18.00’den sonra sokağa çıkma yasağı uygulanıyor. Osya kentin simgesi su perisinin bile suyu kaynamış durumda... Şu maskeli baloya bakarmısınız! [email protected]. Federico Bondi’nin ‘61. Uluslararası Locarno Festivali’nde ve ‘14. Medfilm Festivali’nde birçok ödül alan filmi ‘Mar Nero’ da bu hafta gösterilecek filmlerin arasında. Şiirsel kareler içeren filmin senaryosu İtalya’nın önemli yazarlarından Ugo Chiti ile birlikte yazıldı. Film, göç ve yaşlılık temalarını birleştiriyor. Haftanın komedisi ise Fausto Brizzi’nin üçüncü filmi ‘Ex’. 9 Aralık Çarşamba saat 19.00’da İtalyan politik sinemasının önemli isimlerinden yönetmen Citto Maselli’nin katılımıyla, İtalyan solunun çöküşünü acımasız bir portre ile gözler önüne seren ‘Le Ombre Rosse/Kızıl Gölge’ filminin gösterimi yapılacak. Filmin hemen ardından izleyiciler yönetmen Citto Maselli ile buluşabilecek. Festivalin kapanışı 9 Aralık akşamı saat 21.00’de davetlilerin ve bazı üst düzey protokol temsilcilerinin katılımıyla yapılacak. Saat 21.30’da da yönetmen Alessandro Angelini’nin katılımıyla filmi ‘Alza La Testa/Başını Dik Tut’un gösterimi gerçekleşecek. Filmde tüm yeteneğini gözler önüne seren oyuncu Sergio Castellitto’nun performansı izleyenleri büyüleyecek. Filmlerinde duyguların iniş çıkışlarına önemli bir yer veren yönetmen Giuseppe Piccioni’nin ‘Giulia Non Esce La Sera’ filmi de gösterilecek. Film, sırlar saklayan çekici bir kadın ile başarılı bir yazarın dünyalarını biribirine bağlayan yalnızlık kavramını ele alıyor. Stil ve çekimi açısından festivale yenilik katan bir diğer film ise ‘Tutta Colpa Di Guıia’. Bir hapishanede geçen müzikal komedi, duyarlı yönetmen Davide Ferrario’nun. Halk sinemasının savunucularından biri olan Marco Risi Fortapasc’ın 1985’te Napoli mafyası ‘Camorra’ tarafından öldürülen genç gazeteci Giancarlo Siani’nin gerçek öyküsünü anlattığı filmi de festivalin dikkat çeken filmleri arasında yer alıyor. Etkinliklere katılım ücretsiz. Katılım ücretsiz Farklı dünyaların farklı çocukları “Düşümde Oyun Var” fotoğraf sergisi, farklı semtlerde ve sosyal çevrede yaşayan çocukların oyun dünyalarını yansıtıyor. Berkant Çolak’ın Fener ve Balat’ta çektiği fotoğrafları özel okullarda okuyan akranları yorumluyor. Oyunun, çocukların fiziksel ve zihinsel gelişimine katkısı bilinen bir gerçek. Ancak oyun, her çocuk için farklı bir dünya. Kimi sokakta arkadaşlarını seçerek ZUHAL oyuncaklarını kendi yaratarak bir alanda varlığını AYTOLUN özgür gösterebilirken kimi de evinde belki de bilgisayar başında ya da dört duvar arasında kendisi için seçilmiş oyuncaklarla oynuyor. Fotoğraf sanatçısı Berkant Çolak da tam bu noktadan hareketle yola çıkmış. Balat ve Fener sokaklarında oyun oynayan çocukların fotoğraflarını çekerek onların düş ve oyun dünyasına tanıklık etmiş. Taksim Metrosu’ndaki “Düşümde Oyun Var” sergisi, işte bu tanıklığın bir dışavurumu. Çolak’ın fotoğrafları tek başına sergilenmiyor. Çolak, fotoğraflarını 12 özel okulda okuyan çocuklarla buluşturmuş. Gördükleri fotoğraflarla ilgili düşüncelerini, yaptıkları resim ve yazdıkları pasajlarla yansıtmalarını istemiş. Sergide de Fener ve Balat sokaklarında çekilen karelere, diğer çocukların yaptıkları yorumlar ve resimler eşlik ediyor. Çolak, sergiyi şöyle açıklıyor: “Bir bakıma bir grup çocuğun oyununu bir başka çocuk değerlendiriyor. Araya giren hiçbir yetişkin yorum yok. Çok saf ve içten. Bu nedenle bu çalışma yalnızca, sokakta oynayan, sokakta sosyalleşen, oyun ve oyuncağını, arkadaşını sokaktan seçen çocuklarla, sokakta oynamadan, evinde bilgisayar başında, oyuncağını vitrinden, televizyondan ya da kataloglardan seçen çocukların karşılaştırması değil. Bir yetişkin olarak, kendi çocukluğumuzdan çok farklı bir çocuk dünyasının geliştiğini rahatlıkla görebiliyoruz. Çocuk dünyası, beklentileri, hayalleri, düşünceleri net bir şekilde ortaya çıkıyor.” OMO ve TOÇEV’in desteğiyle gerçekleşen “Düşümde Oyun Var” projesi ile ilgili Unilever Çamaşır Bakım Kategori Müdürü Çiğdem Yıldız, sokakta oynayan çocukların yüzündeki mutluluğa dikkat çekiyor: “Özellikle sokak oyunları, hem çocuk gelişiminde hem de mutlu bir çocukluk dönemi geçirilmesinde ayrı bir değere sahip. Daha fazla özgürlük sunuyor, sosyal ve duygusal açıdan gelişimine katkı sağlıyor. Paylaşmayı, arkadaşlığı, işbirliğini öğreniyorlar. Bu da çocukların gelecekte daha paylaşımcı, daha çözüm odaklı, sosyal, dışa dönük bireyler olmasına yardımcı oluyor.” Çolak da sokaktan evlere çekilen yaşam tarzında çocukların nasıl bir duvar hapsine boğulduğunu ve bu anlamdaki özlemlerini hatırlatıyor bize. Deneyimleyerek sokakta deneyerek paylaşarak zenginleşmek elbette en önemlisi. Evlere kapanan çocukların yalnızca düş ve paylaşım dünyası daralmıyor, fiziksel gelişimleri de sekteye uğruyor. Diğer yandan da çocukların özgürce, rahatça ve güven içinde oyun oynayabilecekleri yerler azalıyor. Arsalarda oynanan futbol maçları, sokaktaki saklambaçlar, yakan toplar yok oluyor. Oyun alanları azaldıkça çocukların eve kapanması da zorunlulaşıyor biraz da. “Sokaktan kopuş doğal olarak çocukları daha yalnız bireyler haline getiriyor. Günümüzde yetişkinler de benzer durumda. Düşümde Oyun Var Fotoğraf ve Çocuk Düşleri Sergisi, bu yabancılaşmaya dikkat çekiyor” diyor Çolak. Bu yabancılaşmanın en güzel örnekleri de sergide en yalın haliyle yüzünüze çarpıyor bakarken fotoğraflara. Sokakta kaykayıyla kayan çocuğun fotoğrafına, bir diğer yaşıtı yorum yapıyor: “Ben de hep sokakta kaymak istiyorum ama annem izin vermiyor. Ben sadece karda kayabiliyorum. Onların yerinde olmayı çok isterdim.” Sokakta oynayan çocukların fotoğrafına yorum yapan bir diğer çocuk da, “Onların bilgisayarları, oyuncakları yok ama ne kadar da mutlular...” diyor. Sergiyi izlemek için bugün son gün, fakat yıl boyunca farklı yerlerde de sergilenmeye devam edecek. hafta?cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk, Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım, Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Miyase İlknur, Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ, Yönetim Yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No.2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64, Reklam: Cumhuriyet Reklam, Genel Müdür: Özlem Ayden, Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal, Reklam Koordinatörleri: Hakan Çankaya, Neşe Yazıcı Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı, Tel: 0 212 251 98 7475, 0 212 343 72 74 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle