19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Şarap tadında bir NBC NBC / Nuri Bilge Ceylan’ın her filmi artık dünyalı sinefillerin, gerçek sinemaseverlerin heyecanla bekledikleri bir olaydır. 14 yılda ilki kısa, toplam 6 filmle beyaz perde tutkunlarının kalbine yerleşmek sinema tarihinde çok az 7. sanat yaratıcısına ‘kısmet’ olmuş bir ayrıcalıktır. NBC sinemaya asla geç kalmamış ama geç geçmiş bir sanatçıdır. Kişiğiliyle bağdaşır bir ağırbaşlılıkla, ağır ağır ve ağır filmler yapmaktadır. Bir Jim Jarmusch, [email protected] bir Nanni Moretti, bir Stanley Kubrick gibi uzun aralıklarla üretir. Bugüne kadar hiç bir eseri sinefilleri, referans sinema eleştirmenlerini düş kırıklığına uğratmamıştır. Grafiği düzenli yükselen bir eğri izlememiştir. Ancak hangi efsane olmuş isim için bile böyle bir tespit söylenebilir ki? Bergman mı, Fellini mi, Godard mı, Kurusawa mı, Tarkovski mi, Truffaut mu, Welles mi, vb? Kim her seferinde bir öncekinden daha iyisini başarabilmiştir? Üstelik başından çıtayı yüksek tutmuşsanız! Hem de ‘yalnız bir ülke’nin, ‘popüler’i yücelten, ‘sığ siyaset’lerle uğraşmaktan bıkmayan toplumsal ortamında yetişmişseniz... Bir Nuri Bilge Ceylan filmi ilk dakikalarından, ilk karelerinden itibaren bir Michelangelo Antonioni, bir Pedro Almodovar, bir Wong Karwai, bir Woody Allen filmi gibi bas bas bağırır, “Ben bir NBC mahsülüyüm, sonumda NBC imzası atılıdır”, diye. Çoğu sıra dışı yönetmen gibi bir stile, taklit edilemez kişisel özgünlüğe sahiptir. NBC’nin ne ‘derin dekoltesi ve kara gözleri’ vardır, ne avroları dolarları bavullarla taşıyabilen ‘sponsorları / ortakları’, ne de siyasal hassasiyetli ‘dayanışma etkenleri’... NBC 21. yüzyılda (ve de sinema tarihinde) kendini dünya sinemasına objektif ölçütlerle ve de adım adım kabul ettirmiş ilk Türk yönetmendir. 24 OCAK 2009 CUMARTESİ 7 UĞUR HÜKÜM Kirpi’de Mazhar Alanson’la başrolü paylaşıyor Güven Kıraç. Hiç oynamamaya çalıştığını, ticari filmlere kaliteli olması koşuluyla karşı durmadığını anlatan deneyimli oyuncu, Türk sineması hakkında ise “Mümkünse sayı kadar nitelik de çoğalsın” diyor. 56 SALONDA GÖSTERİMDE NBC’a 2008 Cannes Film Festivali’nde ‘En İyi Yönetmen’ ödülünü kazandıran son filmi “Üç Maymun” geçtiğimiz 14 Ocak’ta Fransa’da 56 salonda gösterime girdi. Ülkede şarap kültüründen aktarma bazı ölçümler, hoş benzetmeler vardır ki, sık sık kullanılır. Her zaman pek nesnel olmasa da, renkler ve zevkler gibi kişiye, ortama göre tartışma götürse de, çoğu zaman ortak paydalar bir yerler de kesişir. O yılın mahsüllerinde Alsace, Bordeaux, Burgogne (Burgonya), Loire, Rhone gibi coğrafi bölgelere has, sene üzerinden notlamalarda uzlaşılır. İstisnai Sene’den, Çok İyi, İyi, Orta ve Küçük Sene’ye (zayıf) beş sınıflama yapılır. Örneğin son yıllarda Kırmızı Bordeaux’larda ‘İstisnai Sene’ 2005’tir. Beyaz Bourgogne’da 2003’e, Alsace’ta 1998 veya Loire şaraplarında 1997’e uzanmak gerekir. Halbuki bazı bölgelerin bazı şarapları, örneğin Bordeaux’nun St. Emilion bağları Angelus Şatosu mahsülleri senesi kaç olursa olsun, asla İyi’nin altına düşmez. İşte Fransız eleştirmen hatta müşkülpesent sinema izleyicisi bir NBC filmi çıktı mı, adeta bir Angelus şişesi açıyormuşcasına huşu içersinde ekran karşısına kurulur. Her sekansın, karenin; her fotoğrafın, planın keyfini, tadını çıkarta çıkarta seyreder, sonra da onu yorumlar, etrafıyla paylaşır, tartışır ve de yargılar. Ve hiç unutmaz Angelus bile olsa şişe ‘bozuk’ çıkabilir! Bin bir suratlı Güven Kıraç, zeki, komik ve hoşsohbet bir adam. Kendisine senaryolar yağsa da o seçici davranıyor, belki de bu yüzden son 12 yılda çekilen hemen hemen her iyi filmde onu gördük. O ticari filmlere karşı değil ama ALPER bir koşulu var; kalite... Türk silkelendiğini ve her TURGUT Sineması’nın hafta vizyona iki yerli yapımın alperturgut.blogcu.com girdiğini söylüyoruz, Güven Kıraç “mümkünse sayı kadar nitelik de çoğalsın” diyor. Politik müdahillik konusunu açıyorum, eylemin değil sözün tarafında olduğunu ve oportünistlerden nefret ettiğini anlatıyor. İki ay önce bankacı Başak Hanım’la evlenen Güven Kıraç, bir iki yıl içinde çocuk sahibi olmak istiyor. Onunla önümüzdeki Cuma günü gösterime girecek olan başrolünü oynadığı Kirpi’den önce söyleştik. Aileniz ve çocukluğunuzla başlayalım isterim... Kafkasya halklarındanız biz, savaşçı bir millet olan Abazalardanız. Dedemin babası Soçi’den gelmiş, Adapazarı’na yerleşmiş. Sülalemin birçok üyesi hâlâ Akyazı’nın Kuzuluk Köyü’nde yaşar. Kadın, erkek eşittir, kız ve erkek flört eder, birlikte eğlenirler de... Ancak saygı her zaman ön plandadır. Anne tarafım ise Balkan göçmenidir, Arnavut asıllıdır. İstanbul Haseki’de 1968 yılında doğdum. Babam Güner eskiden şofördü. Annem Ayla ise benim doğumumdan sonra bir dönem Eczacıbaşı’nda işçilik yaptı. Biz iki kardeşiz, benden 11 yaş küçük biraderim Gökhan da oyuncu (Kavak Yelleri, Adanalı)... Gökhan doğmadan önce ekmek parası uğruna Almanya ya gittik. O zamanlar henüz 4,5 yaşındaydım. Orada yuvaya gittim, bir buçuk sene sonra ise Türkiye’ye geri döndük. Liseyi Zincirlikuyu İnşaat Teknik ve yapı Meslek Lisesi’nde okudum. Eskiden İstiklal Caddesi’nde tiyatrolar vardı, şimdi koca cadde kuru bir bar kalabalığına dönüştü. Sinemada değişik rollerle seyircinin karşısına çıkmayı seviyorsunuz.. Sürekli değişmek, değiştirmek ve hep şaşırtmak... Örneğin içine kapanık bir aşığı (Masumiyet’te Yusuf) da, dışlak bir tip olan kadın satıcısını (Lalelide Bir Azize’de Aziz) da oynadım. Eşcinsel rolünden 8 ay sonra din adamını canlandırdım. Binbir suratlı olmayı seviyorum. Senaryoyu bir kez dikkatli okurum. Sırrımı bilmiyorum, daha doğrusu anlatamam sanırım. Hiç oynamamaya çalışıyorum. Festivaller, kırmızı halılar, bunlar her oyuncu için imrenilecek şeyler. Duvara Karşı ile Altın Ayı alındığı gün sanki bir rüyaydı. Fatih Akın, hiç de kolay değil, orada bu başarıyı Ken Loach’ı, Theodoros Angelopoulos’u geçerek kazandı. olmayı seviyorum sağladı) Sonra “Gönül Yarası” ve “Anlat İstanbul” gelir. Bugüne dek 16 filmde oynadım ve hiçbiri tırışka değildi. “Duvara Karşı”, “Salkım Hanımın Taneleri” (19. Uluslararası İstanbul Film Festivali, En İyi Erkek Oyuncu), “Takva”, “Duruşma”, “Laleli’de Bir Azize”... Yabancı bir film olan Kebab Connection’da da rol aldım. Hepsi iyi filmlerdi. Sinema ve tiyatroda sizi gerçekten zorlayan rolleriniz hangileri? “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?” filmindeki “Pervane Kadı” rolü beni çok zorladı. Hatta Ezel Akay’a korkuyorum demiştim. Hem eski Türkçeye hâkim olacaksın, hem de bu zor rolün üstesinden geleceksin. Ancak zoru başardık. Tiyatro’da ise Steven Berkoff’un yazdığı Ferhan Şensoy’un yönettiği, “Dolu Düşün Boş Konuş” çetin bir oyundu. “Henry” zor olmayı hak eden bir roldü. 30 Ocak’ta son filminiz “Kirpi” vizyona girecek. Kirpi, “Süper Baba, İkinci Bahar, Alacakaranlık, Yabancı Damat, Kiracı” gibi eserleri yaratan yazar Sulhi Dölek’in 1996 Büyük Edebiyat Ödülü’nü kazanan kitabından uyarlandı. Sulhi Dölek’in ölümünden önce yönetmenimiz Erdal Murat Aktaş’a “Bana söz verin ve alın bu kitaptan bir film yapın” demiş, işte Kirpi verilen bu sözün tutulmasıyla yaratıldı. BRAVO.. “Kasaba” ve “Mayıs Sıkıntısı”nı İyi ile Çok İyi arasına yerleştiren Fransız sinema dünyası “Uzak” ve “İklimler”i Çok İyi ile İstisnai İyi sınıfına koymuştu. “Üç Maymun” un Cannes’da kazandığı ödül kuşkusuz bir ölçüydü ama çoğu eleştirmen ikinci kez ve sinema aşıkları ilk kez gördükten sonra karar vereceklerdi. Gündelik gazetelerde Libération ve Le Monde, haftalıklarda Télérama ve Le Nouvel Observateur, aylıklarda da Positif ve Cahiers de Cinéma genel tonu verirler. 15 Mayıs 2008’de filmi Cannes’daki ilk gösteriminden çıkarken, Fransa’nın ilk üç sinema eleştirmeninden, Positif dergisi başyazarı, üstelik Türk sinemasının ayrıcalıklı uzmanı Michel Ciment ustaya kaygı ve heyecanla sorduk, “Filmi nasıl buldunuz?” Cevap beklentimizin üstündeydi: “Mükemmel. Tam bir başeser!” Sonra bir kaç tanıdık İtalyan, Amerikalı sinemacı çehreye takıldık, “Tutturduğu seviyeyi düşürmüyor. Bravo, Nüri Bilj Seylan!” Dillerini eşek arısı soka Fransızlar gibi telaffuz ediyorlardı NBC’nın adını ama olsun Bilge kendini kanıtlamıştı. Kim ne derse desin Türk sineması Angelus’ünü bulmuştu. Zaten ödüller de başarıyı tescil ediyordu. Fakat ticari çıkış nasıl karşılanacaktı? VERİLEN SÖZ TUTULDU En çok beğendiğiniz üç filminizi sıralar mısınız? Zeki Demirkubuz’un çektiği “Masumiyet”, benim en sevdiğim ve beğendiğim film... 1997’de oynadığım bu yapım, aynı zamanda benim ilk göz ağrım. (Masumiyet, Kıraç’a ÇASOD ve MGD ödüllerini kazandırdı, İsrail Uluslararası Film Festivali’nde de en iyi erkek oyuncu seçilmesini NBC FESTİVALİ Son NBC mahsulü ‘Çok İyi’ ile ‘İyi’ arası bir puan tutturdu. Üstelik fırsattan istifade MK2 dağıtım zinciri Beaubourg Müzesi’nin arkasındaki sinemasında 3 NBC filminden (Mayıs Sıkıntısı, Uzak ve İklimler), haftada 3 gün 3 seans bir “NBC Festivali” başlattı. Bir kere filmin çıktığı hafta Le Monde gazetesinin birinci sayfasına 15x10 boyutlarında ilan vermek yürek isteyen bir girişimdi. Filmin en başarılı oyuncusu kabul edilen Ahmet Rıfat Sungar’ın fotoğrafıyla hazırlanmış afiş “Yeni Nuri Bilge Ceylan filmi” diye takdim ediliyordu. Gazetenin iki gün önceki 14 Ocak tarihli baskısında film etrafında iki makale yer alıyordu. Başkalemlerden JeanLuc Douin, “Ruhun karanlıkları üzerine kara bir film” başlıklı yazısında, “Ceylan, hayatın boş derinliğinde belli bir yaşama sancısını çiziyor, sessizliklerin sondajını yapıp, içsel loşluk bilinmezlikleri keşfetmeğe çalışıyor... Aşağılık iğrençlikleri sergiliyor... Görünürde cinayet yok ama cesetler (içimizdeki) dolaplarda bekliyor. Geçmişin yaraları hayalet gibi aramızda dolaşıyor... Büyük sinemacılık...”, benzeri sözlerle görüşlerini dile getiriyor. Thomas Sotinel ise ayrı bir analiz yazısında NBC’yi inceliyor. Türkiye’de ciddi bir saygı gören Ceylan’ın, “Karanlığa yollanan mektuplar gibi filmler” çevirdiğini savunuyor. “Filmleri Türkiye’de yığınları çekmiyor, ama bu durum pek de umurunda değil”, tespitinde bulunmuş. Libération sinema ekinin kapağı dahil 3 sayfasını filme ayırmış. Gazetenin başsayfasından çıkışını duyurduğu film dosyasına “Acımasız Türkiye” manşetini atmış. Gazetenin Türkiye uzmanı Marc Semo’nun kaleme aldığı uzun incelemede NBC’nin aslında Türkiye’de çok sevilen bir melodram konuyu işleyerek ustalıkla zalim ve çürümüş bir toplumu tasvir ettiğini anlatıyor. Sanatçının Antonioni veya Bergman gibi örnek üstatlarından Fransız yönetmen Robert Bresson’dan hareketle “İcabında bir şey göstermeden, ima etmeden seslerle bile bazı durumların anlatılabileceği”ni kanıtladığını söylüyor. Eseri “Affetmeyen bir film” niteleyen Semo, Ceylan’dan şöyle bir alıntı vermiş: “İnsanlar sinemaya gülmek veya ağlamak için gidiyorlar. Onları şaşırtmak istedim. İçinde yalnızca kahramanların ya da kurbanların olmadığı, aynı kişilerin her iki duruma da düşebileceği hayatın gri tonlarını da görebilsinler istedim.” ARAYIŞ İÇİNDEYİM Peki, oyuncu olmak fikri nereden doğdu? Lisedeyken amatör tiyatroya gönül verdim. Oyunculuk adlı virüs, kanıma bir kez girmişti. İlk kez sahneye çıkışım dün gibi hatırımda, Cevat Fehmi Başkut’un (Cumhuriyet’in eski genel yayın yönetmenlerinden) “Göç” adlı oyununda kapıcının çırağını canlandırmıştım. Ve peşi sıra konservatuar... Yok, hemen değil. İki yıl kazanamadım ki... Ama istedim, sabrettim ve 1988’de Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’ne girdim. Tiyatrodaki ilk profesyonel oyunuma ise 1990 yılında eski İnci Sineması’nın bulunduğu pasajda Ahmet Uğurlu tarafından kurulan Karşı Tiyatro’da çıktım. Oyunun adı “Hamlet İki Orijinaline Beş Basar” idi. Yanlış anımsamıyorsam onun öncesinde (1986), devlet tiyatrosunda sahnelenen “Siz Ne Dersiniz?” adlı çocuk oyununun (Faik Ertener’in yazdı) kadrosunda yer aldım. Tiyatro sizin için ne kadar önemli? Çok çok önemli... Şimdilerde tiyatro için arayış içindeyim. Sahnenin keyfi başka... Farklı bir lezzeti var. Ve üzülüyorum. Çünkü tiyatro kan kaybediyor. Keşke hep reklam olsa.. Kirpi’nin başrolünü Mazhar Alanson ile paylaşıyorsunuz, birbirinize uyum sağlayabildiniz mi? Kirpi’de ajans sahibi Tahir Yaman’ı canlandırıyorum. Hani Seda Sayan’ın sabah programına seyirci taşınıyor ya işte fırıldak ve fırlama bir adam olan Tahir de, tam da o işi yapıyor. Tahir, evli, iki de sevgilisi var. Üçkâğıtçılığına karşın çok da sevimli... Tahir ve Mazhar (Alanson) ağabeyin canlandırdığı Kirpi Reşat, intikam hissiyle film boyunca sürekli bir didişme halindeler. Mazhar Ağabey için bilmeyenler ters adam, arıza adam dese de, bence o, nevi şahsına münhasır bir insan. Herkesle uyuşamaz belki ancak biz gayet güzel uyuştuk, sevgiyle çalıştık. Filmin kabasını izledim, beğendim. Ortaya güzel bir şeyin çıktığına eminim. Gelelim ekranları parselleyen dizilere... Ben diziyi, Türkmax ile sınırlı tutmaya çabalıyorum. Çünkü orada yarış atı muamelesi görmüyorsunuz. İnanın, Türkmax süper bir şemsiye... Sitcom adına denenmiş ilk format olan 1951 tarihli “I Love Lucy”den uyarlanan “Sen Harikasın”da Demet Akbağ, Ragıp Savaş ve Ruhsar Gültekin ile oynuyoruz. Mutluyuz, keyifle çalışıyoruz. Aslında pek çok insan sizi önce reklamlar sayesinde tanıdı, reklamlarda oynamayı seviyor musunuz? Reklamları gerçekten çok seviyorum, keşke hep reklam olsa... Bu tamamen duygusal bir his (gülüyor). İşte bakın, reklamım geldi yine... Buradan tüm reklamcılara duyuruyorum. Valla senede 4 5 tane yeter. Hatta o zaman dizilere de gerek yok. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle