17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 3 MAYIS 2008 CUMARTESİ Kendime üçüncü bir Çikolata Amca’nın havaalanı kapatılacak Hitler’in “Bin yıl ayakta kalacak tesis” hayaliyle yapılması emrini verdiği havaalanı binasını Berlinliler istemedi Amerikan Savunma Bakanlığı binası Pentagon ve Eski Romanya lideri Nikolay Çavuşesku’nun Bükreş’teki sarayından sonra dünyanın en büyük üçüncü binası olan Templehoff Havaalanı’nı Berlinliler istemedi. Almanya’nın başkenti Berlin’de yapılan HAKAN referandumda tarihi Tempelhof Havaalanı’nın karşı çıkanlar aradıkları halk desteğini AKARSU kapatılmasına bulamadı. Referandumda kent merkezindeki havaalanının açık kalmasını isteyenlerin oranı yüzde 25’in altında kaldı. Tempelhof Havaalanı’nın açık kalmasını isteyenler, oylamadan çıkacak güçlü bir desteğin, ekonomik olmadığı gerekçesiyle havaalanını kapatmak isteyen belediye Başkanı’nın fikrini değiştirmesini umuyordu. Hitler‘in “Bin yıl ayakta kalacak tesis” hayaliyle yapılması emrini verdiği havaalanı binası Hitler tarafından hiç kullanılamamış ve savaş nedeniyle bir türlü bitirilememiş. Mimar Ernst Sagebiel tarafından 1936 yılında inşasına başlanan binanın, havaalanının kenarında çeyrek daire şeklinde yapılan terminalinin uzunluğu bin 234 metre. Kapalı alanın yüzölçümü ise 300 bin metrekare. 11 metre yüksekliğindeki giriş onur salonu için tasarlanan nişlere hava dünyasının ünlülerinin heykellerinin konulması planlanıyormuş. Terminalin çatısı da başlangıçta tribün olarak tasarlanmıştı. Çünkü Hitler 100 bin kişinin alanı görmek üzere çatıda oturabilmesini istiyordu. Ama binanın bitirilemeyen bir çalışması da bu oldu. Plana göre 100 bin kişinin bulunduğu çatı tribünü, 12 dakikada boşaltılabiliyor. Çıkış ve merdivenler de buna göre tasarlanmış. Dev havaalanı binasının rekora aday tasarımının yanında 2. Dünya Savaşı’nın sonrasında oynadığı rol de çok büyük. Savaş sonrası Almanyası, Amerikan, Sovyet, İngiliz ve Fransız işgal bölgelerine ayrılmıştı ve kendisi de dört bölgeye ayrılmış olan başkent Berlin, Sovyet bölgesinin ortasında kalmıştı. Sovyetler Birliği Almanya’nın birleştirilmesine karşı çıktı ve Stalin’in emriyle 23 Haziran 1948’de Sovyet birlikleri Berlin’i ablukaya alıp kentin Batı ile tüm karayolu ve demiryolu bağlantılarını kestiler. Amerikalı liderler, Berlin yitirilirse bunun ardından Almanya’yı ve giderek tüm Avrupa’yı yitireceklerinden korktular. Bu nedenle, Berlin Hava Köprüsü (Berlin Airlift) olarak bilinen bir oluşum başlattılar. Bu oluşum tüm Berlin’i uçaklarla yapılan nakliyatla beslemek anlamına geliyordu. Amerikan, Fransız ve İngiliz uçakları, besin maddeleri ve kömür dahil, yaklaşık 2 milyon 250 bin ton malzeme taşıdılar. Stalin, 231 gün geçtikten ve 277 bin 264 uçuş yapıldıktan sonra ablukayı kaldırdı. Bu 11 aylık ucuş süresi içinde Alman çocuklarının unutamadığı bir Amerikalı pilotun ismi öne çıkıyor. Gail Halvorsen adlı yardımcı pilot o dönemin Alman çocukları arasında “Çikolata amca” olarak ünlenmiş. Alman çocuklarıyla sık sık bir araya gelen Halvorsen onlara “Uçağımı gördüğünüzde el sallayın size sürprizlerim olacak” diyerek umut aşılayıp yaşama şanslarını yükseltmiş. Sözünde duran Halvorsen eliyle yaptığı küçük paraşütlere bağladığı çikolataları ona aşağıda el sallayan çocuklara atarak onların kahramanı haline gelmiş. Şu anda 84 yaşında olan Halvorsen her yıl Berlin’i ziyaret ederek o zaman o çocukların arasında olan Mercedes Wilde (67) adındaki küçük arkadaşını ziyaret edip onun yanında kalıyor. 1948 yılında Mercedes’in Halvorsan’a “Lütfen bana çikolata ver, küçük olduğum için benim elimden alıyorlar” diye yazdığı mektup sonrasında karşılıklı yazışmaları başlamış. Bu mektup dostluğu Mercedes Wilde’ın 1972 yılında Holversen’in görev yaptığı Tempelhof havaalanına gelmesine kadar sürmüş. O yıl tanışan ikili şimdi dostluklarını el ele yaşıyor. kültür yarattım Almanya’dan tatil için geldiği Türkiye’de kendisini bir anda televizyonda bulan Fahriye Evcen, iki kültürün de pozitif taraflarından beslendiğini söylüyor Almanya’da doğup büyüyen Fahriye Evcen, tatil ülkesi olarak değerlendirdiği Türkiye’ye geldiğinde tesadüf eseri televizyona adım atmış olsa da, bu tesadüfü bir şansa çevirerek Yaprak Dökümü dizisindeki Necla karakteriyle ZUHAL tanıttı AYTOLUN kendisini tüm Türkiye’ye. Gurbetçi bir ailenin kızı olarak yaşadığı Almanya’dan Türkiye’ye döndüğünde pek çok zorlukla karşılaştığını söylüyor Evcen. Sözlerinde kırgınlık yok ancak beklediğinden farklı bir manzarayla karşılaşmış olmanın verdiği bir yabancılaşma var. Zamanla aşmış olsa da sorunları, tam olarak bir aidiyet hissi yaşamıyor Evcen: “Bundan sonra ne yalnızca Almanya ne de yalnızca Türkiye. İkisi de olacak yaşamımda.” Sözleri gibi duruşu da bir yanıyla her an gidebilirim, bir yanıyla da ben buraya aidim diyor. İki kültürün de pozitif taraflarından beslenerek kendine üçüncü bir kültür yarattığını söyleyen Evcen’le, hem ilk sinema filmi Cennet’i hem de Almanya’dan Türkiye’ye uzanan serüvenini konuştuk. Türkiye’de çok fazla sorun yaşadığınızı söylüyorsunuz pek çok yerde. Nasıl sorunlarla karşılaştınız? “Burada bazı şeyleri idare etmek gerçekten zormuş, bunu gördüm. Daha önceleri tatil ülkesi gibi gelirdi bana Türkiye ki o zamanlar her şey daha renkli görünürdü. Ama buraya geldikten sonra pek çok zorlukla karşılaştım. Sosyal yaşam zorladı beni en çok. Almanya’da sosyokültürel açıdan farklı bir sistem var. Ben ona alışmış durumdayım, öyle bir sistemle büyüdüm. Ama burada her şey farklı işliyor. Onun dışında insan ilişkileri de çok zor kuruluyor. Burada insanlarla anlaşamadığımı farkettim. Yavaş yavaş alışıyorum ama başlarda çok yadırgadım.” Almanya’dan gelince burada zorluk çektiniz. Peki ya Almanya’da Türk olmanın nasıl zorlukları var? “Ben Almanya’daki üçüncü nesilim. Almanya’da Türk olmak artık gerçekten daha kolay. Eskiden çok zormuş. İki farklı kültür... Bir takım şeyleri kabullenmezsen, ayak uydurmazsan ve aksi davranışlarda bulunursan hangi toplumda olursan ol dışlanırsın. Bu böyledir. Almanya’da çok fazla zorluk yaşadım diyemem. Uysal ve sosyal bir çocukluk geçirdim. Yuvada ve ilkokulda sınıfımda Onun kavgasını içinde ister istemez yaşıyor insan. Ben Alman kültürüne göre mi yaşıyorum, Türk kültürüne göre mi? Evde her şey Türk, dışarı çıkıyorsun bambaşka bir hayat. İkisine de ayak uyduruyorsun farkında olmadan. O yüzden ister istemez kendini ikiye ayırıyorsun. Yıllar sonra farkettim ki iki kültürden de pozitif şeyleri alıp kendine üçüncü bir kültür yaratıyorsun. Disiplinliyim, her şeyin olması gerektiği gibi olmasını isterim, doğruyu savunurum, olan kadarıyla yetinmem. Almanlara yakın olan özelliklerim vardır. Konuşkanlık, sıcak kanlılık, dini konular gibi Türk kültüründen aldığım örnekler var. Üçüncü bir kültür yarattım kendime ve o kültürle sürdürüyorum yaşamımı.” İlk sinema filminiz Cennet’i tercih etmenizin nedeni nedir? “Bana gelen senaryolara baktığımda hikayenin ve karakterin doluluğunu arıyorum. Fonksiyonu olmayan bir karakteri oynayamam. Türk Sineması‘na baktığınız zaman benzer filmler yapılmaya başlandığını görüyorsunuz. Filmlerin fragmanları birbirine Siz bir oyuncu olarak sisteme karşı benziyor. Farklı konular işlenmez nasıl bir duruş sergiliyorsunuz? oldu artık. Türk Sineması‘nda “19 yaşımda geldim buraya. Yalnız karşılaştırabileceğim Cennet gibi yaşayan biri olarak burada ayakta tek başıma durabilmem bile bir mucize. Çok başka bir film yok. Çok farklı ve sayıda genç bir yerlere gidip kendilerine eğlenceli bir senaryoydu. Hiçbir bir hayat kurmaya çalıştıklarında gereksiz karakter yok filmde. harcanıyorlar. Burada sağlam bir Tüm bunlar çok etkiledi ve duruşumun olması kendimi yetiştirmeyi oynamak istedim.” seviyor olmamdan kaynaklanıyor. Bunun Farklılık sizi korkutmadı mı? için uğraşıyorum. Asla yerimde Bir projenin farklı olması her saymıyorum, saymam da. Nasıl Almanya’da savaş veriyorsak bazı şeyler zaman iyi olacağı anlamına da için, burada da veriliyor savaş. Zamanla gelmiyor. alakalı bu, dünyanın her yerinde böyle. “Korkuttu tabii. Türkiye’de Ben, doğru işler yaparak, bunları doğru benzer şeyler insanlara güzel yerlere taşımak istiyorum.” geliyor; çünkü alışılmışlık var. Farklı bir şeyler denendiğinde insanlar şaşırıyor. Farklı olan tek Türk’tüm. Hep Alman çocuklarla yaşadığım şeyler kolay kabullenilmiyor. Biz de konuştuk kendi için onların kültürlerini de yakından tanıma şansı aramızda. Bu filmin belli bir izleyici kitlesi olabilir elde ettim. O yüzden bana yabancı değildi o kültür, diye. İlk kez deneniyor böylesi çünkü. Ama yüzde hiç soğuk gelmedi. Tipik Türk aileleri gibi asosyal yüz iyi olmadığı zaman, insanlar destek değil köstek olup, her şeye karşı gelen biri olarak yetiştirilmiş oluyor. Biraz daha destek olsalar, yeniler denense, olsaydım zorluk çekerdim.” sonrasında başarılı olabilmek için motivasyon Son dönemde nasıl peki orada yaşam? sağlanmış olur. İyi ve doğru olan farklılardan ve “Son dönemde bunun kırıldığını düşünüyorum. ilklerden yanayım. Bu ilki denediğim için de kendi Çünkü artık gençler çok akıllıca davranıyorlar. adıma çok mutluyum.” Oradaki üniversitelerde çok sayıda Türk öğrenci Cennet filmi hangi kavramları sorgulatıyor var. Kendilerini çok iyi yetiştiriyor ve eğitiyorlar. izleyiciye? Alman beyaza siyah diyorsa, ona ‘Sen öyle diyor “Filmde çok farklı bir ortam yansıtılıyor. Aslında olabilirsin ama benim için de böyle’ diyebiliyorlar. bu gerçek yaşamda da var. Karamsarlık hepimizin Evet zorluk çıkarıyorlar, provakatif yaşamında olmasına rağmen, göz ardı ediyoruz onu. davranabiliyorlar. Ama biz de bu sorunları akıllıca Cennet A karakterinin etrafında dönüyor. Bence halletmeyi öğrendik. Onlar da öğrendi. İlk filmin en önemli mesajı insanların içlerinden geldiği zamanlardaki gibi değil ortam. Birinci nesilden gibi yaşamalarına izin verilmesi. Bir şeyi düzeltelim orada yaşayanlar var ve onlarda hala bir gelişme söz derken, genelin içindeki ayrıntılar gözden kaçıyor. konusu değil. Ama 3. nesile baktığınızda kendisini İnsanlar hassaslaştı artık. Dikkat etmek gerekiyor. çok iyi yetiştiren gençler var.” Tüm dünyada böyle bir sorun var. Herkesin Aidiyet açısından neresi diye sorma ihtiyacı etrafında bir kabuk var ve sınırlarını koruyorlar. hissediyor insan. Birbirlerine yaklaşamıyor insanlar. Yüzeysel kalıyor “Bir dönem kendime çok sordum bu soruyu. iletişimler.” Sıkı bir duruşum var Viva Zapatero! Herhalde faşist Franco’nun İspanya’sında hamile bir kadının Savunma Bakanı olacağı düşlerde bile görülemezdi. O İspanya ki 40 yıl Franco’nun diktatörlüğünde yönetilmiş. Şimdi onun bir zamanlar generali olduğu ordunun başında 7 aylık hamile Chacon var. Bundan 30 yıl önce İspanya’da bırakın kadın savunma bakanını, kadın ve erkeklerin el ele dolaşması ve hatta kadınların pantolon giymesi, mecaz olarak değil, suç adledirildi. Kadınlar kocalarının izni olmadan çalışamaz, banka hesabı dahi açtıramazdı. Yalnızca kadınlar değildi İspanya’da acı çeken, binlerce Cumhuriyetçi iç savaş sonrası öldürüldü. Şu anda iktidar olan Sosyalistler’in partisi uzun yıllar yasa dışı olarak çalışmalarını sürdürdü. Şimdi ise İspanya muazzam bir değişim yaşıyor; Franco döneminin acılarını bir çırpıda yok etmek istercesine, kaybettiği yılları yeniden kazanmaya çalışıyor. Bu toplumsal değişimin en önemli mimarlarından biri olan İspanya Başbakanı Zapatero öncülü Gonzales’ten aldığı bayrağı ileriye taşıyor; hem de hiç kimsenin müstehzi gülüşlerine aldırmadan, gerçekten eşitliğe, kadın haklarına inanan biri olarak ve bunu attığı her adıma yansıtarak. Öyle ki kabinede 9 kadın var. Zapatero’nun eşitliğe verdiği önem yalnızca kabinedeki kadınların sayısının arttırılması ile sınırlı değil. Cinsiyet eşitliği yasası ile örneğin şirketlerin yönetim kurullarında da belli sayıda kadının bulunması öngörülüyor. Hatta İspanya Kraliyet ailesinde de ilk doğan çocuğun, bu çocuk kız olsa da, tahtın veliahtı olacağı düzenleniyor. Aile içi şiddetin önlenmesi için de yasalar çıkarılıyor. Onlarca kampanya yürütülüyor. Zapatero göreve geldiğinden beri kadınerkek eşitliği alanında yaratılan büyük ivmenin dışında, İspanya’nın tarihi ile yüzleşmesi için bir yasa çıkardı; bu yasa kapsamında Franco dönemi mağdurlarına tazminat ödeniyor. Zapatero’nun kendisi de aslında o tarihin mağdurlarından. Zapatero’nun büyükbabası Juan Rodríguez Lozano, İspanyol İç Savaşı döneminde Franco tarafından öldürülmüş birisi. Çocuklarına hep dürüstlüğü, hoşgörüyü aşılamaya çalışmış ve hatta onlara bıraktığı vasiyette bile çocuklarının onu öldürenleri affetmesini istemiş, aynı zamanda çocuklarının barış ve yoksulların daha iyi yaşam koşullarına kavuşması için çalışmalarını da. Zapatero büyükbabasının vasiyetine uygun olarak İspanya’dan temizliyor geçmişin hayaletlerini bir bir. 2000 yılında partisinin genel sekreterliğine aday olduğunda önceliklerini şöyle açıklamıştı: Yabancıları renklerine ve kültürel farklılıklarına bakmaksızın kabul eden bir toplum yaratmak; eğitime ve gençlere iyi iş olanakları yaratmaya öncelik vermek; aileleri, çocukları ve yaşlıları ile daha çok vakit geçirmeleri için desteklemek; kültürü ekonomik kaygılar olmadan desteklemek; İspanya’yı yoksullara yardım eden bir ülke haline getirmek; demokrasiyi geliştirmek ve değerleri gündelik çıkarların önünde tutmak. Gerçekten de gerçekleştirdi yukarıdaki sözlerini. O hayalleri, ufku ve cesareti olan birisi. Franco gibi bir diktatör ile öyle bir tarih yaşayan bir halk herhalde ancak Zapatero gibi bir lider ile ödüllendirilebilirdi. Buralarda ise hâlâ geçmişin hayaletlerine tutsak olanlar, meydanları 1 Mayıs’a kapatıyor. Sonra da rakiplerini dünyaya kapalı olmakla suçluyor. Onlar bir kez de İspanya’ya bakmalı. AYÇA AKPEK C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle