22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 3 MAYIS 2008 CUMARTESİ Evliliği mutlu kılan flörtün sürmesidir Yerelin dayanılmaz cazibesi Hasılat rekoru kıran filmde ne aksiyon, ne baldır bacak var. Başarının sırrı bir diyalogda gizli. “Cehennemin dibine” sürülen Philippe’i teselli eden Antoine’un bir sözünde: “Bizim diyara gelen yabancılar iki kez ağlar. İlki buraya vardığında, ikincisi giderken...” “Bienvenue chez les Ch’tis /Ch’ti’lerin Diyarına Hoşgeldin” isimli Fransız filmi önümüzdeki bir, belki iki hafta içersinde ulusal sinema tarihinin en büyük hasılat rekorunu kıracak. 27 Şubat’ta gösterime giren bu komedi filmini iki ayda yaklaşık 20 milyon kişi seyretti, seyretmeye devam ediyor. 11 milyon avroya mal olan filmin yalnızca ilk 5 haftalık gişe hasılatı 100 milyon avro. Tarihi rekor 30 Mayıs’ta senaryoya konu olan yörede kutlanacak. Böyle bir sinema mucizesi nasıl açıklanabilir? Teknoloji harikası, muhteşem gösterişli aksiyon sahneleriyle mi? Seksi ve/veya yakışıklı yıldız oyuncularla mı? Acayip bir reklam seferberliği, pazarlama kampanyasıyla mı? Filmde ne aksiyon, ne teknoloji, ne de baldır bacak ve adalepazı gösterileriyle parlayan starlar var. Zeki, sade, basit ve de son derece insancıl bir hikaye çevresinde, çılgın kalabalıklardan uzakta doğal bir ortamın, sıradan insanların, sorunlu olduğu kadar mutlu gündelik yaşamına tanık oluyoruz. İçimizden birileri, kendimiz, yerelimiz derinlemesine, az biraz mizah katılarak beyaz perdeye yansıyor. Ancak bu olağanüstü başarının sırrı öncelikle filmin ilk sahnelerinden birindeki bir diyalogda gizli. Philippe, Güney Fransa’nın pırıl güneşli SalondeProvence bölgesinde posta şefidir. Karısı yıllardır, kocasının ne yapıp edip ille de Akdeniz kıyısı Coted’Azur’de bir görev kapması için başının etini yemektedir. Dırdırdan bıkan Philippe’in tayini için kurmaladığı hile ortaya çıkınca, değil Akdeniz’e inmek, gariban koca işini kaybetmemek için mesleki argoda, ‘jargon’da sürgün nitelenen Kuzey’e, hem de en azından iki yıllığına atanacaktır. Özellikle Güney Fransa’da ‘Kuzey’ sözcüğü, kavramı soğuk iklim, kara yüzlü maden ve kömür ocakları işçileri, kabagörgüsüz insanlar, mutfakyemek tanımayan sarhoşlar diyarı gibi klişelerle, önyargılarla eşanlamlıdır. Ailesini Güney’de bırakan Philippe tek başına gece yarısı Belçika’ya komşu, NordPasdeCalais (NPdC) bölgesinin Bergues kasabasına vardığında onu sıkı bir yağmur ve konuşmasını bile bir türlü anlayamadığı, ilk bakışta bir tuhaf adam, posta görevlisi Antoine karşılar. Antoine üç arkadaşıyla birlikte çalıştığı postanesine yeni tayin edilen, daha doğrusu ‘cehennemin dibine’ (!) sürüldüğünden ötürü fevkalade mutsuz yeni müdürü Philippe ile karşılaştığında şöyle konuşur: “Bizim diyara gelen yabancılar iki kez ağlar. İlki buralara vardığında, ikincisi giderken...” Philippe ancak Bergues’den ayrılırken bu sözlerin tam anlamını kavrayacaktır. Evlilik ve İlişki Terapisti Selin Özkök Karacehennem’den karşı cinsle iyi geçinmek için küçük tüyolar... Daha küçüçük bir çocukken anne babasının kavgalarından bunalmıştı. Babası askeri doktor, annesi öğretmendi. Dışardan bakanların mükemmel