Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 21 KASIM 2009 CUMARTESİ Izİzlenim ÜMRAN BULUT ? Şakir Gökçebağ’ın Pazarı Sanatçımız Salı Pazarı’ndan yol alıp fotoğraflarla ürettiği bir dizi hazırlamış. Kurgusunda pazarın en bilindik öğeleri var: Tenteler, sebzeler ve pazarcılar… Sergideki sebzeler o bildiğiniz sebzeler değiller artık. Kesilip biçilmişler üstelik bir de ustaca dizilmişler. Tenteler de pazardaki görünümlerinde değiller; belli kadrajlar içinde boşluğu, hareketi, çizgiyi öne çıkarmaktalar. Gökçebağ belli ki sebzeleri son derece titiz kesip düzenleyerek yeni bir görsellik ve yeni bir uyum arıyor. Hatta, farklı örgülerde yeni biçimsel öğeler kazandırmanın ustalığına odaklanıyor. Grafiksel ya da motifsel bir dil bu. Modern bir eğilimle çizilmiş natürmortlarla dönüştürmeyi bir anlamda eskiyi alıp farklılaştırmayı da öneriyor. Sonuçta düzen içinde sıralanmış olan sebze parçaları, bütünün dışındaki halleriyle yeni bir görselliğe kavuşuyorlar. Raslantısal hiçbir şey yok bu girişimde. Kurgunun dışındakiler elenip atılmışlar. Kırmızı ile yeşilin ya da turuncunun ve morun buluşup düzenlemelerin parçası oluşlarındaki samimiyetlerinden doğan güzelliklerini görmek kolay. Dizilişleriyle bazen dikdörtgeni bazen daireseli oluşturmaları ise bu parçaların sadece o geometrik alan için var olmalarından. Oyunun gayet modern bir anlayışla oynandığına şüphe yok. Birbirini izleyip farklı görüntüler yaratabilen halka halka kesilmiş biberler, domatesler aynı zamanda da açık içindeki koyu lekeleri ve parçadan bütüne gidişi örnekliyorlar. Sonuçta sebzeler Salı Pazarı’ndanlar, ama kendi hallerinin çok ötesindeler, sanatsal nesne olarak bir ironi yaşatıyorlar. İnsanı hem düşündürüp hem de güldürüyorlar... Serginin çarpıcı diğer görüntülerini ise pazarın o bilindik parçalarından yani tentelerinden ediniyoruz. Sebzelerle gerçekleştirilen kurgusallığa karşı tentelerin görüntüleri oradakilerden sadece alıntılar. Seçkiler. Pazarcıların hiçbir estetik kaygı gütmeden ama dikkatlice yukarı çekip sağa sola uzatarak kendilerine oluşturdukları bu kumaş tavanlar Gökçebağ’da fotoğraf gerçekliğinde ama soyut birçok görüntünün malzemesine dönüşmüşler. Kumaşların üst üste binişleri, halkalardan geçen kalın halatlar, yırtıklardan süzülen ışık, yamalar ve sonuçta birçok geometrik alan. Soyut geometrik görüntülerde Gökçebağ’ın malzemesi tenteler… Artık ister soyut resimsel öğe olurlar, ister kavramsal bir okumayı önerip ayakkabı yerleştirmesine bağlanırlar. Ayrıca siyah erkek ayakkabılarının aynaya yansıyan görüntüsündeki derinlik yanılsamasındaki dikey, yatay çizgiselliğe bir zıtlık yaratacak denli hareketlilik içinde de olabilirler. Tenteler bir gün “Salı Pazarı” isimli serginin ana malzemelerinden olacaklardı ve geçmişe göndermeler yaptıracak bir anlayışla, ama nostaljik görüntülemenin dışında kullanılacaklardı… Galeri Apel’in kemerlerle, merdivenlerle tuğla duvarlarla oluşturulan iç mekânının görselliğine de farklı bir estetik zenginlik katacaklardı. Hepsi olmuş. Sergi, İstanbul’un kentsel dönüşüm projeleriyle el atılmış ve yok edilmiş olan meşhur Salı Pazarı’na dair düşündürecek öylece kalmayıp modern resimle ulaşılan sanatsal dil seçkinliğini örnekleyecektir. 5 Aralık 2009’a kadar izleyebilirsiniz. İstedim, denedim ve şimdi oyuncuyum Kimi insan vardır, içeriye girdiği anda içinizi bir sıcaklık kaplar ya... Hani iyi enerjisi, pozitif ve güleryüzlü oluşu sizi de neşelendirir ya... Azra Akın’ın durumu da böyle işte; kompleksiz, duru, doğal, pozitif ve ŞİRİN neşe dolu... Sanki dünya güzeli olan o değilmiş sizmişsiniz gibi hissediyorsunuz. O kadar GÜVEN de, egosuz, o kadar tevazu sahibi... Zaten bireyselliği ve sivrilmeyi hiç sevmemiş. O kadar ki, dünya güzeli seçildiğinde ülkesini en iyi şekilde temsil etmenin verdiği mutluluk ve gururun yanı sıra birinin onu tutup gruptan dışarı çıkardığını düşünerek hüzünlenmiş biraz. Çünkü o, her şey kollektif bir bilinçle beraberce yapılsın istiyor. İşte tam da bu nedenden tiyatroyu çok seviyor... Ona göre tiyatro yıldız olma yeri değil; orada büyük rol, küçük rol yok. Bir orkestra gibi herkes uyumla çalışıyor çünkü herkes bir bütünün parçası... Zaten tiyatronun özü de bu ya... Azra Akın, ‘politik bir oyun’ dediği 72. Koğuş ile seyircinin karşısında. Orhan Kemal’in 72. Koğuş’u onun ilk tiyatro denemesi. Bozuk bir düzenin insanları ne hale getirdiğini anlatan oyun, Akın’a göre şu anki dünya düzenini yansıttığı için hâlâ güncel ve çok önemli. “Birkaç güç var ve bu güçler sadece kendilerini düşünüyor, alttakileri eziyor. Oysa insanlık, hümanizm önemli olan” diyen Akın, tiyatroya ilk adımını bu oyunla attığı için çok mutlu. bile heyecan duyuyordum. İlk oyunculuğa başlamanız nasıl olmuştu? Bu isteği kendinizde nasıl keşfetmiştiniz? Hollanda’da eğitime ve çocuğun gelişimine oldukça farklı bakan bir okula yollamıştı beni ailem. Matematik gibi normal derslerin dışında birçok değişik ders verildi bize. Tiyatro da dahil. Aslında ilk deneyimlerimi ben okulun sahnesinde hocalar ve aileler arasında yaşadım. O heyecan büyülemişti beni. Ayrıca, 4 yaşımdan 17 yaşıma kadar bale yapmamın da bana çok faydası oldu. Çünkü tiyatro salonunda gösteriler yapıyorduk. Neden profesyonel olarak baleyi değil de, oyunculuğu tercih ettiniz? Bunların tümü hayatımın çok güzel parçaları oldu. Sonradan okulu bitirdim. Dünya güzeli oldum. Tesadüflerle... Yani tabii ki bizim kararımızla oldu ama tesadüflerle o yola girmiştim. Sonra Türkiye’ye geldim ve bana birkaç proje teklif edildi. Kendime oyunculuğu çok uygun gördüm, çok yakın hissettim. İstedim ve denedim. Şimdi yoluma bu alanda devam ediyorum. Bu artık profesyonel bir iş benim için. Çok ciddi bir alan. Oyunda bir bozuk düzen eleştirisi var... Oyun bir cezaevinde geçiyor ve bozuk bir düzenin insanları ne hale getirdiğini anlatıyor. Dibe vurulmuş, her şey kötü, ahlak diye bir şey kalmamış... Ama buna rağmen bu insanlarda bir insanlık kırıntısı kalmış, az da olsa bir ışık var. Politik bir oyun, 72. Koğuş. Her şeyiyle gerçek. Zaten Orham Kemal de gerçekçilik akımından bir yazar. Unutulmuş insanı, yoksul kısmı, işçileri ve öğrencileri çok gerçekçi bir dille anlatıyor ve ben bunu çok seviyorum. Oyunu da böyle yorumladık sanırım. Sanki biz bir kafes içindeymişiz gibi... Hatta dekorumuz da bunu çok iyi anlatıyor. Sahnede koğuşun olduğu kısım sünger. Bataklığı simgeliyor bu. Bu hayat bataklık gibi ve bundan çıkamıyoruz hissi veriyor. Oyunda kazanan iyiler değil de kötüler oluyor havası da var. Sizce de hayatta hep kötüler mi kazanıyor? Hayır ben öyle zannetmiyorum. Baktığınızda kaptan, yani iyi karakter ölüyor ama aslında önemli olan nasıl yaşadıkları. Kısa ya da uzun yaşamak değil. 1954’te yazmış Orhan Kemal, 1967’de de oyunlaştırılmış. Yani aslında bundan yıllar önce yazılmış ama şu anki dünya düzenini de anlatıyor. Birkaç güç var ve bu güçler sadece kendilerini düşünüyor, alttakileri eziyor. Tiyatroya ilk adımımı böyle bir oyunla atmak benim için çok önemli, çünkü ben de bu konulara hayatımda çok önem veriyorum. Yani insanlığa, hümanizme... Önemli olan nasıl yaşadığınız Kendimi zorlamak istiyorum Bundan sonra ne yapmak istiyorsunuz? Oyunculuğa devam mı? Kesinlikle. Benim için bu işin bütün alanları çok emek ve disiplin istiyor. Ama tiyatroyu biraz ayrı tutuyorum. Çünkü her hafta seyircinin karşısındasınız ve kendinizi ifade edebiliyorsunuz. Oyunculuk aslında çok güzel bir iş, bu anlamda kendimi de çok şanslı hissediyorum. Sevdiğim işi yapabiliyorum ve kendimi ifade edebiliyorum, daha ne isterim? Tiyatroda tüm bunların üstüne bunu bir de canlı yaşıyorsunuz. Bence tiyatroda büyük rol, küçük rol ayrımı yok. Yıldız çalışması değil bu. Herkes bir bütünün parçası. Kollektif bir çalışma tiyatro. Orkestra gibi... Bir ses çalınması gerekiyor ama bu sesin içinde bir sürü ayrıntı ve enstrüman var. Yani her enstrüman çok özel ve önemli katkı sağlıyor. Bence tiyatronun özü bu. Özellikle şöyle roller tercih ederim gibi bir şey söylüyor musunuz? Kendimi kısıtlamak istemem. Oyunculukta farklı tecrübeler yaşamak istiyorum. Bana uygun olduğu sürece her şeyi oynarım. Korkum yok. Yani illa kendimi güvenli ve rahat hissedeceğim roller olsun demiyorum. Zor roller de olabilir. Hatta kendimi zorlamak istiyorum. Modellik, bale, oyunculuk ve hobi olarak yaptığınız pek çok şey... Tüm bunların arasında kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Oyuncu olarak. Oyunculuğun benim için çok uygun bir alan olduğunu düşünüyorum çünkü bütün bunları oyunculukta gösterebildiğimi düşünüyorum. Karakteri kendi içimden, kendi deneyimlerimden yararlanarak şekillendirdim. Benim için hayatın bütünü oyunculuk dediğimiz bu alanda. O nedenle kendimi oyunculukla çok güzel ifade edebileceğimi düşünüyorum. Tiyatro yapmaya nasıl karar verdiniz? Aklınızda var mıydı, istediğiniz bir şey miydi? Evet çok istiyordum. Beni bu kadar etkileyen bir oyun olmasına da ayrıca sevindim. Çok deneyimli ve çok değerli oyunculardan oluşan büyük bir kadromuz var. Onlarla bir arada çalışmak benim için gerçekten çok büyük bir şans. Çok mutluyum bu tiyatroda rol aldığım için. İlk kez tiyatro sahnesinde izleyicilerle buluştuğunuz gün heyecanlandınız mı? Benim heyecanım hiç bitmiyor zaten. Öyle ki, provalarda Heyecanım hiç bitmiyor Namus Oyunları ikinci yılında ‘ihtiyaçtan’ Üretim alanlarını ve ürettikleri işleri “kendi eylem alanlarımız” diye tanımlayan sanat yönetmenleri Övül Avkıran ve Mustafa Avkıran, “Namus Oyunları” adını verdikleri ve bu yıl “ihtiyaçtan” ikincisini tasarladıkları festivalde farklı disiplinler ve bakış açıları ile kadını, erkeği, kadının yeniden varoluşunu sorguluyor, yıllardır süren tartışmalara yeni bir alan açıyor. 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Mücadele Günü”nü içine alan “Namus Oyunları”nın ilki uluslararası bir katılımla geçen yıl yapıldı. Bu yıl program Türkiye, Almanya, Solovenya, Portekiz, Hollanda’dan gelen sanatçılar, yapımlar ve ortaklıklar, namus üzerine oynanan oyunlara karşı söyledikleri sözler, eylemler ve katılımcıları ile çoğalıyor. İki konser, yedi performans, bir okuma tiyatrosu ve bir şantiye, iki panel, sergi, sunum ve atölye çalışması ile Namus Oyunları’nın ikincisi 27 Kasım’a dek garajistanbul’da seyircisi ile buluşacak. Geçen yıldan farklı olarak bu yıl namus oyunları Temps D’images festivali ile buluşuyor. 2002 yılında Fransız televizyon kanalı ARTE ve La Ferme Du Buisson tarafından başlatılan ve gösteri sanatları ile imaj arasındaki ilişkiye odaklanarak yeni sanatsal formlar ve işbirlikleri yaratmayı hedefleyen disiplinler arası TEMPS DIMAGES (görüntü zamanı) projesi, garajistanbul’un katılımıyla kendi sınırlarını aştı. Bugün, Avrupa’da 10 ülke, Belçika, Estonya, Fransa, Almanya, Polonya, İtalya, Portekiz, Romanya, Macaristan ve Türkiye’den 11 kültür kurumunun ortak olduğu, sanatçıların, sanatsal üretimin ve üretimlerin dolaşımının desteklendiği, deneyimlerin, fikirlerin ve sanatsal araştırmalarının paylaşıldığı aktif bir platforma dönüştü. Sanatçıların yaratımları ve görünürlük kazanmalarını destekleyen festival, yeni sanatsal biçimlerin araştırılmasını, üretilmesini, sahnelenmesini amaçlayan garajistanbul’da bilindik tanımların yeniden tartışılacağı bir platforma dönüşecek. (www.garajistanbul.org, 0212 244 44 99) C MY B C MY B