23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 24 OCAK 2009 CUMARTESİ Murat Şeker Türk gibi başla Alman gibi bitir Arka arkaya çektiği 3 uzun metraj filmden sonra yönetmen Murat Şeker, kariyerine başladığı yörüngesine geri dönerek yeni bir belgesel projesiyle karşımıza çıkıyor. 2005 yılında çektiği Almanya Rüyası belgeselinin ardından şimdi ZUHAL yeniden bir Almanya belgeseli üzerine çalıştı: gibi başla, Alman gibi bitir”. Almanya’da AYTOLUN “Türk kültür ve sanat platformunda öne çıkan Türkiye kökenlilerin hikayesini konu edinen belgeseli hazırlayan Şeker, ‘Almancı’ sanatçılarla söyleşi yaptı, işlerini kayıt altına aldı. Şeker’in Almanya ile bağı sanıldığı gibi Almanya’da doğmuş ya da yaşamış olmak değil. “Orada yaşayan 3 milyondan fazla Türk olduğu düşünüldüğünde Almanya sıradan bir ülke değil bizim için. Aramızda organik bir bağ var ve bu sürekli gelişiyor” diyor Şeker hikayesini anlatırken. 15 sanatçının söyleşisi yer alıyor belgeselde. Yönetmenlerden Neco Çelik, Sinan Akkuş ve Seyhan Derin, müzisyenlerden Muhabbet ve Lady Bitch Ray. Oyunculardan ise Tim Seyfi, İdil Üner, Aziza A, Oktay Özdemir ve Pınar Erincin’in yanı sıra stand up sanatçısı Fatih Çevikkollu, opera sanatçısı Güneş Gürle ve balerin Şebnem Gülşeker yer alıyor. Çekimleri tamamlanan belgesel, Mart ayında festivaller yoluyla buluşacak izleyiciyle. Daha sonra da Türk ve Alman televizyonlarında gösterilecek. Yaratmak mı zor aşırmak mı? Çalıntı müzik, çalıntı film tartışmaları her dönem yaşanır. Psikolog ve sosyologlar genelde ‘üretmeyen bir toplum’ olduğumuzdan dem vuruyor. İşin yaratma tarafındakiler ise eleştirilerin haksız olduğundan yakınıyor. Son zamanlarda gazete ve dergilerde ‘çalıntı’ başlıklı haberler sıklıkla görülür hale geldi. Yanlış anlamayın ‘çalıntı’ olan şey bir araba ya da mal, mülk değil. Bir film, bir müzik parçası ya da bir senaryo... Tıpkı Hadise’nin Eurovision’a katılacağı ‘Düm Tek tek’ şarkısının Sezen Aksu’nun üç parçasının kolajı olduğuna dair çıkan haberler gibi. Cem Yılmaz’ın A.R.O.G filminin, Alain Shabat’ın yönettiği Marina Fois ve Gerard Depardieau’nun başrollerini paylaştığı, taş devrinde geçen ‘RRRrrrr’ isimli filme benzerliği de yazılıp çizildi. Hatta Savaş Ay, Yılmaz’ın ‘Hokkabaz’ isimli filminin ana fikrinin ‘Şeytan Torbası’ adlı kendi senaryosundan çalıntı olduğunu iddia etmişti. Çağan Irmak’ın son filmi ‘Issız Adam’ için de benzer şekilde çalıntı sahneler içerdiği söylenmişti. Hatta şair Selma Çuhacı da filmin adının aynı isimli kendi şiiriyle paralellikler taşıdığını belirtti. Hande Yener’in ‘Romeo’ parçası ile New York çıkışlı ikili Iio’nun ‘Is it Love’ adlı parçası arasındaki benzerlikler de günlerce konuşulmuştu. Çok daha öncesinde de Serdar Ortaç, Mustafa Sandal ve Sezen Aksu şarkılarının çalıntı hatta ‘klon’ olduğu iddiasıyla gündeme taşınmıştı. Tiyatrocuyazar Canan Aydınoğlu ise televizyonda yayınlanan Sağır Oda dizisinin yapımcıları, senaristileri ve diziyi yayınlayan kanala dava açmıştı. Dizinin senaryosunun, kendisinin ‘Kırk Tilki’ adlı eseriyle aynı olduğu gerekçesiyle... Liste uzuyor da gidiyor... ‘Çalıntı’ ya da ‘esinlenme’... Bu konu neden bu kadar sık gündeme geliyor? Konuyu işleri yaratmak olan senarist, yönetmen ve müzisyenlere sorduk. Tabii sosyolog ve psikologlara danışmayı da unutmadık. ŞİRİN GÜVEN SİNEM DÖNMEZ İKİ KÜLTÜRLÜ OLMAK Tekrar bir Almanya belgeseli çekmenizin nedeni nedir? “Almanya Rüyası belgeseli için farklı şehirler gezip yüzlerce insanla Almanya Rüyası görüşmüştüm. Bu yüzden belgeselinin ardından üç ‘Almancı’ uzmanı oldum diyebilirim. Almanya’da uzun metrajlı filme imza sürekli değişen ve gelişen atan yönetmen Murat bir Türk toplumu var. Şeker, 4 yıl sonra tekrar bir Almanya Rüyası’nda odaklanmış grup Türkçe Almanya belgeseli çekerek hiphop yapanlar olsa da oradaki Türk sanatçıların genel bir yaklaşımdı Almanya’daki Türkler ve yaşamlarına odaklanıyor. entegrasyon üzerine. Bu yeni projemiz ise kültür ve sanat işlerinde ön plana Lady çıkan yeni nesil Türkler Bitch Ray üzerine.” Sanatçıları neye göre belirlemeye özen gösterdiniz? “Tek tip ve bakış açısı olarak aynılaşmaya yol açmamak en önemli kriterim oldu sanatçıları seçerken. Bu konuda yapımı beraber gerçekleştirdiğimiz Mpool isimli prodüksiyon şirketinin ortaklarına da danıştım elbette. Yani belgeselin hem içerden hem de dışarıdan olmasına çalıştım. O yüzden de iki dilli bir belgesel oldu. İki kültürlü olmanın aslında avantajlı bir durum olduğunu keşfetmiş ve bunu işlerine yansıtmış sanatçıları tercih ettim aslında.” Yaratıcılar pasifleştiriliyor Nilüfer NarlıSosyolog Türkiye’de insanların çoğu mesleki açıdan yeterliliğe sahip değil ve yaratıcı fikirlerle ortaya çıkamıyor. Bu durum için ‘mediocracy’ kavramını kullanıyoruz. Türkiye’de ‘mediocracy’ hakim, çalışan insanlar bu anlayışla görevlerini yerine getiriyor. Bunu şöyle açıklayabiliriz. İnsanlar işlerini, görevlerini şeklen yerine getiriyorlar. İşlerinden tatmin olmuyorlar. Mesleki sorumluluklarını yerine getiriyorlar, işlerini yapıyorlar ama şeklen. Yani bir kademe ileri götürmüyor, mesleklerini icra ederken bir yenilik, yaratıcılık ve yetenek sergilemiyor. Şeklen yaptıkları işlerinin zorunlu ‘a, b, c’sini yapıyorlar sadece. Fakat bir yandan da herkesin büyük hırsları var. İnsanlar başkalarında yetenek ve yaratıcılık gördükleri zaman hemen saldırıya geçiyor. Türkiye, Asya ve Orta Doğu ülkeleri gibi devletçi politikaların hakim olduğu, kendi başına hiçbir Nilüfer konuda önder olamamış ülkelerde yetenek ve yeni fikirler insanları korkutuyor. Narlı Hemen yok etmeye çalışıyorlar. Türkiye’de de herhangi bir kurumda yeni ve yetenekli fikirlere sahip biri varsa ona karşı hemen ‘mobbing’ uygulanıyor. Yani psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz, rahatsızlık ve sıkıntı veriliyor. Ya da o insanla ilgili sürekli iftiralar, söylentiler yaratılıyor. Böylece yetenekli insanlar pasifleştiriliyor. Ayrıca Türkiye ‘iş yerindeki mutsuzluk’ açısından da en mutsuz ülkelerden biri. Bunu da unutmamak gerekir. Proje çaldırmak bir iş haline geldi Sırrı Süreyya Önder Senaristyönetmen İşi ‘projesini çaldırmak’ olan tipler türedi. O kadar pervasızlaşabiliyorlar ki, daha bir film çekim aşamasındayken çıkan iki satır yazıdan hüküm verebiliyorlar. Öte yandan esinlenme ve aşırma da hepten yok sayılamıyor. Ama bu yola başvuranlar genellikle dünya sinemasındaki başarılı örnekleri kötü bir şekilde ‘millileştiriyorlar’. Sözün özü, bir fikir ancak o fikri akıl eden zihinde gerçek ve çok katmanlı bir karşılık bulabilir. Ayrıca çağdaş bir telif yasasına sahip olmadığımız için ve bu işlerin ciddi bir yaptırımının olmaması da bu tartışmaları sıkça duymamıza neden oluyor. Sırrı Süreyya Önder Aşırma durumu var Çiğdem Kağıtçıbaşı Sosyal psikolog Bizde genellikle bir aşırma durumu var. Akademi, edebiyat ve sanat dallarında... Ayrıca herkeste ‘Bu milletten bir şey olmaz’ düşüncesi hakim. Bu da gündelik hayal kırıklıklarından ve beklentilerin gerçekleşmemesi gibi hallerden kaynaklanıyor olabilir. ASİMİLASYON MU ENTEGRASYON MU? Almanya’daki Türk sanatçıları hangi yönleriyle ele alıyor belgesel? “Kültür söz konusu olunca modadan yemeğe ve hatta stand up gösterilerine kadar geniş bir yelpazemiz var. Sinan Akkuş var mesela ilk filmini çeken bir yönetmen, ya da Almanya’nın en çok izlenen TV dizisini yapan Seyhan Derin. Moda tasarımı yapanlar, erotik tarzda hip hop yapan Lady Bitch Ray en aykırı örnek filmdeki. Sansasyonel, provakatif ve radikal bir Türk kızı. Asimilasyon mu entegrasyon mu hedefleniyor, onu aradık söyleşilerde. Bir de sanatçının evrensel konumunu irdeledik. Ama yerel olmadan evrensel de olunmuyor.” Gözlemleriniz neler peki? “Aslında çoğu Almanya ve Alman kültürüyle barışık. İki kültür arasında sıkışıp kalmak yerine bu durumu kendilerince yorumlayıp yeni ve farklı bir solukla ‘Almancı’ olmaktan öte bir kimlik sahibiler. Tabii aralarında sıra dışı ve radikal isimler de var ama genel olarak sanatın büyüsü ve gücü sayesinde ‘kültürel erozyonu’ aşmış insanlar diyebilirim. Almanlara ve Alman devletine kızgın ve kırgın olanları var tabii ki çifte standart meselesinden dolayı ama büyük bir kısmı doğma büyüme oralı ve başka bir hayatı zaten bilmiyorlar. Türkiye çoğu için bir özlem, bir ukde. Hatta bazıları için tatilde gelinen yer. İleride sadece Türkiye’de kariyer yapmak isteyenler de var ama gördüm ki artık onlar için Almanyasız bir yaşam pek de mümkün değil. Alışkanlıklardan ve güzel olan bazı standartlardan vazgeçmek o kadar kolay değil. Almanya’da sanatçı olmak tabi ki saygın ve değerli bir statü. Hatta çekimleri yaparken bile bunu hissettim: İnsanlar yapılan işlere değer veriyor. ” Çekimler sırasında yaşadığınız ilginç anlar oldu mu? “Belgeselin adına uygun olarak Türk gibi başlayıp Alman gibi bitirdik. Hızla karar verip bunu sistemli bir şekilde sonlandırmak aslında. O yüzden herhangi trajikomik bir olay yaşamadık. Çekimler sırasında yaşadığım en ilginç olay ise Lady Bitch Ray yani Reyhan Şahin ile yaptığımız röportajda oldu. Aynı anda bir İtalyan dergisi de röportaj için oradaydı. Ve biz onların çekimini filme alırken onlarda bizim belgeselin görüntülerini fotoğrafladılar. Yani film içinde film olduk.” Peki Almanya belgeselleriniz sürecek mi? “Belki 4 ya da 5 yıl sonra tekrar Almanya sokaklarına dönebilirim. Ama bugünlerde yeni bir senaryo üzerine çalışıyorum. Bir aşk filmi. Adı ‘İstanbul: Tek Gecelik Aşk’. Amerikalı bir kızla aşk yaşayan bir İstanbullu gencin hikayesi. Filmin bir bölümü New York’da geçiyor ve orada da çekimler yapacağız. Kısacası bir proje bitiyor, diğeri başlıyor. Benim de sistemim böyle. Üretmek rahatlatıyor beni.” Güneşin altında yeni bir şey yok Ateş olmadan duman çıkmıyor ? Gökhan KırdarMüzisyen Türkiye’de böyle şeyler her zaman olur. Herkesin başına gelmişliği vardır. Ancak ben ateş olmayan yerden duman çıkmaz diye düşünüyorum. Müzikal anlamda çok tüketilen formlar kullanılıyor. İnsanlar bir şarkıyı dinlediğinde bilinçaltına yerleşmiş bir melodiye benzetip, yakın bulabiliyor. Bunun nedeni çok açık. Bazen müzisyenler farkında olarak ya da olmayarak aklında kalan bir melodiyi bir şarkının bir Gökhan yerinde kullanıyor. Kırdar Onları direkt suçlamamak gerekli ama hem dünyayı, hem de Türkiye’yi takip etseler bu suçlamalara maruz kalmayacakları da bir gerçek. Özgün şeyler yaratamıyoruz. Tabii ki gerçeklik payının da olduğu örnekler yok değil. ‘çalıntı’, ‘esinlenme’ ‘etkilenme’ ‘etkileşim’ gibi kavramları karıştırmaya başladı. İnsanlığın kültürel mirası ortaktır. En fazla adaptasyon diyebiliriz ki bahsedilen yapıtlar bu kategoriye de girmez. Öyle olsa bile, o zaman Batı tiyatrosunun Türkiye’deki kurucusu Ahmet Vefik Paşa’yı nereye koyacağız. A.R.O.G, Fransız filmine benzetiliyor. Bir Türk’ün taş devrine veya uzaya yolculuğu bence özgün bir fikir. Fransız filmindeki ya da ‘Taş Devri’ çizgi filmindeki tarih kurgusu da popüler algının ‘ortak tarih tasarımı’dır. Kübrick dışında neredeyse tüm Holywood’un yaptığı şey budur. Issız Adam Beyoğlu Cihangir atmosferinde ‘duygusallık’ yerine duygulanım bozukluğu semptomları gösteren karakterleri nedeniyle çok özgün ve gerçek. Son yılların duygusal ilişkilerindeki aidiyet fobisine dikkati çekiyor. Bu yapıtların sosyokültürel bir gerçekliğe tekabül etmeseydi bu kadar seyirci yapmazdı. Cem Yılmaz bir duvarın önüne geçip 90 dakika konuşsa yine seyirci yapar. Ama o kolayı ve ucuzu değil; yapım tasarımı ve teknolojik olarak, zoru ve standart üstünü tercih ediyor. Bu takdire şayan bir şey. ‘Eleştiri’den çok ‘saldırıyı’ tercih Mazlum eden bir kültürde yaşıyoruz. Bu da Çimen yaratıcılarını demoralize ediyor. Sinemayı; Fransa’da Lumiere Kardeşler, Amerika’da Edison, Kütahya’da da Ahmet Uluçay ve arkadaşları birbirlerinden habersiz icat ediyorlar. Ne diyeceğiz şimdi… kadar binlerce melodi yaratılabilinir, üretime açık bir toplumuz yani. Ama kendi içimizde kısırlaşmaya başladığımızda popülerliği korumaya çalışınca bu tarz olaylar yaşanıyor. Gündemde kalmak, popülerliği korumak adına hırsızlık yapmanın alemi yok. Bu olaylar üretime, yaratıcılığa da saygısızlık oluyor. Aşağılık kompleksinin dışavurumu ? Gaye BoralıoğluSenarist “İntihal” bıçak sırtı bir konu. Bir taraftan, “güneşin altında yeni bir şey yok!” yani varolan her şeyi bir yerinden bir şeylere benzetebilirsiniz. Diğer yandan gerçekten çaldıysanız bunu birilerinin kanıtlaması da mümkün değil. Kanunlar bu konuda pek yardımcı olmuyor bildiğiniz gibi. O yüzden de kimileri işin kolayına kaçıveriyorlar. Bizde galiba her iki durum da birarada bulunuyor. Kaynayan kazandan dışarı çıkmak isteyen başarılı girişimleri aşağı çekmek isteyen çok kişi var bu toplumda. Bu da sanırım bir türlü olgunlaşamama hali, kökenleri çok gerilere dayanan derin bir aşağılık kompleksinin dışavurumu. Öte yandan kolaycılık, kısa yollara sapma hali de toplumsal bir içgüdü olarak içimizde var. Bundan ötesinde her olayı ayrı ayrı değerlendirmek gerekir. İkinci örneği oluşturan “intihalcileri” kendi vicdanlarıyla başbaşa bırakmaktan başka çare yok, ama birinci örneği oluşturan ve başarıya tahammülü olmayan toplumsal mekanizmalar için ne yapılabilir onu bilemiyorum. Bu çok derin, uzun araştırmaların ve toplumsal terapinin konusu. Garez ve fesat kültürü ? Yüksel AksuYönetmen, Film Yönetmenleri Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Ben bu tartışma ve suçlamalara katılmıyorum. Ne Cem Yılmaz’ın ne Çağan Irmak’ın başka yapıtlarla bu biçimde ilişki kuracağına kesinlikle inanmıyorum. Genellikle meyve veren ağaç taşlanıyor bu ülkede. Meyve yemek için değil garez ve fesattan dolayı. Son dönemlerde insanlar ? Mazlum ÇimenMüzisyen Biz aslında üreten bir toplumuz, zaten bu coğrafya da üretime çok müsait. Sivas’tan İzmir’e C MY B C MY B Popülerliği korumak adına
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle