Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sinema VİZYON ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? (Cloudy With A Chance Of Meatballs) Yönetmenliğini Phil Lord ile Christopher Miller’ın yaptığı animasyon filmi Bill Hader, Anna Faris, James Caan ile Andy Samberg seslendiriyor. Hevesli bir mucit olan Flint Lockwood, şimdiye kadar üretilmiş en tuhaf cihazlardan bazılarının ardındaki çekingen dahidir. Flint’in suyu yiyeceğe dönüştürmek için tasarladığı yeni makinesi kazayla kasaba meydanını yok edip bir roket gibi bulutlara doğru fırladığında, Flint mucitlik kariyerinin sona erdiğini düşünür. Ta ki şaşırtıcı bir şey olana kadar: Gökten çizburger yağmaya başlar. Makinesi gerçekten çalışıyordur. İnsanlar büyük bir açgözlülükle daha çok yemek istediklerinde, makine garip davranmaya başlar ve makarna kasırgaları ve dev köfteler üretir. Kasabanın kaderi, Flint ve Sam’in uzmanlık alanlarını birleştirerek makineyi durdurup her şeyi yoluna koymalarına bağlıdır. ? Köfte Yağmuru (A Christmas Carol) Robert Zemeckis’in yönettiği ve Jim Carrey, Gary Oldman, Colin Firth ile Robin Wright Penn’in oynadığı Yeni Yıl Şarkısı, 3 boyutlu bir sinema filmi. Scrooge, Noel tatilinde ölmüş iş ortağı Marley’nin hayaletiyle karşılaşır. Marley Scrooge’a yardım etmek ister ve üç ruhun onu ziyaret edeceğini söyler. Geçmiş, Bugün ve Gelecek Noellerin hayaletleri, onu gözlerinin açılmasını sağlayacak bir yolculuğa çıkardığında, Scrooge gerçeklerle karşı karşıya kalır ve kalbini açarak kötülük dolu yılları telâfi etmek zorunda kalır. ? Yeni Yıl Şarkısı Aragon: Sanat bugün Godard’dır Saga Collection, ünlü yönetmen, senarist, yapımcı, eleştirmen, düşünür JeanLuc Godard’ın Une femme est une femme (Kadın Kadındır/1960), Le Mépris ASLI Nefret/1963), Alphaville (1965), SELÇUK Pierrot le Fou (Çılgın Pierrot/1965) filmlerinin Dvd’lerini içeren özel bir Godard koleksiyonu çıkardı. Fransız Yeni Dalga Akımı’nın önemli öncü adlarından JeanLuc Godard ilginç bir kimlik. Ağustos 1995’te kendisine yöneltilen “Avrupa’ya inanıyor musunuz?” sorusunu “Ben Avrupa’ya Fransız devlet TV kanalı TF 1’de ne zaman kötü bir Amerikan filmi yerine kötü bir Türk filmi oynarsa işte o zaman inanacağım” diye yanıtladı. O her zaman toplumda dışlananlardan, ezilenlerden, katledilenlerden, ayrıksı olanlardan yanaydı. B serilerindeki anti kahramanları önemsiyordu. Godard kadınlar ve erkekler arasındaki acı veren ilişkileri, ölümün sürekliliğini, paranın akışını, politikayı, sinemayı, iletişimi, sosyolojiyi, yaratımüretim zincirini bıkmaksızın tartışıyor. isteyen yönetmenle (Lang) daha çok çıplak kız kullanmak isteyen kaba saba yapımcının (Palance) arasında kalmasını, yapımcı karşısında ezilen kocasını gördükçe Camille’in (Bardot) Paul’den nefret etmesini Godard başarıyla aktarır. Alphaville ve Çılgın Pierrot, Godard’ın değişmez damgalarını taşıyan filmlerdir. Çılgın Pierrot için yönetmen “Sinemanın kendisi ve olayları işleme biçeminin dışında konusu yoktur” der. Bir hiçten yola çıkabilme olanağı onu hep çekmiş şaşırtmıştır. İlk postmodern örnek Yaşantısında ve evliliğinde aradığını bulamayan Ferdinand (JeanPaul Belmondo) çocuklarının bakıcısı Marianne’la (Anna Karina) Paris’ten Akdeniz kıyılarına dek uzanan bir yolculuğa çıkar. Düşünmeden davranan Marianne müzikten, danstan, aydın Ferdinand’sa kitap okumaktan, yazmaktan hoşlanır. Marianne yaşamın hareketli, Ferdinand’sa düşünsel yanını betimlerler. “Kişiliklerin çözümlenmesine girişmediğim için filmde diyalog, çözümleme sahneleri yok. Film serüvenciler üzerine değil serüven üstüne. Visconti’nin çok sevdiğim Senso’sunda (Günahkar Gönüller) Farley Granger’ın Alida Valli’ye neler söylediğini merak ettiğim sahnelerin hepsinde sahne küt diye hemen kararıyordu. Çılgın Pierrot Senso’nun tersidir. Senso’da göremediğiniz tüm o anları Pierrot’da görürsünüz” diyen Godard sinema ve dünyayı, madde oluşturmaya yarayan hamurlar olarak tanımlıyor, Pierrot’da ne hamur ne de madde var diyor. Yönetmenin politika, medya, popüler kültür, sanat ve savaş gibi ayrı alanlardaki düşüncelerinden beslenen film, sinemada postmodernizmin en erken örneklerinden biri olarak kabul edilir. Bilimkurgu ve filmnoir türlerini iç içe geçiren Godard, Alphaville’de varoluşçu sorunlarını tanımlıyor. Gizli ajan Lemmy Caution (Eddie Constantine) Alphaville kentini yöneten süper bilgisayar Alpha 60’ı yok etmek, kentin yaratıcısı Profesör von Braun’u (Howard Vernon) öldürmek, kaybolan başka bir ajanı bulmak zorundadır. İnsanların tüm duygulardan arındırıldığı bu kentte ajan Caution aşkı bilmeyen Natacha von Braun’a da (Anna Karina) âşık olacaktır. Uzak bir gelecekte geçmesine karşın 1960’ların Paris sokaklarında çekilen Berlin Altın Ayı ödüllü film, Jean Cocteau’nun Orpheus ve Alman dışavurumculuğunun ustası F.W.Murnau’nun Nosferatu’sundan esinlemeler taşıyor. “Sinemada hep doğaçlama olanağı bulunduğunu, ekimde herşeyi yapabileceğimi, sinemayı bir şeylere uyarlamadan çalışabileceğimi görüyorum” diyen Godard’ın yapıtları onun biçimsel deneyimleridir. JeanLuc Godard 1950’lerden beri diri militan kimliğini, sanatını özenle, ödün vermeksizin koruyarak sürdürüyor. ‘Ver Allah’ım Ver’ Ezber bozan güzel bir dilber, toplamı bir adam etmeyen kocalar ve şen şakrak bir masal... İşte, en son model “7 Kocalı Hürmüz” için aklıma ilk gelenler... Sonrası mı? Biraz kahkaha, biraz ALPER erotizm ve çokça şamata... “ElHubb” TURGUT dedikleri kayıtsız şartsız aşk arayışı, erkeklerin uçkur sevdası ve kadın argosu... Sonuçta; bildik bir öykü bu, başı belli, sonu belli... Mutlaka izleyin, asla kaçırmayın diyemem. Ama yine de sizlere tüyo verebilirim. Gerek müzik ve gerek de danslarıyla gösterinin çapını hayli büyüten ve yeterli dozda eğlence de vaat eden, kıpır kıpır bir film bu... Filmin yönetmeni Ezel Akay ise, kadın sorunlarıyla ilgilenen hiçbir filmin politikadan bağımsız olamayacağını söylüyor. Evet, Hürmüz’ün, erkek egemenliğindeki bir dünyada önyargılarımıza kafa tuttuğu aşikâr... 4. Uluslararası Bursa İpek Yolu Film Festivali’nde galası yapılan filmin hemen ardından, beğenip beğenmediğime dair kendime yönelttiğim klasik soruyu bir müddet ertelemeye karar verdim. Çünkü 2,5 milyon TL bütçeli 7 Kocalı Hürmüz’ün sosunun, aradan zaman geçtikçe ve detaylar anımsandıkça, kıvamını bulacağını fark ettim. Dileyene şimdi buradan türlü olumsuzluklar sayabilirim. Abartılı oyunculuklardan bahseder, zorlama espriler de mevcut der, işin içinden kolaylıkla çıkabilirim. Senaryo zayıf, diyaloglar hafif... Bakın, bunun sonu gelmeyecek. Karnenin zayıflar hanesini doldurmak o denli basit ki. Ancak, her şeye rağmen ekip ruhunu derinden hissettiren yapımlara karşı soğuk durmak yerine, yoğun emeğin hakkını teslim etmek gerekir. Bu peşin hüküm giydirmeme hali, neme lazım bana daha bir doğruymuş gibi geliyor. Hele de bir filmin içinde zekâ pırıltıları varsa... Ayten Gökçer’den sonra Yeşilçay’ın da sınıfını geçenlerden olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. Avrupa Yakası ile komediye yatkınlığı onaylanan Gülse Birsel ise resmen döktürmüş. Haluk Bilginer, Erkan Can, Memet Ali Alabora, Sarp Apak, Cengiz Küçükayvaz, Öner Erkan, Cem Karakaya, Müjdat Gezen, Erol Günaydın, Zihni Göktay, Halit Akçatepe, Betül Arım, Pınar Çağlar Gençtürk… (Vokaliz ve Shaman ‘danslar’ da filme renk katmış) O kadar çoklar ki; say say bitmez. Gerçekten rüya gibi bir kadro... Üstelik şarkılar söylemişler, eh fena da değil. Finaldeki “Ver Allah’ım ver” şarkısını ise Şevval Sam seslendirmiş. Senaryo Gürsel Korat’a ait. Filmin görüntü yönetmeni ise Haik Kirakosyan… Çağının sorgulayıcısı Çağının sorgulayıcısı olan sinemacı bir yandan da film estetiğini, yönetmenin prodüksiyonla, insanın çevresiyle olan ilişkisini yenileyip diriltiyor. İlk filmlerinde köklerini yitirmiş insanları, küçük suçluları, fahişeleri betimleyen yönetmen politik ve sosyal amaçları belirgin olmayan kitlelerin ideali aramalarını işliyor. “Kadın Kadındır” adlı komedisini stüdyoda oyuncular makyajlarını yaparken yazan Godard filminin atmosferini Charles Chaplin’in şu tümcesine dayandırmış: “Trajedi yaşamın yakın plan çekimle filme alınması, komedi ise yaşamın genel çekimidir”. Egzotik dansçı Angela (Anna Karina) sevgilisi Emile’den (JeanPaul Belmondo) bir bebek ister. Emile bu düşünceye sıcak bakmayınca da sevgilisinin en yakın arkadaşına (JeanClaude Brialy) yönelir. Bu trajikomik doğaçlamasında Godard, İtalyan Yeni Gerçekçilik akımıyla Amerikan müzikal komedilerini buluşturur. Karina, rolüyle Berlin Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazandı. Alberto Moravia’nın romanından uyarladığı Nefret yönetmenin en bütün filmi olarak kabul edilir. Brigitte Bardot, Michel Piccoli, Jack Palance gibi yıldızların, Fritz Lang gibi ünlü bir yönetmenin oynadığı dram, 1960’ların Fransız sinemasının en önemli yapımlarındandır. Sanatta ve evlilikte soyutluk, özveri, dürüstlük, iletişimsizlik temalarını içeren bu olağanüstü meditasyonda çağdaş dünyada insanın sömürüsü temasını yeniden ele alan sinemacı kadınlarerkekler, yönetmenyapımcı arasındaki ilişkileri yansıtır. Sinemanın sinema insanları üstündeki etkisini, oyun yazarı Paul Javal’ın (Piccoli) Homeros’un dünyasının gerçekliğini yakalamak Bir Ezop şekerlemesi Galanın ardından yönetmen Ezel Akay (O, kendine ‘anlatıcı Ezop’ diyor) ile buluşuyoruz. Ona, bugüne dek çektiği filmlerin hangisinin içine daha çok sindiğini soruyorum, yanıtı hazır; “Neredesin Firuze” ve 7 Kocalı Hürmüz, benim şekerlemelerim, “Hacivat ve Karagöz Neden Öldürüldü?” ise ana yemeğimdir. Filmdeki tüm erkeklerin kötü gösterilme sebebini (bu benim varsayımım) ise şöyle cevaplıyor; “Onlar kötü değiller, sadece sevimli ve kusurlular. Hürmüz’ün yedi kocası var ama yedisini toplasanız bir adam etmiyorlar. Hürmüz, yalnızca seçmek istiyor. Zaten binlerce yıldır, erkekler kadınları seçiyor. Ya tersi olsaydı. İşte bizim üstünde durduğumuz nokta, tam olarak budur.” Peki, diyorum; Hürmüz’ün sinemaya üçüncü kez uyarlanması bir handikap değil midir? Ezel Akay, Sherlock Holmes’un 272 kez filme dönüştürüldüğünü belirtiyor; “Hem riskli hem de çok zevkli... Hangi yönetmen, şu filmi ah bir de ben çekseydim dememiştir ki...” Ezel Akay, kendi filmlerinde politikanın her zaman var olacağını, politik film ile siyasi yapımların ise asla karıştırılmaması gerektiğini ısrarla vurguluyor. 7 Kocalı Hürmüz’ün önemine de değinen Akay, öykünün, o güne dek cesaret edilememiş ve saçma bulunma ihtimali de hayli yüksek olan bir konuyu işleyerek, öncülük görevini üstlendiğini söylüyor. Ezel Akay, doğaçlamaya izin veren bir yönetmen ve oyuncularının performansından da gayet memnun... İçlerinden bir kaçının rollerinin hakkını ziyadesiyle verdiği konusunda ise hemfikiriz. Gerçekçiliği ideolojik bir hastalık olarak görüyor, belki de bu yüzden Ezel Akay, yani namı diğer Ezop, sırtladığı görevin adına masal anlatıcılığı diyor. O, filmlerini izleyelim ve hep birlikte eğlenelim ve gülelim istiyor. Son söz; müzikallerin hazmı zordur, seyirciyi ya doyurur, ya da aç bırakır. Türü sevenler gerekli mesajı almıştır sanırım. alperturgut@cumhuriyet.com.tr Hürmüz’den Mor Çatı’y destek Sizce; 1800’lü yıllarda geçen masalsı bir öykü aracılığıyla, günceli yakalamak mümkün müdür? Yok, hemen ‘hayır’ demeyin. Kadın erkek ilişkileri ise mevzubahis bu hiç de zor değildir. Kadim çağlardan asri zamanlara, kim ne derse desin, bu hikâye değişmiyor. Ve 7 Kocalı Hürmüz’ün göndermeleri, şüphe götürmeyecek bir biçimde, hem dünü hem de bugünü kapsıyor. Bu yüzden her dem kanlı, canlı ve heyecanlı... Kendimize yakın hissediyoruz ve müstehzi bir gülümseme dudaklarımızın kenarına ilişiveriyor. Ve en güzel haber; filmin kostümleri, bir internet sitesinde satışa sunulacak ve elde edilen gelir, Mor Çatı Kadın Sığınma Evi’ne gönderilecek. Tamı tamına 43 yıldır eskimeyen (Sadık Şendil, gerçek bir öyküden damıtmıştır) ve sürekli kendini gündemde tutan bu kadın... Nurgül Yeşilçay, Hürmüz’e hiç kuşkusuz daha cilveli ve seksi bir hava katmış. Meşhur Hürmüz’ümüze sinemada can veren Suna Pekuysal ve Türkan Şoray ile onu sahneye taşıyan VİZYON ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? ? Sadullah Şentürk’ün yönettiği filmde Musa Uzunlar, Tuğrul Çetiner, Ayfer Dönmez ile Sinan Pekinton rol alıyor. İskender Büyük, derin devlet adına sayısız eylemde bulunmuş emekli bir istihbaratçıdır. Karanlık geçmişi nedeniyle sanık sandalyesine oturtulduğunda, yanında, baronun gönderdiği genç ve tecrübesiz avukat Ayşe’den başka kimse yoktur. Yargılanmasına göz yumanlarla hesaplaşmaya karar veren İskender Büyük, tüm bildiklerini bir bir anlatmaya başlar. (The Twilight Saga: New Moon) Chris Weitz’in yönettiği filmin başrollerini Kristen Stewart, Robert Pattinson, Taylor Lautner ile Ashley Greene paylaşıyor. Stephenie Meyer’ın fenomen haline gelen Alacakaranlık Efsanesi serisinin ikinci kitabından uyarlanan “Alacakaranlık Efsanesi: Yeni Ay”da, ölümlülerle vampirler arasındaki romans yeni bir kademeye taşınıyor ve Bella Swan (Kristen Stewart) vampir Edward Cullen (Robert Pattinson)’ın aşkına karşılık verebilmek için kaderle yüzleşiyor. ? Alacakaranlık Efsanesi: Yeni Ay ? Kurtlar Vadisi Gladio C MY B C MY B