bir evlilik olarak gördükleri bu yapı, içinde bulunanlara cehennem azabı yaşatıyordu. Özellikle de ELİF küçük çocuklara... Annesiyle babasının TOKBAY kavgaları, ona ve kardeşine ıstırap dolu bir çocukluk yaşattı. Hatta küçük kardeşi bitmek bilmeyen kavgalar yüzünden tik sahibi oldu. İki kardeş için psikolog yolu göründü. Artık kardeşini idare etmek, abla olarak onun göreviydi. Kardeşine nasıl davranmalı, onu nasıl idare etmeli? Bu konuda psikologlardan o kadar yararlandı ki 17 yaşına gelmeden genç bir psikolog olmuştu. Aile bireylerini idare edip bu arada kendi ruh sağlığını da korumaya çalışıyordu. Ve bu yaşadıkları onu farkında olmadan psikoloji eğitimine yöneltti. İstanbul Üniversitesi Pedagoji Bölümü’nden mezun oldu. Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde “Eğitimi Zor Çocuklar” üzerine mastır yaptı. Özel bir televizyon kanalında “Evlilik Sanatı” programını yapan Evlilik ve İlişki Terapisti Selin Özkök Karacehnennem’in öyküsü özetle böyle... O şimdi yaşamı boyunca edindiği birikimlerini, eğitimini insanlar için kullanıyor. Televizyon programına telefonla bağlanan ve sorunlu bir ilişki yaşayanlara önerilerini sunuyor. Kadınlara kendilerini ezdirmemelerini, evliliklerini yürütmek isteyenlere zekâlarını kullanmalarını öneriyor, erkekleri idare etmenin inceliklerini anlatıyor. Karacehennem’le Etiler’deki muayenehanesinde buluşuyoruz. Bizi eşi Tunç Karacehennem karşılıyor. İlk cümlesi “Biz kaç yıllık evliyiz bilin bakalım?” olan bu şirin beyefendi tam 40 yıldır evli olduklarını söylüyor. Biraz önce bir çifti yolcu eden Selin Hanım ise sıcak bir gülümsemeyle yanımıza geliyor. Biraz şaşırmadık desek yalan söylemiş oluruz. Çünkü Karacehennem ekrandaki görüntüsünden çok uzak. Kendisi de ekranda şişman ve yaşlı göründüğünden yakınıyor ve başlıyoruz sohbete... KAYINVALİDEM YÜZÜNDEN AMERİKA’YA KAÇTIK Evlilik, ilişki, erkekleri idare etmek, gelinkaynana problemlerinden önce dikkatimizi çeken bir konu daha var. O da Karacehennem’in Amerika yılları. 1997 yılında Amerika’nın en başarılı 200 kadını arasında gösterilen Karacehennem oradaki çalışmalarını ve Amerika’ya gidiş öyküsünü bakın nasıl anlatıyor: “Ben eşimin ikinci karısıyım. Eşim benden önce yabancı bir kadınla evliymiş. Ben eşimle tanıştığım zaman ayrılalı bir yıl olmuştu. Evlenmeden önce annesi beni çok tutuyordu. Çok yakınlık gösterdi bana. Ve eşim bana o zaman söyledi: ‘Annem bana aşıktır, çok düşkündür. Annem hayatta olduğu sürece ben kimseyle evlenemem.’ Eee ben de bir psikoloğum. O zaman daha branşıma ayrılmamışım. Amerika’da branşıma ayrıldım. İdare ederim gibi geldi. Evlendikten sonra kendimden fedakarlık ederek kocamı üzmemek için hep alttan aldım. Ama hiçbir zaman kişiliğimden ödün vermedim. Fırtınaları meltem haline soktum. Ama ikimiz de gördük ki başka bir memlekete gitmezsek bizim evliliğimiz yürümeyecek. Çünkü annesi eşime lafını geçiremeyince beni deniyordu. Ben de alttan alıyordum, o zaman da evliliğime olan toleransım azalıyordu. Kullanıldığımı hissettim ve onu kırmadan ne yapabiliriz diye düşündük. Kalktık Amerika’ya gittik. Daha doğrusu kaçtık. Herkes bizi ‘Amerika’da çok güzel imkanlar vardı, kalkıp gittiler’ sandı. Netekim uzaktan vaziyeti daha iyi idare ettik.” Selin Özkök Karacehennem, Amerika’da bir şirkette çalışmaya başlar. Şirket çalışanlarına vücut dili konusunda eğitimler verir. “O şirket benim sayemde çok büyük paralar kazandı. Şunu yapın, bunu yapmayın, şöyle söyleyin diyerek vücut dili konusunda öneriler veriyordum. Anlattıklarımı çok güzel uyguladılar. Ve o şirketin başındakiler beni tüm Amerika’daki en başarılı 200 kadın arasında gösterdiler.” Karacehennem’in evliliğini yürütmek isteyen kadınlara verdiği öğütler de bunların damıtılmış hali aslında. “Erkek milletini bütün varlığımla kadınlara tanıtıyorum. Dünyanın en kolay hadisesi eğer adam manyak, kontak, psikopat değilse, bak bunları ayırıyorumerkeği idare etmek çok basittir. Çünkü erkek, evlenene kadar zaten annesi tarafından idare edilir. Evlendikten sonra da karısı tarafından. Ben taktik öğretiyorum. Ama rol yapın da demiyorum. ..mış gibi yapmayın diyorum! Adamın hassas olduğu erkekliğine, yahut parasına, erkeklik damarına basarsan reaksiyonları çok şiddetli oluyor. Kadınlara alttan alın derken ‘O andaki kavgada susun diyorum, susun!’ Dondurun orayı. Hemen başka bir odaya gidin. Diyorum ki, ‘Dayak yememek için, azar işitmemek için bunları yapın.’ İki gün sonra sessiz sakin olduğu, aç olmadığı, yorgun olmadığı bir anda muhakkak ‘Nerede kalmıştık?’ diye hakkınızı arayın. Ama o anda değil! Ama bazı militan hanımlar ellerinde ne varsa fırlatıyor adama. Karşındaki adam güçlü kuvvetli, boylu boslu. Üstünüze saldırtmayın diyorum. Bana diyorlar ki özellikle genç nesil ‘Niçin ben altttan alayım? O yapsın!’ Evladım! Eşit değiliz bunu kabul edelim. Biz kafaca daha üstteyiz, onlar vücutça. Ben de diyorum ki kafanızı kullanın!” UĞUR HÜKÜM SEVGİ DOLU GİZLİ BAHÇE Fransa’nın gerçek kurucusu addedilen Galyalıların ilk yerleştiği veya belirdiği yöre olan NPdC sakinleri Fransızcayı kendilerine has bir aksan, lehçe hatta kimi uzmanlara göre, ülkede resmen mevcut 75 yerel veya bölgesel bir dilden biri diyebileceğimiz “Patois” ile konuşur. Bu dilin ve de bölge halkının simgesi, araba üstlerine, kartpostallar, afişler, internet sitelerine yerleştirdikleri, çoğu Fransızın dahi anlamını bilmediği (tabii filmden sonra herkes öğrendi) işareti “Ch’ti”dir. Bu kısaltmanın bir kaç çözümü, açıklaması mevcuttur. En yaygın ve itibar görenine göre, bir kere Ch’ti, “Ch’timi”nin daraltılmışıdır. Ch’timi de “Ch’est ti” ve “Ch’est mi” ifadelerinin, yani Fransızca “C’est toi / Sen(sin)” ve “C’est moi / Ben(im)” deyişinin birlikte yerel ağızlaştırılmasıdır. Yöre halkı genelde “S” ve “C” harf ve seslerinin “Şe/Şı” şeklinde telaffuz etmekte israrlıdır. Tabii ki bu lehçe ve ağız sadece bu seslerle sınırlı değildir. Onlarca farklı ses, yüzlerce, binlerce kavram, kelime ve vurgulama başlı başına bir dil ve kültürün en dışa vuran özellikleri olarak derhal göze ve kulağa çarpmaktadır. İşte film bu zor iletişimin kattığı, komikleştirdiği sahnelerle zenginleşir. Kahramanınız Philippe, memuru Antoine’nun katalizör kişiliğinden hareketle kısa sürede yakınındaki kişileri tanır; çevreyi, yöre yaşamını keşfeder. Sıcak, sevgi dolu, misafirperver, dayanışmacı, candan ve sade insanların oluşturduğu, bu fevkalade sıradan ve de sempatik taşra kasabası onun için ailesinden bile saklanması gereken bir ‘gizli bahçe’ olmuştur artık. Paranın, dinin, milliyetin, futbolun, tüketimin ve benzerlerinin bozamadığı küçük bir cennet... Vasat bir komedi filmi, ortalama oyuncular, hiçte hayalperest veya idealist olmayan bir hayli de gerçekçi bir toplum fotoğrafı. Fakat her şeye rağmen iyimserlik ve umut fışkıran, son derece insancıl bir çağrı bile değil, alçakgönüllü bir hatırlatma bu eser. Ancak bu hatırlatma, bu uyarı duyuldu. Kulaktan kulağa, dilden dile sıçradı. 60 milyon nüfuslu bir ülkede 2 ayda 20 milyon kişi beyaz perdeye, “Ch’ti’lere Hoşgeldin”i seyretmeye koştu. Önce 17,3 milyon kişinin izlediği 1966 yılı Fransız yapımı, Gérard Oury’nin yönettiği, Louis de Funès ile Bourvil’in başrollerini paylaştığı savaş ve Nazi taşlaması “Le Grande Vadrouille / Şahane Oyun” filminin rekoru kırıldı. Şimdi de Fransa’da 20,7 girişle bütün zamanların en fazla seyredilen filmi olan 1998 Hollywood yapımı, James Cameron filmi “Titanik”in rekoru batırılıyor (!). 30 Mayıs’ta NPdC bölgesinin başkenti Lille’de filmin tarihi başarısını kutlamak üzere büyük bir şölen düzenledi. Onur konuğu, kendisi de bir Ch’ti’li, filmin senaryo yazarı, yönetmeni ve başrol oyuncusu, Antoine’ı oynayan Dany Boon olacak. Aktörlerde yerellikten içeri bir ‘yerellik’ var ki, altını çizmeden geçemiyoruz. Gerek gerçek adı Daniel Hamidou olan Boon, gerek diğer baş komedyen, Philippe’i canlandıran Kad Merad Kuzey Afrika kökenli göçmen çocukları. Yoksul Cezayirli bir baba ve Fransız bir anneden 1966’da NPdC’nin Armentières kasabasında dünyaya gelen Boon filmde bir anlamda kendi yaşadığı çelişki ve zorluklarla da hesaplaşıyor. 1964 Cezayir doğumlu tam adıyla Kaddour Merad’ın yaşam çizgisi de filme farklı bir boyut ve hassasiyet kazandırıyor. Her durumda film Fransızlara yeterince tanımadıkları Kuzey bölgeleriyle ilgili bir tanıtımla yetinmeyip, değişik bir dil ve kültürün, yerel sanılan bir takım değerlerin ne denli evrensel ve yakınımızda olduğunu da kanıtlıyor. Öncellikle bir dostluk ve şovenizm karşıtı çalışma diye algıladığım bu filmden çıkarken, yıllarca önce kardeşim Tuğrul’un aktardığı bir gözlem aklıma geldi. Mesleği icabı 15 yıl Fransa kazan o kepçe dolaşan kardeşim demişti ki, “Akdeniz dahil Fransa’nın hiçbir yerinde Kuzeyliler kadar içten, bonkör, misafirperver, dürüst, güzel insanlar tanımadım. İklimin berbatlığı filan hikaye, çok yaşanası bir bölge...” Philippe filmin sonunda, başka bir yere tayininin çıkması üzerine 3 yıllık birliktelikten sonra Bergues’den ayrılırken, dostu Antoine’ın kollarında ağlayarak aynı düşünceleri paylaşıyordu. Tadına varılan yerel/evrensel gerçekten kopmanın verdiği tatlı hüzün önyargıların, peşin fikirlerin, kalıp duygu ve düşüncelerin korku ve acısından çok daha derinlerde yatıyordu. ugur.hukum@gmail.com Fotoğraf: UĞUR DEMİR Beş yaşındaki kız bile erkeği idare eder Ben bunca yıllık evliliğimi nasıl yürüttüm sanıyorsun? Benim kocama bakan “Ay ne şeker koca” diyor. Ama benim kızım ve annem bu şeker kocayla bir saati ikiye bağlayamıyor. Benim demeye çalıştığım, önce kendini, sonra eşinisevgilini çok iyi tanıyacaksın. Ondan sonra nabza göre şerbet vereceksin. Söylerken yalan söylemeyeceksin. Usulünce, tatlı tatlı... Hatta ben kendimi örnek vereyim. İsteyerek arzu ederek bilerek kocanı ön plana koyacaksın, arkadan idare edeceksin. Hepsi bu kadar basit. Türk erkeklerinin söylediği bir şey var. “Şöyle işveli, cilveli, beni çekip çevirecek bir kadın olsa...” Çekip çevirmek ne demek? İcabında alttan alacaksın. Bazen annesi bazen sevgilisi olacaksın. Ne diyorum ben? Evlenmeden önce annesi, evlendikten sonra karısı... Karısı olmasa bile beş yaşındaki kızı bile onu idare eder. Ver yanına, istediğini aldırır babasına. Oğlan çocuk söyleyene kadar kız çocuk söyler. Bak küçük çocuklara. Evcilik oyunlarında hep kız idare ediyor. İşte böyle... Tanrı‘nın kadınlara verdiği birşey bu. ? KARŞI CİNSTEN KANKA OLMAZ Evlilikte yapılmaması gereken, yazılmamış kanunlar var. Bunların arasında çetleşme, karşı cinsle kankalık var. Sen evli değilsen ne istersen yap ama evliliğinin devamını istiyorsan kankalık yapmayacaksın. Mesela evli bir çift geliyor. Diyorum ki “Üçüncü şahıslardan birilerini getirebilir misin?” Kadın diyor ki “Kankamı getirebilir miyim?” Ne anlarsın? Kadının kankası kadın olur. İzbandut gibi bir adam giriyor içeri! Kocasının asla bilmediği, kadına ait yatak hadiselerini bile kankanın ağzından dinliyorum. Çoğunlukla bu kankalar kadına âşık. Kadın farkında değil. Kendisi gibi biliyor onu ama olmaz. Evlilikte bir takım özel kanunlar var. Eşin yokken karşı tarafın evine gidemezsin. Elle dokunmalar, canım hayatım demeler, gizli gizli konuşmalar, uzun telefon görüşmeleri, o bu şu derken evlilik içten gidiyor. Bunlar dünyanın neresine gidersen git aynı kanunlar. İnsanlar arasında fark yok! ? SİNYALLERİ YAKALAYIN Ömür boyu flört havası içinde olunursa evlilik çok mutlu yaşanır. Flört hayatın esasıdır. Karı kocanın flörtü için devamlı taze tutacaksın ilişkileri. Karşılıklı çok dikkat edeceksin. Verici olacaksın. Kadınlara çok iş düşüyor. Eğer iyi bir evlilik yapmak istiyorsan öncülük edeceksin ama ezilerek değil konuşarak. İlişkilerde ne istediğini bilerek, küçük sinyallere dikkat ederek ilerleyeceksin. Melesa en basitinden, ani ve fark etmeden yaptığı davranışlara bakacaksın. O bana yapmıyor ama anne babasına bağırıyor. Sana da yapacak ilerde. Mesela bir garson üstüne bir şey döktü. Nasıl reaksiyon veriyor? Bağırıyor mu? Ya da çok mu fazla paracı. Gelen hesabı didik didik mi ediyor? Sana da yapacak. Bunları normal olarak görmemek lazım. Bunu yapan kişi sana söylüyor. “Ben çok eli sıkı bir adamım” diyor. “Benim telefonumu bekleyeceksin” ya da telefonunu açtığın zaman tuvaletteyim demeni bile kabul etmiyor. Bunlar hep ön sinyaller. Kompleksleri olan, seni sıkan, bir yere gitti sinirlendi, orayı terk etti. Bu tip insanlardan da uzak duracaksın. Bir insanı değiştiremezsin. İlk tanıştığın anda bakacaksın. Geçici olarak bakmayacaksın. “Ben bununla evlenecek olsam yapabilir miyim?” diyeceksin. Cevap evetse devam. Hayırsa uzaklaşın! Aşık olunca herşey pembeleşir! C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle