18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 21 KASIM 2009 CUMARTESİ Cargill Avrupa, Ortadoğu ve Afrika Kurumsal İlişkiler Direktörü Ruth Rowling ile Cargill Gıda Türkiye Halkla İlişkiler Müdürü Seral Baysal Üner. Cargill 2009’u kârla kapattı Dünyanın en büyük tarım ve gıda şirketleri arasında yer alan Cargill, krize rağmen 2009’un ilk yarısında 3.3 milyar dolar kar etti. Cargill’in Avrupa, Ortadoğu ve Afrika Kurumsal İlişkiler Direktörü Ruth Rowling, 116 milyar dolarlık ciroya sahip olan Cargill’in de her firmi gibi global krizden etkilendiğini buna karşın 2009’u karla kapattıklarını söyledi. Rowling, gelecek yıl karlarını daha da arttırmayı hedeflediklerini anlattı. “Tadınıza tat katıyoruz” sloganıyla Cargill Fransa’daki Grasse Aroma Fabrikası’na düzenlenen gezide, firmaya ilişkin bilgi veren Ruth Rowling, 150 yıllık geçmişe sahip olan firmanın bugün 60 ülkede 155 bin çalışanı olduğunu söyledi. Rowling’in verdiği bilgiye göre, lezzet formulasyonu ve entegrasyonu üzerinde yüzyılı aşkın deneyimi bulunan Cargill Juice, 30 yıl önce portakal konsantresi ticaretiyle konsantre sektörüne girdi. 2004 yılında İngiliz Duckworth Group’u satın alınarak aroma dünyasına geçiş yapılırken, 2006 yılında Fransız Degussa’nın Gıda Grubu’da bünyeye dahil edildi. Aynı yıl, bu yapı, “Cargill Flavor Systems” (CFS), (Cargill Aroma Sistemleri) adıyla tek çatı altında toplandı. İçecek, tatlı ve tuzlu ürün aromalarının yapı taşları olan doğal aroma kimyasalları üzerine uzman olan CFS, üretici firmalar için; benzerleri arasında fark yaratan ürünler ve yeni aromalar için çalışmalara yöneldi. Tatları birbirinden farklı binlerce aroma, farklı gıda ve içecek uygulamalarına özel olarak sıvı, toz, paste formlarda üretilmeye başlandı. Üretim, tarladan ekstraksiyona kadar uzanan temin zinciri kullanılarak kakao, fındık, susam, kahve ve çay tipleriyle rom ve saf viski dahil olmak üzere özgün doğal ekstrelere ait geniş yelpazeye yayıldı. ‘Domuz’dan kaçarken başka hastalıklara tutulmayın Domuz gribi bir yandan korkutmaya devam ederken, diğer yandan kendi pazarını da yarattı. Bu yeni pazarda sunulan her ürünü kullanmak ise kimi zaman çok da yararlı değil. Türkiye’de domuz gribi son aylarda hızla yayılıyor. Dolayısıyla korunma yöntemleri konusunda herkes telaş halinde. Hangi ZUHAL ürün ne AYTOLUN kullanılmalı, tür yemekler yemeli, bağışıklık sistemi nasıl güçlendirilmeli gibi sorular, sorunlar tartışılmaya devam ediyor. Antibakteriyel el temizleme jelleri, koruyucu yüz maskeleri, antibakteriyel sabunlar, aktarlardan alınan bitkisel ürünler, direnç güçlendirici ilaçlarla domuz gribi bir anlamda kendi ekonomisini de yarattı. Bu işten karlı çıkan pek çok sektör de oluştu haliyle. Domuz gribinden korunmak, bağışıklık sistemini güçlendirmek, zinde kalmak ve keza virüslerle başa çıkabilmek için bitkilerden faydalanmak herkesin başvurduğu bir yol. Bağışıklığı güçlendiren ve mikrop öldürme özelliğine sahip bitkilerin adı ilk defa duyulmuş olsa dahi peşinden koşmayanı yok gibi. Aktarların yolu bugüne dek hiç bu kadar aşınmamış, kapısı bu kadar çalınmamıştır herhalde. Artık her evde en az bir uzman bulunuyor. Peki bunları ne kadar tüketeceğimizi biliyor muyuz? Fazlasının zararlı olduğunun ne kadar farkındayız? Sadece aktarlar da değil. Yemek tariflerinin bile adı değişti. “Öksürük çorbası”, “Gribi yok eden yemek”, “Mikrop öldüren çorba” gibi isimlerle yemekler pazarlanarak televizyon programları ve gazeteler için bir reyting, tiraj aracı haline geldi. Günlük hayatta yediğimiz yemekleri bir anda bu çarpıcı isimlerle duyunca, daha bir dikkatli dinler olduk. olmadığı belirtiliyor. Bunca yapılan yayın da toplumda bir obsesyona yol açıyor. Takıntılı bir halde defalarca her yer siliniyor, jeller çantadan cebe giriyor; hemen ulaşılabilmesi için. Hatta toplu taşıma araçlarında ya da yollarda, kimi zaman komşuya giderken dahi maske takılıyor. Peki bu ürünler ne kadar korumaya sahip? Hastalık bu, elbette dikkati elden bırakmamak gerekiyor. Önüne geçmek için ne yapmak gerekiyorsa, uygulanmalı. Ancak yeni pazara bu kadar hizmet etmek hangi noktaya kadar mantıklı? Uygulanan bu yöntemlerde aşırıya kaçılması, domuz gribinden korunayım derken başka hastalıklara da yol açabilir mi? ‘Su ve sabun yeter’ Pek çok yöntemin sağlığa etkisi olduğu kesin. Ancak pazar büyüdükçe, kendi ekonomisini yaratan domuz gribi için yapılması gerekenler listesi de uzadıkça uzuyor. Bu da tabii başka tartışmaları da gündeme taşıyor. İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıklar ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Şadi Yener’le kullanılan antibakteriyel ürünlerin etkisini konuştuk. Söyledikleri çok çarpıcı: “Kapitalist pazarda iki temel unsur vardır. Biri korku ve beklenti yaratmak, diğeri de kar marjı oluşturmak. Her toplumsal korkuda veya olayda bundan yararlanılır ve korku abartıldıkça abartılır.” Prof. Dr. Yener, önerilen tüm antibakteriyel ürünlerin yanlış bir uygulama sonucu yoğun kullanıldığına dikkat çekiyor. El temizliği için kullandığımız sabun ve su, en kesin çözüm. Antibakteriyel ürünlerin virüse herhangi bir etkisi bulunmuyor. Aksine bakterilerin direnç gelişimine dahi yol açabiliyor. Keza okulların dezenfekte işlemlerinin de gereksiz olduğunu dile getiriyor Prof. Dr. Yener. Çünkü dezenfekte işlemi yapıldıktan kısa bir süre sonra okula gelen öğrenciler bakteri ve virüs yayılımını hemen sağlayabiliyor. Prof. Dr. Yener, domuz gribinin kendi pazarını yarattığına özellikle dikkat çekiyor. Bu yeni pazarın bir ürünü de yüze takılan maskeler. Prof. Dr. Yener, bu konuda da uyarıyor: “Yüze takılan maske hastalığı olan kişinin etrafındaki kişilere virüs bulaştırmaması için kullanılır.” Bitkiler hem faydalı hem zararlı İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Filiz Meriçli ise bağışıklık sistemini güçlendirici bitkilerin kullanımında sakınca görmüyor. Tabii bilinçli kullanılması halinde: “Her bitkinin faydası olduğu kadar zararı da vardır. Eczacılar bunu bilir. Ne yazık ki sağlık sistemindeki eczacılık uygulamaları bu bilgileri aktarabilecek ortam yaratmıyor.” Aktarlar ise bu konudaki gelişi güzel önerileriyle tehlike altında bırakıyor. Domuz gribinden korunmak için aktarlara danışanlar, kimi zaman özensiz önerilerle karşılaşabiliyor. Prof. Dr. Meriçli, “Kimi aktarların sarı kantaron önerdiğini duyduk. Antidepresan etkili bir bitkidir, antiviral etkisi yoktur. Başka ilaçlarla beraber kullanılırsa yan etkilerinin oluşması söz konusu” diyor. Melisa çayını öneriyor Prof. Dr. Meriçli. Stresi yönetmek açısından da faydası olduğunu söylüyor. Ancak sekiz haftaya kadar. Daha uzun süreli kullanımlarda de 510 gün ara verilmeli. Hatta Prof. Dr. Meriçli, tüberküloz ve MS hastalarının kesinlikle kullanmaması gerektiğini söylüyor. Ekinezya çayı ise insanlarda yarım ila bir derece ateş arttırıcı özelliğe sahip. Ateş konusunda rahatsızlık yaşayanların da kullanmasını önermiyor. Zerdeçal ve zencefil gibi baharatların aşırı tüketilmesi de sakıncalı. Bitkisel ürünler bilinçli tüketildiği zaman vücuda yararlı. Aksi halde yararı kadar zararı da var. Bilinçli olunduğu durumlarda toplumu bir korku bulutu olarak da saran domuz gribini yenmek mümkün. Ancak gelişi güzel kullanılan ürünlerle zararlarını da görmek olası. 60’LARDAN BERİ TÜRKİYE’DE Türkiye’de ise 1960’lardan bu yana gıda, hububat ve risk yönetimi olmak üzere 3 ana iş kolunda 300 çalışanı ile faaliyetini sürdüren firmanın fabrikaları İstanbulPendik ve BursaOrhangazi’de yer alıyor. Cargill Gıda’nın Türkiye Murahhas Azası Mustafa Sayınataç ise 2001 yılında pancar bazlı şeker tüketimini desteklemek amacıyla başlatılan kota uygulamasından dolayı dünyada en pahalı şekerin Türkiye’de satıldığını söyledi. Türkiye’de nişasta bazlı tatlandırıcılara yılda 600650 bin tonluk talep olmasına rağmen, kota uygulaması yüzünden bunun 350 bin ton seviyesinde kaldığını, bunun da gıda üreticilerini kaçak şekere yönelttiğini belirtti. Sayınataç, kendilerinin de kapasitelerinin yüzde 30’unu kullanmak zorunda olduklarından söz etti. 5 firmanın yer aldığı pazarda, Cargill’in yüzde 42 payla lider olduğunu da söyleyen Mustafa Sayınataç, “Bu kota uygulaması yüzünden sektörde rekabet ortamı da ortadan kalkıyor. Çünkü, sektördeki firmaların ne kadar üretim yapıp, satacağını kanun çerçevesinde oluşturulan kurul belirliyor. Bu kurulun belirlediği kotalara göre, Türkiye’de üretilen şekerin yüzde 90’ını pancar, yüzde 10’unu da nişasta bazlılar oluşturabiliyor” dedi. Nişasta ve nişasta bazlı tatlandırıcı sektöründa yılda kullanılan mısır miktarının ise 750 bin tonu bulduğunu anlatan Sayınataç, sektörün kullandığı mısırın, yağından özüne, posasına kadar tüm unsurlarından yararlandığını ifade etti. Nişasta ve nişasta bazlı tatlandırıcı üretiminde kullanılan mısırın 2002 yılından bu yana Türkiye’den temin etme zorunluluğu getirildiğini de söyleyen Sayınataç, “Yılda iki ürün alınmaya başlanmasıyla birlikte mısır üretimi 4 milyon tona ulaştı. Üretilen bu mısırın da dörtte biri nişasta ve nişasta bazlı tatlandırıcı üretiminde kullanılıyor” dedi. İthal mısır kullanımına izin verilmediği için sektörün Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO) tartışmalarından da uzak kaldığını söyleyen Sayınataç, her ülkenin gıda ve tarım politikalarının farklı olduğunu dikkat çekerken, Cargill’in de bulunduğu ülkelerin kurallarına ve yasalarına uygun hareket ettiğini vurguladı. Melisa içilebilir Dikkat edilmeli Bir de gün içinde bıkmak bilmeden sürülen antibakteriyel jeller, sabun ve mendillerle yüz maskelerinden de söz etmek gerekir. Bir yandan bunların kanser yapıcı etkisi tartışılıyor, diğer yandan da virütik etkisi olmadığı için gerekli ‘Hipnoz bir tedavi ama bilinçli ellerde yapılırsa’ Ankara Üniversitesi Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi Felsefe bölümü mezunu Celalettin Uzuner. Lisede klasik dil merakı nedeniyle öğrendiği Osmanlıca onu ESRA “Manyetizma, Hipnotizma, AÇIKGÖZ Somnombolizma” kitabıyla tanıştırmış, kitap da hipnozla. Hipnozla 18 yıllık yolculuğu işte böyle başlamış. Debra Wylde, Dirk Bansch, Dr. Wyatt Woodsmall gibi konusunda uzman kişilerden eğitimler almış. Uluslararası Hipnoz Birliği’nin (İHA) Türkiye’deki tek öğretim üyesi. “Başarı artık sır değilsin” ve “Hipnoz” kitaplarına yakında bir yenisi daha eklenecek: “Hipnoterapi”. NLP ve Hipnoz eğitmeni Celalettin Uzuner ile hipnoz üzerine konuştuk... Hipnozla ilgili nasıl bir eğitim aldınız? Lisede, Türkiye’de bu konuda var olan bütün kaynakları edindim. O zamanlardan çevremdekilere hipnoz yapmaya başlamıştım. Üniversitede, dershanede stajyer öğretmen olarak çalışınca eğitim alanındaki problemlerle ilgili hipnoz uygulamaları için geniş alan buldum. Tecrübem ve bilgim arttı. Dünyadakileri, öğrenme tutkum giderek büyüdüğünden araştırmalara başladım, Avrupa ve Ortadoğu Hipnoterapi Enstitüsü eğitmenlerinden PsikiyatrHipnoterapist Robert Smith’ten hipnoz ve hipnoterapi eğitimleri aldım. Merkezi Amerika’da olan İHA’nın eğitimlerini alarak Türkiye temsilcisi oldum. Böylece farklı yaklaşımların hipnoz ve hipnoterapiyi ele alış biçimlerini inceledim. hocalarına bu konuyla ilgili soru sorduklarında, hipnozu kötüleyen ve uzak durmalarını öğütleyen yanıtlar aldıklarını anlatıyor. Hiç tanımadıkları veya denemedikleri alan hakkında, yeni yetişenlerin kanaatleri böyle biçimlendiriliyor. Hipnoz ve bilim nasıl yan yana geliyor? Hipnozun kökeni çok eski devirlere uzansa da, bu olgu bilim ve teknolojinin büyük aşamalar kat ettiği zamanımızda bile tam anlamıyla açıklığa kavuşturulamadı, hâlâ tartışılıyor. Hipnoz bilimsel olarak ilk 1843’te İngiliz operatörü Dr J. Braid tarafından incelendi ve sayısız denek üzerinde uygulandı. “Braidizm Ekolü”nü kurdu. Bu alanda yayınladığı eseri yüzünden zamanın tıp cemiyetinden büyük tepkiler gördü. Yıllar sonra Braidizm ekolünü benimseyen Liebeault adında bir köy doktoru, hipnotizmayı uzun süre bir tedavi yöntemi olarak kullandı. Nevrozları, histeriyi tedavi ederken Charcot da, hipnoz tekniğini kullandı ve başarılı oldu. O devirde Charcot’la çalışan Dr. Freud nevrozlarda, özellikle histeride bu yöntemin oynadığı rolü dikkatle izledi. Frued tüm gücünü psikopatoloji sahasına kaydırdı, bugün de geçerli olan Freud Öğretileri böyle oluştu... 38 yıl önce, Amerikan Tıp Birliği hipnozun tıpta yerini aldığını, kimi hastalıkların tedavisinde yararlı olabileceğini kabul etti. Bugün yalnız Amerika’da bu yöntemi uygulayan dört bin doktor, psikolog ve diş hekimi var, 200 ciddi araştırmanın yapıldığı belirtiliyor. Hipnozla neler tedavi edilebiliyor? Günümüzde hastalıkların büyük kısmını psikolojik ve psikosomatik rahatsızlıklar oluşturuyor. Çoğunun nedeni bilinmiyor. Hipnoz, bilgili ve tecrübeli ellerde bu sorunları kolayca çözümleyebilecek bir teknik. Bu hastalıklar arasında; tıbben tam tedavi edilemeyen migren, erkeklerde cinsel yetersizlik, kadınlarda cinsel soğukluk ve vajinusmus, uykusuzluk, sara, yüksek tansiyon, anksiyete, depresyon, korkular, çalma hastalığı, uyuşturucu madde alışkanlığı, obezite, zayıflık, nefes darlığı, ekzema, sinir sisteminde duyulan ruhsal orijinli ağrılar, bağırsak spazmı, sedef, gastrit, ülser, bel tutulması, kabızlık, bronş astımı, eklem romatizması, histeri, menopoz sıralanabilir... Bu rahatsızlıklarla ilgili uzman doktor muayenesinden geçilmesi ve biyolojik olarak bir probleminin olmadığının ortaya konması özellikle istenir. Problemin kökenine inmek... Hipnoza inanmayan birinin de hipnozla tedavi edilmesi mümkün mü? Kişinin bilinçaltı, “sahibinin” razı olmadığı değişikliği yapmanıza izin vermez. Unutamadığınız bir anınız var mı? Özellikle problemin kökenini çözmek için yaş geriletmesi yaptığımızda karşılaştıklarımız unutulmaz oluyor. Birinde danışan üç yaşına indi ve kendisini büyük çocukların kömürlüğe kapattığı anda buldu. Beş altı saat sonra annesi bulmuş. Olaydan sonra bir hafta konuşmamış, daha sonra kesik kesik konuşmaları kekemeliğe dönüşmüş, bize gelene kadar 36 yıl kekelemişti. hafta?cumhuriyet.com.tr C MY B C MY B İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk, Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım, Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Miyase İlknur, Görsel Yönetmen: Elif Tokbay Yayınlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ, Yönetim Yeri: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No.2 Şişliİstanbul Tel: 0 212 343 72 74 Fax: 0 212 343 72 64, Reklam: Cumhuriyet Reklam, Genel Müdür: Özlem Ayden, Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal, Reklam Koordinatörleri: Hakan Çankaya, Neşe Yazıcı Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı, Tel: 0 212 251 98 7475, 0 212 343 72 74 Cumhuriyet gazetesinin ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hipnoz ve bilim... Hipnoz, Türkiye’de pek inanılmayan bir alan. Sizse pek çok psikolojik rahatsızlığın, bağımlılığın tedavisi olarak uyguluyorsunuz. Bunun sebeplerinden biri üniversitelerimizin ilgili bölümlerinin hipnoz ve onunla ilgili çalışmalardan uzak durmaları. Eğitimlerimize katılan birçok psikolog, psikolojik danışman veya doktor, üniversitede
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle